İslam’ın iç düşmanları!
Kılı kırk yaran adaletiyle dillere destan olan Hz. Ömer(ra), fethedilen Kudüs’ü vali Sophronius’dan teslim aldıktan sonra kutsal mekânları ziyaret etti.
Mescid-i Aksa’yı ziyaret ettiği gibi, Hıristiyan inancına göre Hz. İsa (as)’ın çarmıha gerildiği, yıkanıp kefenlendiği Kutsal Kabir Kilisesi’ni de görmek istedi. Hz. Ömer’e eşlik eden Sophronius, ondan her yerde namaz kıldığını, bu kilisede de namaz kılmasını istedi ama Hz. Ömer, şu tarihî gerekçeyle sıcak bakmadı: “Burada namaz kılırsam ileride Müslümanlar burayı cami yapar.” Ve namazı, kilisesinin 10 metre güneyindeki boş alanda kıldı. Müslümanlar da buraya onun adıyla bir cami yaptı.
Ayrıca Hz. Ömer(ra), Kudüs’ten ayrılmadan önce herkesin din özgürlüğünü garanti eden bir güvence verdi. Halife ve büyük komutanların imzasını taşıyan ahitnamede şöyle deniyordu: “Allah’ın kulu ve müminlerin emiri Ömer tarafından Kudüs halkına verilen emannamedir. Emirü’l-müminîn, hasta olsun, sıhhatte bulunsun bütün halkın mal ve canlarının korunacağını garanti eder. İbadet yerlerine, haçlarına ve dinlerine dokunulmayacağını garanti eder. Halkın kiliseleri tahrip edilemeyeceği gibi mesken haline de getirilemeyecektir. Eskiden sahip oldukları haklar aynen muhafaza edilecektir. Ne sahip oldukları şeylere halel gelecek ve ne de mezhepleri hususunda bir baskı yapılacaktır. İçlerinden hiç kimse hiçbir şekilde zarar görmeyecektir. Allah, Peygamber’i, sahabileri ve müminler bu anlaşmaya şahitlik eder.”
Müslümanların, ötekine yaklaşımında temel teşkil eden bu anlayış sadece eski güzel günlerde kalmadı. Osmanlı da bu anlayışı izledi. ‘Osmanlı Yönetiminde Makedonya’ adlı kitaptaki tarihî bir belge, bu anlayışın Balkanlar’a yansıyan bir örneğiydi. Üsküplü bir Yahudi olan Yako, 1 Ağustos 1870’te, Tahtakale Çarşısı’ndaki dükkânda içki satmak için mutasarrıflığa dilekçe yazar. Dilekçe, ertesi gün, ‘tarafsızca’ incelenmesi için belediyeye sevk edilir. Meclis, 6 gün içinde şu cevabı verir: “Önerilen mekânda sakınca yok. Ancak dükkân bir kilisenin kapısına baktığından Liva İdare Meclisi’nin görüşünü de almayı uygun buluyoruz.” Liva Meclisi, olumsuz kararını şu gerekçeyle bildirir: “Dükkânın kilise kapısının karşısında yer alması ve insanların sürekli geçtiği bu mekânda içki satma ve kullanmanın sakıncalarından emin olunamayacağı için...”
Böyle bir mirasa sahipken bugün geldiğimiz yeri anlamak için ülkemizde ve etrafımızda yaşananlara bakmak yeterli. Lafa bakarsanız herkes Osmanlı’dan bahsediyor ama gerçekte, bırakın başka din mensuplarını, farklı düşünen Müslüman’a bile hayat hakkı tanımayan bir vahşet var her yerde. Saddam ve Esed gibi diktatörlerin, işgallerin zemin hazırladığı IŞİD ve onun mezhep, etnisite ve siyaseti fanatizme dönüştüren türleri, en büyük zararı Müslümanlara veriyor. Kafası kesilen, sokak ortasında kurşunlanan insanlar, yakılıp yıkılan eğitim yuvaları, mabetler; kurban eti dağıtırken linç edilen gençler, hukuku ayaklar altına alıp kitleleri şeytanlaştıran yaklaşımlar aslında aynı zihniyetin ürünleri.
Önceki gün Erzurum dönüşü uçakta bir vatandaşı dinlerken, vahameti daha iyi anladım. 30 yaşlarında bir eczacıydı. Uzunca siyah sakalı ve başında takkesi vardı. Bir dostu, sakalını kesmesini, yoksa IŞİD’ci diye hedef olacağını söylemişti. Şimdilik sakalını kesmemişti ama kesenler vardı. Bu topraklara yabancı akımların Anadolu’da son dönemde teşvik edilip yaygınlaşmasından dertliydi.
Yakın zamanda, İsmailağa Cemaati’nden Muhammet Keskin Hocaefendi de Marifet dergisinde benzer uyarılarda bulunmuş ve yabancı dinî anlayışlara kucak açanların hışmına uğramıştı. Bugün Türkiye’de ve dünyada pozitif ve yapıcı ehl-i sünnet çizgisinin temsilcilerinden Hizmet Hareketi’nin “dar oligarşik yapı” tarafından hedef alınması da galiba aynı projenin ürünü. Bazıları tehlikeyi henüz fark etmeyip paralel masalıyla vakit geçirse de tehlikeli gidişin tüm Müslümanlara vuracağı darbeyi gören Fethullah Gülen Hocaefendi, Avrupa, ABD ve son olarak Kürt medyasına ilanlar vererek soruna dikkat çekiyor. IŞİD’in dinî söylem arkasına sığınarak işlediği zulümleri kınayan Gülen, Kobani’deki tehlikeyi hatırlattıktan sonra bölgenin tüm halklarını kucaklayan mesajlar veriyor.
Ülkemizin siyasî bağımsızlığı kadar, özgün manevi kimliğini koruması da hayati. Ama İslam’a zarar verme noktasında, çarpık anlayışa sahip Müslümanlar maalesef İslam düşmanlarından önde gidiyor..
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/abdulhamit-bilici/islamin-ic-dusmanlari_2253081.html
- tarihinde hazırlandı.