Dertliyim öyleyse varım

Derdi sevme, derdi aynı derman görme, derdi varlık sebebi görme demektir aynı zamanda. Hani Descartes o meşhur; “Düşünüyorum, öyleyse varım” lafını eder ya, burada da aynı yaklaşım geçerli bana göre. Derdi merkeze koyup “dertliyim, öyleyse varım” demek gibi bir şey bu.

“Derdimi seviyorum” adını koymuştu Hekimoğlu İsmail bir kitabına. Dert ve sevgi. İslamî bir bakış açısına, kavi bir imana sahip olmadıkça yan yana gelmesi, yan yana getirilmesi oldukça zor iki ayrı kelime. Ama geliyor ve iman işin içine girince anlam yüklü bir mesaja dönüşüyor. Derdi sevme, derdi aynı derman görme, derdi varlık sebebi görme demektir aynı zamanda. Hani Descartes şüpheyi, varoluş dahil her şeyin temeline koyarak düşünme ile bunun hayat bulacağına inanır ve ardından o meşhur; “düşünüyorum, öyleyse varım” lafını eder ya, burada da aynı yaklaşım geçerli bana göre. Derdi merkeze koyup “dertliyim, öyleyse varım” demek gibi bir şey bu.

Hocaefendi'den bahsedeceğim. Bana göre “dertliyim öyleyse yaşıyorum” diyen, “öyleyse varım” diyen bir insandan. Allah ömrünü müzdad, vücuduna sıhhat-u afiyet ihsan buyursun. Amin. Ama hayatın tabii gerçeği; hastalık. Tam beş gündür hastaydı. Kendisini yatağa düşürecek ölçüde grip oldu. Hamdolsun, artık yavaş yavaş günlük aktivitelerine dönebilecek kıvama gelmişti. Sık kullandığımız terimle nekahet dönemi. Nekahet dönemine girmesine rağmen hastalığın bırakmış olduğu tesir simasında, konuşmasında, oturup kalkmasında, yürümesinde hissediliyordu. Tam iyileşme olmadan hayata başlamaması temennisinde bulundu bazıları. Fakat hayat devam ediyordu. Gelenler-gidenler, rutin hayatta kendisinden beklenenler ise onun hayata bir an önce dönmesini gerekli kılıyordu. Zaten ihtiyari istirahat etmediği/edemediği için icbari bir istirahate çekilmişti hastalık vasıtasıyla. Artık yeter diyordu ihtimal. Kendini hafif iyi hissedince çıkmaya karar vermişti anlaşılan.

Beş günlük hastalığın ardından ikinci defa oturuşuydu etrafındakilerle. Bitkindi, yorgundu. Buğulu gözlerle adeta etrafına bakıyor gibiydi. İki-üç kişinin yer aldığı mecliste ortak dostu olan birisine döndü ve “Falan nasıl?” dedi. O zat, Hocaefendi'yi daha fazla yormamak için kısa ve kestirme cevaplarla mevzuyu kapatmak istedi. İlave sorular, cevaptan tatmin olmadığını gösteriyordu. Cevaplar açıldı. O cevaplara bağlı tavsiyeler ve haber göndermeler geldi.

Pekâlâ ben ne yaptım? Düşündüm ve dedim ki kendi kendime; Allah muhafaza bu durumda olsam her şeyden önce yataktan dışarı çıkmam. Çıksam, hiç efor sarf etmeyecek bir işi tercih ederim. Ama o tam tersini yapıyordu. İhtimal yaşatmayı yaşamaya tercih etmiş, bunu hayat felsefesi olarak kabullenmiş, yaşam tarzı olarak hayatına tatbik etmiş bir insanın benim düşündüğüm ve hayal ettiğim tarzda davranması ne düşünülebilir ne de hayal edilebilir. Hemen orada değil de daha sonra bu manzarayı düşününce Eşrefoğlu Rumi'nin meşhur dizeleri aklıma geldi. Sanki Rumi bu dizeleri Hocaefendi ve emsali derdine derman kabul etmiş insanlar için söylemiş dedim. Şöyle diyor Eşrefoğlu: “Raziyem derdime yarın men şikâyet etmezem / Kendi halim söyleyerek gayri hikâyet etmezem / Dert-u mihnet yoldaşımdır bu yola azm ideli / Dost belasından başım bir dem selamet itmezem / Her ne kim Dost'tan gelir sabır-u şakir durmuşam / Âşıkam derdim yeter özge feraset itmezem.”

Halbuki bırakın bu son grip hastalığını, bedenen en sağlıklı günleri dahil sürekli başkalarının derdi ile dertlenen bu gönül insanı bakın bir başka zaman bir başka vesile ile ne demişti: “Tatlı yanları bir tarafa, Kestanepazarı'nda yaşadıklarım bana Erzurum'daki talebelik ve Edirne'deki imamlık dönemlerimde yaşadıklarımı unutturdu. 1980 ihtilali ve sonrasında yaşadıklarım Kestanepazarı'nı unutturdu. 28 Şubat ve sonrası ise 80 ihtilali döneminde yaşadıklarımı unutturdu. 11 yıllık Amerika [o zaman 11 yıl olmuştu] hayatımda çektiklerim ise hepsini bastırdı.” Sonra ümitsizliğe medar olmasın, aşk ve şevke halel gelmesin diye; “Ne yapalım; yol böyle. Bu yola girenlerin kaderi böyle” diye hem kendine teselliye hem de etrafındakilere teselli kapılarını araladı.

Meclis devam ediyordu... Bu defa bir başka fasla geçti. Fasıl, kendisinin de tanıdığı bazı dostlara ismen dua edilmesiydi. O hasta haliyle bizzat kendi el yazısı ile isimlerini bir kâğıt parçasına yazdı. “İsmen dua edin bunlara” dedi. “Hiç kimse teminat altında değil. Bugün buradayız, yarın nerede olacağız belli değil. İman meselesi bu. Ahiret, cennet-cehennem meselesi. Kazanma kadar kaybetmenin de mukadder olduğu bir mesele. Dikkatli ve temkinli olmalıyız. Dua etmeliyiz.”

Akşamdan sonra... Öğle sonrası sarf ettiği efor, duaya iştiraki kendisini yorgun düşürmüş, belli. Uzaklardan gelen bir-iki kişi ile sorular ekseninde bazı meseleler masada. Dünya siyasetini ve dolayısıyla devlet politikalarını, lider ve lider kadroların tercihlerini direkt alakadar eden meseleler bunlar. Bu bağlamda söylenecek her söz belki hariçten gazel okuma, enerjiyi boşuna sarf etme, vuku bulmuşlardan hareketle muhtemellere işaret veya gelecek hakkında tahmin ümitsizliğe vesile. Dolayısıyla sükût en güzeli. Ama hiçbir şey yapılmayacak demek değil. Bir fert ya da sivil toplum kuruluşu olarak yapılacak çok şeyler var ve olabilir. Bunlar konuşuldu o ortamda.

Sağdan-soldan ikazlar üzerine artık kalkın, bu defa olsun o nezaketi siz gösterin diyen bakışlar etrafta dolaşmaya başlamıştı ki birisinin çıkışı ile bu gerçekleşti. Herkes ayağa kalktı ama Hocaefendi kalkmadı; kalkmadı çünkü bir şeye takılmıştı. Problemleri kendisine arz eden arkadaşa döndü ve onun duruşu, oturuşu, kalkışı, konuşması hatta konuşmasındaki ses tonundan hissettiği üzüntüyü izale adına konuşmaya başladı. “Üzgünsün” dedi önce. Ardından “üzülme” diye ilavede bulundu. “Mahrumiyetler, mağduriyetler ülkesine hicret etmişsiniz. Allah'ın rızasını gözetiyorsunuz. Elinizden geleni yapıyorsunuz. Bu türlü sıkıntılar hep olmuş ve olacak. İçinde bulunduğumuz yolun tabiatı bu. Rahat yok bu dünyada. Bak ben 13 yıldır buradayım. Hiç rahat ettiğimi hatırlamıyorum.” Bu cümlelerin her biri gönüldeki gam ve kederi izale etmeye yeterdi aslında. Nitekim ilgili arkadaşın yüzünde tebessüm gamzeleri belirmeye başlamıştı.

“Dertliyim, öyleyse varım”; umarım mübalağa olmamıştır...

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.