Âlimler ve zalimler

Adalet mülkün temeli, zulüm, bu temele yerleştirilmiş bir dinamit…” buyuruyor Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi ve devam ediyor, “Adalet, Hakk’ı ve halkı hoşnut etmenin en emin yolu, zulüm, bu yolda yürekleri hoplatacak bir gulyabâni… Adalet hakkın sesi ve soluğu, zulüm baştan aşağı bir nefsânîlik hırıltısı…

Adalet, dünya ve âhiretin biricik emniyet vesilesi, zulüm bir haksızlık ve insafsızlık zehiri… Adalet, insanın yaratılış gayesi olan kulluğun Kur’ân’daki adı, zulüm şeytana köleliğin tecessüm etmiş hali… Adalet bütün insanlığı içine alacak evrensel barışın en sağlam köprüsü, zulüm insanî ufku kirleten, dünyayı cehenneme çeviren bayağılığın en dibe vurmuş şekli…”

Tarihin bütün sayfalarında açıkça görüleceği üzere, zulüm ile şimdiye kadar kimse payidar olmamış. Olmuş gibi görünenlerin de yanına kalmamış. Hâsılı, “Zulm ile âbâd olanın âhiri hep berbâd olmuş.” Bu yönüyle baktığımızda zalim, dünyadaki en bedbaht, nasipsiz kişidir. Çünkü Kur’an’ın tabiriyle “Allah’ın hududunu aşmıştır.” Bu haddi aşma bazen öyle bir noktaya gelir ki zulüm, küfrü dahi geçer. İşte o zaman yapılanlar “gayretullah”a dokunur ve eden de hemen bulacağını bulur.

Zalimin en büyük imtihanı kendisiyledir. Âdet-i Sübhânîsi muktezasınca Allah ona mühlet verir (imhâl eder). İstidraç nev’inden bir kısım başarılar da yer alır söz konusu mühletin içinde. Bütün bunlar zalimi zamanla daha da şımartıp küstahlaştırır. Mazluma karşı haklı olduğunu düşündürür kendine ve şakşakçılarına. Zulmünü katlayarak artırır böyle durumlarda. Hâlbuki farkında değildir zalim, Allah imhâl eder ama asla ihmal etmez. Zira O’nun (cc) nezdinde mazlumun âhı bir duâdır ve bu duânın kabulü de İlâhî adaletin muktezasıdır. “Zâlimin zulmü varsa mazlumun da Allah’ı var/ Bugün halka cevretmek kolay, yarın Hakk’ın divanı var.” sözü de bu tecrübenin bir terennümüdür.

Çeşit çeşittir zulümler. Ama hepsinin temelinde, insanın haddini aşması vardır. Kulun, tevhid çizgisini koruyamayıp, Allah’a kendini veya başkasını ortak etmesi demek olan şirk, en büyük zulüm olarak tarif edilir İlâhi beyanda. Allah’a karşı haddi aşmak budur. Açıktan açığa hak-hukuk tanımama, başkalarına cefada bulunma, onları aldatma, itibarlarıyla oynama, gıybet etme... gibi hususlar ikinci derecede birer zulüm olarak kabul edilir. Bu, insanın başkalarına karşı haddini aşması, onların haklarını ihlal etmesidir. Bir de İlâhî emir ve yasakları dinlememesi, haramlara karşı net tavır almaması ve her türlü günahı sorumsuzca işlemesi kişinin nefsine karşı zulmüdür. Bütün bu çeşitleriyle zulüm, Kur’an’da en ağır ifadelerle yerden yere vurulmuş ve müminler şiddetli ikazlarla uyarılmışlardır.

Mazlumların Efendisi (sallallâhu aleyhi ve sellem), her sabah ve her akşam sürekli tekrar ettiği dualarında “Allah’ım, zulmetmekten, zulme uğramaktan, birinin hukukunu çiğnemekten, biri tarafından hukukumun çiğnenmesinden Sana sığınırım.” buyurarak bütün zulüm çeşitlerine karşı bizi teyakkuza davet eder. “Allah zalime mehil üstüne mehil verir, bir kere de onu derdest etti mi, artık iflah etmez.” hadisi de, Nebiler Serveri’nin bir başka uyarısı olarak gönül sayfamızda yer alır. Allah Resûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâya) “Ümmetimden iki zümre şefaat yüzü görmez: Zulümle oturup kalkan zâlim ve dinde aşırılıklara düşen gâlî.” derken de, zulmün aynı zamanda ne büyük nasipsizlik olduğuna işaret buyurur.

Maalesef, günümüzde yukarıda bahsi geçen zulümlerin tamamı işleniyor ve hepsine karşı da sessiz kalınıyor. Belli kesimlere karşı mütemadiyen diz boyu haksızlıklar yapılıyor. Her türden tecavüz, tiranlarınkine denk hale gelmiş. Masum insanlara karşı karalama, iftira ve tezvir, medyanın eli ve dilinin ulaştığı alan genişliğinde. İnsanların şeref, haysiyet ve onurlarıyla oynama sıradan bir hal almış. Dindarlık kisvesi altında her türlü din dışı muameleye cevaz veriliyor. Dinin ve dini hayatın genleriyle oynanıyor. Şeklî bir kısım unsurlar öne çıkarılarak, dinin esası, ruhu, manası ve gayesi çürümeye bırakılıyor. Sözümona hak adına her türlü günah işleniyor.

Bütün bunlara gür bir sesle “yeter!” diyecek insan sayısı Tâlut’un ordusunda bir avuç suyla yetinen irade kahramanları kadar az. Görünen o ki çokları, nehrin soğuk suyundan kana kana içmiş. Karınlar ağrıyor, başlar dönüyor, bakışlar bulanıyor. Yola devam etmeye mecali kalmamış kendini suyun cazibesine kaptıranların. Zulme sessiz kalanlar da var, onu alkışlayanlar da. Tatlı ve soğuk suyun verdiği sarhoşlukla ne dediğini bilmeyenlere bakınca, hemen her dönemde yaşanmış benzer tablolar üşüşüyor insanın aklına. Allah’tan başka herkesten korkanları gördükçe de “Allah’tan hakkıyla ancak âlimler korkar” ayeti, daha bir anlamlı geliyor düşünenlere. Bütün bunlar, “âlim olmaktan maksat, sadece Allah’tan korkmakmış” dedirtiyor insaf ehline. Ve kadim tarihimiz, her türlü haksızlığı irtikâp eden zalimlerle, onlara karşı dik durup hakkı haykıran hakiki âlimlerin mücadeleleriyle dolu bir ibretler arenası olarak görünüyor, bakan gözlere.

Sultanların âlimleri de olmuş her dönemde, “âlimlerin sultanı” olma payesine erişenler de. Bizim dünyamızın zalimleri, zulümlerine mutlaka fetva bulmuşlardır yanı başlarında elpençe divan duran âlimlerinden! Ebû Hanîfe’yi zindanlarda kırbaçlatarak şehid eden Abbasî halifesine yol gösterenler de kendilerine âlim diyorlardı mutlaka. İmam Rabbânî’yi hapse attıran Cihangîr de yaptıklarına etrafındaki yaltakçı âlimlerden icazet almıştı elbette. Hiçbiri tarihe mal olamamış, isimlerini dahi bilmediğimiz şahsiyetsiz, kişiliksiz, nasipsiz böyle rüsûm ulemasının yanı sıra imanın, İslâm’ın, ilmin izzetini koruyan, Hakk’ın hatırını âlî tutan hakiki âlimler de çoktu. Hepimizin gönüllerinde taht kuran, bir kıblenüma gibi yolumuzu aydınlatan bu müstesna kâmetler, dik duruşlarının bedelini de ödediler her devirde. Başta dört büyük mezhebin kurucuları İmam-ı Âzam, İmam Şafiî, Ahmed b. Hanbel, İmam Mâlik hazeratı olmak üzere, fıkhın devâsâ şahsiyeti İmam Serahsî, mana âleminin yıldızları İmam Şâzilî, Abdülkadir Geylâni, Mevlâna Celaleddin-i Rûmî, Mevlâna Halid-i Bağdadî, Bediüzzaman Said Nursi ve Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi bilinen en meşhur örneklerden.

Bugünü anlamak ve doğru yorumlamak için bu insanların çilelerine, hayat sergüzeştilerine, katlandıkları sıkıntılara, maruz kaldıkları her türlü zulüm, işkence, isnad ve iftiralara, bütün bunlar karşısındaki duruşlarına, tavırlarına ve geride bıraktıkları muhteşem mirasa vâkıf olmak gerekiyor. Değerli ağabeyim Ekrem Dumanlı, Zaman Gazetesi’ndeki yazılarında bu konulara haftalar boyu temas etti. Tarihten misallerle, günümüz hadiselerini doğru okumamıza yarayacak perspektifler sundu. Bazen zalime seslendi yazılarında bazen mazluma. Zaman zaman a’rafta kalıp kıbleyi şaşıranlara da yol gösterdi. Yapılan zulümlerden, işlenen haksızlıklardan örnekler verdi. Nehy-i ani’lmünker vazifesini en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etti.

Belli bir sistematik içinde aylar boyu devam edip giden bu yazılar Kaynak Yayınları tarafından çok enfes bir tasarımla kitaplaştırılıp istifademize sunuldu. Okumayanın, günümüzü değerlendirme adına eksik kalacağı çok yararlı ve ciddi bir çalışma, bu vesileyle derli toplu olarak önümüze geldi. Bize ise hem Ekrem abiye hem de Kaynak Yayınları’na bu güzel çalışmadan ötürü gönülden teşekkür etmek ve kitabı alıp okumak düştü…

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/suleyman-sargin/alimler-ve-zalimler_2257381.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.