Paralel düşmanlar ve psikososyal bakış
Son günlerde ülkemizde herkesi huzursuz eden gelişmelerin olduğunu görmekteyiz. Bu süreç bir kaos süreci şeklinde yaşanırken, sürekli belli çevrelerin hedef gösterilmesi ise vicdanları rahatsız etmeye devam ediyor. Kaosun sebepleri bir savunma mekanizması olan “yansıtma” sürecinin devreye girmesi ile farklı yerlere aktarılıyor. Yapılan birbiri ardına açıklamalar, siyasi otoritenin takındığı sıra dışı tutum aslında durumun görünenden daha vahim olduğunun bir işareti. Ülkemizin insanı ise umut bağladığı kişi, kurum ve partilerin bu şekilde bir “dönüşüm” içinde olması karşısında geleceğe ait umutsuzluğunu iyice artırmış durumda. Ülkemizin her zaman için güçlü olması ve birlik içerisinde hareket etmesi gerektiğine inanan milyonlar, şaşkın, bir o kadar da kırgın bir süreç yaşıyor. Neden şaşkınlık ve kırgınlık var? Çünkü milletin bağrında yeşermiş güzide kişiler, vakıflar belli çevreler tarafından “öcü” olarak gösterilmeye çalışılıyor. Yolsuzluk soruşturmalarının başlaması ile tetiklenen bu süreçte birileri sürekli gündem değiştirip ülkeye, hatta insanlığa hizmet götüren kişi ve kurumları hedef almaya devam ediyor.
Kişi kendini çok emniyette hissettiği bir dönemde veya kendi hatalarının hiçbir zaman gündeme gelmeyeceğini düşünerek hatalarına devam ederken, belirgin bir yanlışı ortaya çıktığında aşırı agresif ve saldırgan bir tutum sergileyebilir. Böylelikle kendi durumunu kurtarmak asıl hedefken diğer yandan da masum insanları zan altında bırakma gibi ciddi bir “karşı hamle” söz konusu olabilir. Kendi kötülüğünü başkalarının kendisine yaptığı kötülük olarak görmeye başlayabilir. Bu şekilde kendisi için ürettiği “sanal düşmanlar” artık yok edilmesi gereken hedefler haline gelebilir. Bu sanal düşmanlara bir taraftan “tu kaka” şeklinde bütün kötülükler ithaf olunurken, diğer yanda kendini aklamanın bir sonucu olarak bu sistem çalışmaya başlar.
Milletin değerleri ile tamamen tezat teşkil eden açıklamalar sıradan vatandaşı huzursuz etmiş ve şuur altındaki “güvenilir devlet” algısını bozmuştur. Bu durumda ülkemizin insanı kendi oyları ile güvenerek getirdiği idarecilerin, “zik-zak” tavırları ile konfüze hale gelmiştir. Devletin kendi çalışanını bir gecede alaşağı ettiği bir ülkede siyasete ve siyasetçiye karşı ciddi bir güven bunalımı başlamıştır. İdarecilerin ortaya koyduğu söylemler inandırıcı olmaktan çok, kendi çıkarlarını koruma içgüdüsü olarak günlük politika gereği gibi algılanmaya başlanmıştır. Doğruluk, dürüstlük ve hizmet söylemleriyle yola çıkmış veya çıkarılmış milyonlar kendi değerleri ile çatışan idarecileri gördükçe bir şeylerin yanlış olduğunun farkına varmışlardır. Vatandaşın düşünme ve algılama mekanizmasını hiçe sayan, hukuk ve yasal sınırları tamamen ihlal eden bir yönetim anlayışı, vatandaşı huzursuz hale getirmiştir.
Ülkemizin son 90 yıllık tarihine baktığımızda işgal altında olan ülke toprakları işgalcilerden temizlendiğinde, artık her şeyin güzel olacağına inanan halkın karşısına farklı senaryolarla farklı düşmanlar çıkarılmıştır. Bunlara tarihsel sıra ile baktığımızda Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında “irtica” denilerek oluşturulan bir düşmanı görüyoruz. Sonrasında bu sanal düşmanlar “gerici-ilerici”, “sağcı-solcu”, “laik-antilaik”, “Alevi-Sünni”, “Kürt-Türk”, “komünist-emperyalist”, “sağcı-solcu”, “Siyonist-Milli Görüşçü”, “gayrimüslim-müslim” gibi dost-düşman örüntüleri ile günümüze kadar gelmiştir. Son günlerde ise ülkede “paralel devlet” gibi bir argüman ile bu örüntülerin devamlılığı sağlanmak istenmektedir.
Sanal düşman üretmek ve birilerini tehdit olarak göstermek siyasilere kendi tabanını belli bir ideolojide tutmayı sağlıyor. Size karşı tehdit oluşturanlara karşı kendi tarafınızdaki herkesin birlik olma refleksini göstermesi gibi. Bu tehdit ne kadar ciddi ve büyük ise bu durumda insanların kendi başlarındaki kişileri sorgulaması o kadar az olur. Kavga esnasında kişinin bütün enerjisini karşıdaki tehdit nesnesini yok etmeye odaklanması ve bu esnada hiçbir şey düşünmemesi gibi. Ayrıca kavga ortamında karşı tarafın “iyi” özelliklerinin yani onun taşıdığı iyi vasıfların önemi yoktur. Yani kişi karşıdakini bütün olarak tehdit olarak algılar ve onu yok etmeye çalışır.
Siyasetçiler oy toplarken “karşı taraf” argümanını sürekli kullanarak kendi taraflarının “zinde” kalmasını sağlarlar. Dolayısı ile birçok farklı tabakadan gelen kişileri bile kendi çizgilerinde tutmanın temel yolu bu tehdit algısını canlı tutmaktır. Ülkedeki yüksek işsizlik oranı, açlık sınırında yaşayanlar, yüksek vergiler, uyuşturucu kullanımı, şiddet, bozulan ahlaki değerler, hatta yapılan yolsuzluklar “karşı tarafı yenme” uğruna görmezden gelinebilir. Kendi inandığı görüş ile yola çıkıp bir partiye oy veren halk, kendi içinde bulunduğu işsizlik, açlık ve yoksulluk gibi sorunları düşünmek yerine “karşı tarafı yenmek” için elinden geleni yapmaya çalışmaktadır. Ülkede toplanan vergilerin ne olduğu, nerelere gittiği sorgulanmak yerine, hayali olarak üretilen “paralel düşmanlar” gündeme getirilip halkın gerçekleri görmesi engellenebilir. Korku ve tehdit psikolojisi üzerinden siyaset yapan idareciler, halkın samimi duygularını bu şekilde kullanabilir. Bu konuda her bireyin dikkatli olması ve büyük resme bakması doğru olacaktır.
Ülkemizde son günlerde adını sık duyduğumuz bu yeni düşman veya yeni senaryo hakkında da konuşulacak çok şey olduğu kesin. Ciddi psikolojik tahlillerin yapılması gereken bu süreçte ortaya çıkan veya çıkarılan yeni sanal düşmanın, ülkemizdeki yolsuzluk operasyonlarından hemen sonra olması oldukça manidar. Şu ana kadar paralel yapı konusunda herhangi bir söylemi olmayan bazı idarecilerin birdenbire koro halinde konuşmaya başladıklarını hayretle izliyoruz. Kendi ülkesinin insanını, dindar halkını, polisini, savcısını, memurunu, vatandaşını “çete” olarak ifade etmek durumun ne kadar da “vahim” olduğunun bir göstergesidir. Gelişmiş ülkelere baktığımızda hiçbir ülkede hiçbir siyasetçi kendi vatandaşını tehdit olarak görmemiştir. Gelişmemiş ülkelere baktığımızda ise kendi halkını bölen, parçalayan, savaştıran ve bundan da rant elde eden devlet idarecilerini görebiliriz. Ülkemizin bunlardan çok uzak olduğunu varsayıyoruz. Halkın samimi duyguları ile besleyip büyüttüğü kurum ve vakıfların “karşı taraf” ilan edilmesinin ülkeye hiçbir şey kazandırmadığı, insanımızın manevi dinamiklerini bozduğu bilinmelidir. Ülkemiz her yönü ile mükemmeli hak etmekte ve buna ulaşmak zorundadır. Demokrasi ile yönetildiğine inandığımız bu ülkede her birey önce “adalet” duygusunu tam olarak hissetmelidir. Ülkemiz insanı en güzel ve kendi geleceği için güzellikler getirecek, birlik ve bütünlük söylemleri ile dolu, halkını huzursuz etmek yerine mutlu eden, çalışanın kendini güvende hissedeceği bir yönetimi hak ediyor ve bunu siyasetçilerden bekliyor.
- tarihinde hazırlandı.