Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor...

Bir önceki yazımda söz vermiştim; bir sonraki yazım da dert, dert, dert diyecek diye. Yine dar daire; yine iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda insan ve yine Kırık Mızrap'ın dertli şairi elinde mızrağı ile gönüllerin bamtellerine dokunuyor; kırık dediği testisinden sızan sularla muhataplarının kalblerini yıkıyor.

Aşık Ruhsati ile başladı yumuşak bir ses tonuyla. “Bir vakte erdi ki bizim günümüz, Yiğit belli değil mert belli değil; Herkes yarasına derman arıyor, Deva beli değil dert belli değil.” “Çok dert var” dedi, “çok. Dertler adeta mutasyona uğramış. Her dert ayrı bir derdi doğuruyor. İyi kötü şeyler birbirleri ile yarış halinde. Sadece iyilere bakarsanız iyimserlik, sadece kötülere bakarsanız bedbinlik. İkisi de yanlış. Doğrusu, her ikisine birden bakmak. Dünyada olup biten şeyleri doğru okumak, doğru yorumlamak.”

Sonra durdu. Sanki daha önceden meydana gelmiş ve “keşke öyle değil de böyle yapsaydık” türünden bir yaklaşımın olduğu hadise aklına geldi. Sanki diyorum çünkü emin değilim; ama sözün devamı bunu ortaya koyuyor. Dedi ki: “Mazide cereyan eden şeylere kader açısından bakmalı. Onları yeniden gündeme getirip keşke, keşke demek Allah'ın hoşuna gitmez. Bununla beraber aynı hataları bir daha yapmamak lazım.”

Tekrar durdu. Alıcı gözlerle salonu başta aşağıya bir daha süzdü. “Kendimizi lisan-ı münasiple anlatmıyoruz.” dedi. “Allah biliyor her şeyi. Amenna ama muhataplarımız vehim girdabına kapılıyor. Akl-ı selim, kalb-i selim çizgisinde düşünmüyor, düşünemiyorlar. O zaman onları uyarmak, istikamet üzere düşünmeye sevk etmek de bizim görevimiz.”

“Yetişmemiş insanlar başkalarını yetiştiremezler. Yetiştirecek insanların yetiştirilmeleri lazım değil, elzemdir. Bu noktada farklı bir okuma metodunun hayata geçirilmesi şart. Bu okuma modelinin adeta bir fihrist gibi önce zihinlere nakşedilmesi, ardından hayata hayat kılınması şart. Aklın nuru, kalbin ziyası denilen ilimler bir bütün halinde mütalaa edilmelidir. Ve gece evrad ü ezkârı. İbadet aşk u şevk u heyecanı. Ve bütün bunlarda derinlik. Derin diye adlandırılanlarla baş etme ancak Allah ile kurulacak derin münasebetle olabilir. Başka türlüsü düşünülemez.”

“İnsan kusurunu bilirse iç ıztırapları yaşar. İç ıztıraplar insana rıza ve rıdvan ufkunun kapılarını açar. Zımni tevbe sayılır ayrıca insanın kusurları kendisinden bilmesi. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi görenler bu ufka ulaşamaz. Kusur bende değil, beni anlamayanlarda demenin; ‘ben sizin en yüce Efendinizim' demekten farkı yoktur.”

Halin delaleti sözün devamının geleceğini söylüyordu ama sözün sahibi susmuştu. Not alan kalemler durmuş; bakışlar defterlerden söz sahibine doğru yönelmişti. Tekrar kolaçan etti etrafını ve “derin kulluk” dedi çok derundan gelen deruni bir sesle. Hayır ses değil bir inleyişti bu. Derundan geldiği için de muhataplarının derununu yakacak mahiyetteydi; “deriiiin kulluk.” “Bir gece teheccüdü kaçırınca akşama kadar 'ben bugün Rabb'ime ihanet ettim' diyecek bir ruh haleti.”

“Farkında mısınız bilmem; aslında bu söz, derin kulluk adına bir ölçü aynı zamanda. “Vakıa”. Bu “vakıa” bağlacından sonrası önemli; çünkü mebde ile münteha arasındaki istikamet çizgisini belirtme var. “Vakıa, teheccüd, Efendimiz (sas) için farz, ümmet-i Muhammed için sünnet ama derin kulluktan bahsediyoruz. Berzah karanlığını aydınlatan diyor asrın fikir mimarı ona. Ezbere mi konuşuyor?”

Rıza ve rıdvan kapısını aralama

Bir başka fasılda; “İnsan kusurunu bilirse iç ıztırapları yaşar. İç ıztıraplar insana rıza ve rıdvan ufkunun kapılarını açar. Zımni tevbe sayılır ayrıca insanın kusurları kendisinden bilmesi. Kendini sütten çıkmış ak kaşık gibi görenler bu ufka ulaşamaz. Kusur bende değil, beni anlamayanlarda demenin; ‘ben sizin en yüce Efendinizim' demekten farkı yoktur.”

Sonra… Evet sonra diyeceksiniz. Sonra o ağyarın cefası, yarın vefasızlığı arasında sıkışıp kalan ve “sabır (kelimesi), sabrımın ondan öte olduğunu anlayıncaya kadar sabredeceğim” diyen o dert küpü insanın anlattığı dertlerini dinledik. Çatlamamak elde değildi. Değildi ama o bunca dertlerini anlattıktan sonra yine sabır dedi. Derdin arkasında derdi vereni görmenin gereğine değindi her zaman olduğu gibi. Bunun bizleri “rıza yörüngeli sabır” yoluna sokacağının altını çizerek kulun Allah'a teveccühle dergâh-ı uluhiyetle irtibata geçeceğinden dem vurdu. Hocaefendi bunları söylüyordu ama ben elimde kalem-defterle söylenenleri not alırken zihnen başka yerlerde dolaşıyordum. Anlatılanlar beni oralara sürükledi. Aklıma ilk gelen Arif Nihat Asya'nın o meşhur Naat'ındaki şu mısralar:

“Biz dünyadan nereye / Göçelim ya Muhammed? / Yeryüzünde riya, inkar, hıyanet / Altın devrini yaşıyor... / Diller, sayfalar, satırlar / (Ebu Leheb öldü) diyorlar: / Ebu Leheb ölmedi, ya Muhammed; / Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!”

Sonra Uğur Işılak'ın “içinde büyüyen âhın olsun” mısraına katılmadığım şiiri…

‘…Umursama dünya gelse üstüne / İçinde büyüyen bir âhın olsun / Elbet bir gün devran döner tersine / Tahammül en büyük silahın olsun… / Boş ver hayallerin gerçek olmasın / Yeşersin yeter ki, umut solmasın / Derde talip ol ki dertli kalmasın / Garibin gözyaşı günahın olsun… / Olsun be aldırma Yaradan yârdır / Sanma ki zalimin ettiği kârdır / Mazlumun âhı, indirir şâhı / Her şeyin bir vakti, zamanı vardır…'

Evet; Ebu Cehil'ler, Ebu Leheb'ler ölmemiş; kıt'alar dolaşıyordu ama Yaradan da yârdı. Mühim olan o Yârın yardımına hak kazanacak tavır alabilmek, duruş sergileyebilmek. Kısacası Ebu Cehil'lere, Ebu Lehe'lere bedel, Arif Nihat'ın diliyle “Nur gibi Ebu Bekir, Osman, meydan okuyan Ömer, kapılar kendisine açılan Ali” olabilmek. Olabildik mi? Olabilecek miyiz acaba?

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.
Yükleniyor ...