Nasılsın Melih Öğretmenim?
Ödevlerini, zor problemlerini hep sana getiriyor ve senden yardım istiyordu. Sonra da bize dönüp "Melih abim dedi ki…" türünden nasihatler veriyordu! Sonra oturup seninle konuşunca henüz üniversiteye giden bir genç gibi değil de yılların tecrübe ve birikimiyle karşıma çıktın. Konuşmaların, konuları anlatman bir üniversite hocasını hayrete düşürmüş ve her insanın bir âlem olduğu düsturunu bir kez daha haklı çıkarmıştı. Birkaç ay sonra başka bir yere taşınınca bizim evde bir hüzün havası yaşanmıştı. Sadece büyük oğlum değil, diğer iki küçük de Melih abilerinden ayrılmanın üzüntüsü içerisindeydi. Ben oturup geceler boyunca eğitim sistemiyle ilgili kitaplar okuyordum, karakter eğitimi, yetişkinlerin sorunları, aile içi iletişim falanla uğraşıp duruyordum. Oysa sen iletişimi de karakter eğitimini de en iyi bir şekilde gerçekleştirmiş ve çocuklarla aynı dili konuşmayı başarmıştın. Bu sevgi diliydi, hâl diliydi. Sen içindeki sevgiyi ve iyi niyeti hiçbir katkı maddesi kullanmadan olduğu gibi karşındaki insana yansıtıyordun. "İnsan insanın aynasıdır" sözü gereği, ondan da aynı karşılığı alıyordun. Sevdiğin için seviliyor, saydığın için sayılıyordun. Biz eğitimcilerin çoğu birbirinin kopyası olan ithal eğitim felsefeleriyle uğraştığı bir zamanda, sen Ahmet Yesevî'lerin, Mevlânâ'ların, Yunus'ların diliyle konuşuyordun.
Gülme sakın sen ana eyü degüldür sana
Kişi neye gülerse başa gelegen olur (Yunus)
diyordun;
"Ey kardeşim, bir gecelik de uyumasan ne olur? Mum gibi diri olsan, kıvılcım gibi uyumasan. Gök kapıları geceleyin açılır, talihler, bahtlar uyanır. Sen de Ay gibi uyuma da, talih yıldızın parlasın, güzelleşsin." (Mevlânâ)
diyordun…
İnsanlığın topyekûn saadeti için...
İkbâlini, rahatını bir yana bırakıp dünyanın öbür yanına gittin. Burada çocuklar, yakın bir akrabalarını kaybetmiş gibi hasretinle yanıp tutuşmakta. Ama sen başka çocukların mutluluğu ve insanlığın topyekûn saadeti için geceni, gündüzünü o soğuk iklime adadın.
Dün yazdığın e-mailde Sibirya'nın beklediğinden daha soğuk olduğunu yazmışsın. 'Keşke Türkiye'den bir yünlü battaniye alsaydım!' diyorsun. Üstelik ikide bir elektriklerin kesildiğinden ve bilgisayar öğretmeni olarak yaşadığın zorluklardan bahsediyorsun. Ama bir yandan da, "Olsun, bu çocukların sıcaklığı ve aydınlık yüzleri her şeyi, bütün sıkıntıları unutturuyor bana." diyorsun…
Mailini okurken bir yandan da yıllar önce anlattığın hayat hikâyeni hatırladım. Hani Afganistan'ın Sovyet işgaline uğradığı yıllarda doğmuştun ya! İşte tâ o zamandan itibaren geçirdiğin bütün merhaleleri ve hayatının zor anlarını bir bir canlandırdım gözümde. Yokluk ve yoksulluk içinde kıvranan bir köyde doğmuştun. Akrabalarının çoğu Sovyetlere karşı savaşmaktaydı, hayatlarını yitirme pahasına varlık mücadelesi veriyorlardı. Baban, annen ve akrabalarından bir kısmı, İran üzerinden Türkiye'ye göç etmeye karar vermişlerdi. Sen o zaman henüz kucakta taşınan zayıf, kara kuru bir bebektin. Öyle değil mi? Sonra uzun bir yolculuğa çıktınız. Ne arabanız vardı ne de paranız. Baban zaten hastaydı, İran'a varır varmaz durumu ağırlaştı ve çok geçmeden evinizin direğini, biricik babanızı burada kaybettiniz. Kafiledeki erkekler, onu izi, işareti olmayan bir yere gömdüler ve yollarına devam ettiler. Sen henüz bunlardan habersizdin. Küçücük bir çocuktun öyle ya!.. Birkaç yıl sonra Türkiye, Afgan mültecilere kucak açıp sizi bağrına bastı. Diğer bazı Özbek aileler gibi sizi de Urfa'nın Ceylanpınar ilçesine yerleştirmişlerdi. Sen artık Mezar-ı Şerifli değil, Urfalı bir Özbek'tin. Harran Ovası'nın tozlarına bulanan kara kuru bir çocuktun. Nereden hatırlayabilirdin ki, Afgan dağlarını, uzun ve çileli yolculuğunuzu, babacığının yabancı bir diyarda vefâtını? Sahi, sen babanı hiç görmemiştin değil mi? Yüzünü, sesini hatırlayamazsın hiç...
Fedakârlığın timsaliydin...
Sonra bir gün elinden tutup seni mektebe gönderdiler. Sevimli, güler yüzlü Melih, büyüdü de büyüdü. Gelip Ankara'larda üniversite okudu. O, hayatını kimsenin bilmediği güler yüzlü, esmer çocuk, hayırsever insanların burslarıyla dürüst, efendi ve vefâlı bir delikanlı oldu. Belki babasızlığın verdiği boşluktan olsa gerek hep başkalarına "babalık" edip, başkaları için yaşadı. Başkalarının çocuklarına ücretsiz dersler verdi, onlara abilik yaptı. Cebindeki parayla mahalledeki çocuklara hediyeler aldı. Öyle ki, mahallenin çocukları, 'Melih abi' deyince içlerinde bir sıcaklık duyarlardı. Babalarından da öte biriydin onlar için. "Baba Melih"!..
Hatırlıyor musun, günün birinde seninle oturup gelecekte ne yapacağın üzerinde konuşmuştuk. Sen hiç tereddüt etmeden, "Dünyanın neresi olursa olsun, öğretmen olarak gidip insanlara faydalı olmak istiyorum." demiştin. Sonra bir Türk şirketinin Sibirya'daki okulunda bilgisayar öğretmeni olarak işe girdin. Başvurunun kabul edildiği gün yüzün hep gülüyordu. Sana harçlık olsun diye verdiğimiz parayla bize bir hediye alıp bizi yine mahçup ettin. Sana nasıl yetişmeli bilmem ki!..
Yine uzun bir yolculuğa çıkacaktın. Afganistan'dan İran'a, Ceylanpınar'dan Ankara'ya ve Ankara'dan da Sibirya'ya!.. Kader seni mâkus talihli bir coğrafyanın etrafında dolaştırıp duruyordu. Tahsile gitmiştin ve tahsilini tamamlayıp yine doğduğun topraklara yakın bir yerlere dönmüştün. Devr-i âlemin tıpkı kavmimizin göç yolları gibi Orta Asya bozkırlarından Anadolu'ya doğru uzanıyordu. Ama bu kez farklı bir şey vardı ki; o da yine yolculuğun başladığı yere dönmekti. Tıpkı Kırk Kuş'un hikâyesi gibi, sen de Sîmurg'un peşine takılıp başladığın yere dönüyordun!..
Şimdi elinde tebeşir, kıt imkânlarla bilgisayar derslerini anlatıyorsun. Önünde sana hayran hayran bakan çocuklar, tâ Türkiye'den buralara gelmiş bir gönül insanının fedakârca çırpınışını seyrediyorlardır. Yine elinde, avucunda ne varsa dağıtıp hep başkaları için yaşama mutluluğunu tadıyorsundur, seni bilirim ben!..
Mailinde bahsettiğin gülerken gözleri kaybolan çocuklara bizden de selam söyle. Öğretmenler günün kutlu olsun Melih öğretmen...
Unutma, eğer soğuklarda üşürsen öğrencilerinin yüzündeki aydınlığa bak, ısınacaksın inan bana.
- tarihinde hazırlandı.