Peygamberâne duruş

Hizmet insanı kendini Hakk’a adamış insandır. Her işinde Allah’a dayanır. Böyle olunca vazife ve sorumlulukları istikametinde arkasına bakmadan yürür gider. Nasıl bir kuvvete dayandığını ve kimin hesabına hareket ettiğini iyi bilmektedir. Hedefinden de emindir, yürüdüğü yolun doğruluğundan da. Yol boyu bir an bile yalnız bırakılmadığına ve bırakılmayacağına da imanı tamdır. Bu sebeple hizmet insanı asla fikrî, hissî dağınıklığa düşmez, davasıyla ilgili tereddüt yaşamaz. Sorumluluklarını derin bir şuur ve hassasiyetle yerine getirmeye gayret eder, sonra da ciddî bir iç huzuruyla neticeyi Allah’tan bekler.

Hak hoşnutluğu hizmet insanının tek hedefidir. O’nun rızasını “olmazsa olmaz” bir esas kabul eder. Elinden geldiğince bunun dışındaki bütün değerlere karşı kapanır ve sürekli nefsinin isteklerinden uzak durmaya çalışır. Bir gün gidip yollar bütünüyle sarpa sarabilir. Ufuklar kararıp her yanı telâş ve endişe kaplayabilir. Bu durumda bile o, ne yürüdüğü yola kahreder, ne panikler, ne de geriye döner. Akif’çe ifadesiyle “Hakk’a dayanır, sa’ye sarılır, tevfîke râm olur.” Veya Hz. Nuh gibi “Yâ Rab yenik düştüm; nusretinle teyit et.” diyerek bütün samimiyetiyle O’nun hıfzına, riâyetine sığınır.

Hak yolunda bulunmak, herkese Hakk’ı anlatıp Hakk’ı duyurmak ve yoldakilere yol âdâbıyla alâkalı rehberlikte bulunmak bir ibadettir. Bunun yanı sıra her şeyi Allah’tan beklemek, beklerken “zamanın çıldırtıcılığına” karşı dişini sıkıp sabretmek de ayrı bir ibadettir. İnsan bazen, hizmet ederken daha ilk hamlede Allah’ın inayetine mazhar olur ve aradığını bulur. Bazen de bir ömür boyu koşar ama görünürde hiçbir şey elde edemez. Fakat o da sonuçta sabrıyla, gayretiyle ve niyetiyle kurtulur...

Hizmet yolunda insana bazen dünyevî hâdiseler ve dünyalılar yol vermezler. Bazen de başa gelenler, altından kalkılmayacak şekilde çetin cereyan eder. İmtihanların ardı arkası kesilmez. Ancak adanmış gönüller, görüp duydukları bu şeyler karşısında ne sarsılır, ne sendeler, ne de tereddüde düşerler. Onlar, yaşadıkları her hâdiseyi müteâl iradenin bir muamelesi kabul ederler. Başa gelen her şeyi imtihan sayar, imtihanları tevekkül ve teslimiyetle göğüslerler. Yollarını kesen zorbalara her durumda insanlık dersi verirler ve himmetlerini dağıtmadan yücelerden yüce hedeflerine yürümeye devam ederler.

İşte bu çerçevedeki bir hizmet erinin sevda ölçüsünde tek bir derdi vardır; o da, herkesin Allah’ı bulup O’na yönelmesi, değişik kulluklardan kurtulup sadece O’nun bendesi olması.. Çünkü bu dert, aynı zamanda umum peygamberlerin derdidir. Bu dert, Hakk’a dilbeste olmuş bütün sinelerin derdidir. O, bu derdinin peşinde dur-durak bilmeden çarşı pazar dolaşır durur. Rehberi de başta İnsanlığın İftihar Tablosu (sallallahu aleyhi ve sellem) olmak üzere bütün peygamberan-ı izamdır. Aynen onlar gibi inandığı hakikatleri muhtaç sinelere duyurma gayretiyle sürekli inler ve önüne gelen herkese Nuh Peygamber lisanıyla: “Vatandaşlarım, gelin yalnız Allah’a ibadet edin; edin ki sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur. Bunu yapmazsanız müthiş bir günün azabının gelip tepenize ineceğinden korkarım.” (A’râf/56) der. Bazen de Habibünneccâr gibi, hizmet edenlerin yardımına koşar ve: “Ey kavmim, uyun o elçilere, uyun ki, hizmetleri karşılığında sizden bir ücret istemiyorlar ve kendileri de dosdoğru bir yoldalar. Hem ne oluyor ki bana? İbadet etmeyeyim o beni yaratana? Ve zaten hepimizin dönüşü de O’na. Ben, Cenâb-ı Hak dilemeyince, hiçbir zarar vermeyecek olan ve şefaatleri de bir işe yaramayan, nihayet beni kurtaramayan kimseleri mâbut edinir miyim?. Edinirsem, o zaman apaçık bir sapıklık içindeyim demektir. Şimdi iyi dinleyin; ben o herkesin Rabb’i, Rabb’imize iman ediyorum.” der ve ardından ona “Haydi buyur cennete.” fermanı gelir (şehit edilir). O ise (derin bir civanmertlik hissiyle) “Âh keşke halkım, Rabb’imin beni affedip ikramlara mazhar kıldığını bilselerdi!” (Yâsin/20-26) şeklinde mırıldanarak, Allah ve onlar karşısında tavır ve duruşunu ortaya koyar.

Hizmet insanının bu uğurdaki gayretlerine, çalışmalarına dalâlet ve sefahet diyen de çıkacaktır, onları yurtlarından yuvalarından çıkarma ile korkutan da. Onlarla birlikte olanların bütün imkânlarını ellerinden alma tehdidinde bulunanı da görürsünüz, başlarındaki mürşitlerini itibarsızlaştıracağını sananları da. Bu tarih boyunca hep böyle olmuştur, böyle olmaya da devam edecektir. Ancak mürşidlerini, rehberlerini hafife alan olabildiğine azgın, küstah, saygısız, mağrur ve bencil o kin, nefret, öfke yığınlarına karşı bu azim ve irade insanları hep kararlı davranmış ve gürül gürül konuşmuşlardır. Şuayb Peygamber kendi devrindeki benzer bir güruha, “Allah bizi, sizin o bâtıl ve sapık anlayışınızdan kurtardıktan sonra, kalkar da tekrar sizin o çarpık tefekkürlerinize dönersek, Allah’a karşı apaçık bir iftira yolunu seçmiş oluruz. Allah göstermesin, böyle bir şeyi yapmamız asla söz konusu değildir. Biz yalnız Allah’a güvenir, Allah’a dayanırız. Şimdi ey Rabb’imiz, Sen bizimle kavmimiz arasındaki problemi çöz; hakkı izhar buyur. Sen problemleri en iyi çözensin.” (A’râf/89) ifadeleriyle meydan okumuştu. Hud (aleyhisselam) da, “Ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olunuz ki ben sizin Allah’a eş-ortak koşageldiğiniz putların hiçbirini tanımıyorum. Şimdi hepiniz birden, hem de hiç göz açtırmadan bana ne isterseniz yapınız. Ben, sizin de, benim de Rabb’im olan Allah’a güvenip dayandım.” (Hûd/54-56) diyerek duruşunu ortaya koymuştu.

Bu gönül insanlarının hemen bütünü hep aynı hedefi kollamış, aynı çizgide hareket etmiş ve aynı değerlere saygı duymuşlardır. Onların duygu, düşünce ve davranışlarında hep aynı şeyler göze çarpar ve mesajlarında da aynı dava ve davet birliği görülür. Ayrı ayrı devir ve ayrı ayrı coğrafyalarda neş’et etmiş olmalarına rağmen, hemen hepsinin de aynı misyonun temsilcileri olduğu açıkça müşahede edilmektedir.

Bu kudsîlerin asıl vazifeleri ise insanları küfür ve dalâlet karanlıklarından kurtararak imanın aydınlığına çıkarmak, ruhları uyararak gönüllere Hakk’ı duyurmaktır. Değerli arkadaşım, Fatih Ünv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Hasan Yenibaş’ın kaleme aldığı, Işık Yayınları’ndan çıkan, Peygamberler Tarihi adlı eseri okurken, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi’nin “Allah ve Hadiseler Karşısında Peygamberane Duruş” makalesine gittim. O makaleyle birlikte kitabı mütalaa etmek, çok farklı pencerelerin açılmasına vesile oldu. Hem bu değerli eseri hem de o muhteşem makaleyi sizlere bugünlerde özellikle tavsiye ediyorum…

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/suleyman-sargin/peygamberane-durus_2249388.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.