Rabb’im ahlak güzelliği versin
İslam dini, müntesipleri olarak bizden sadece ibadetlerde değil, ahlâk-ı âliyeye (güzel ahlak) dair konularda da tam bir temsil insanı olmamızı ister. Bunu elde etmek için vakar, ciddiyet, temkin, ağırbaşlılık, edeb gibi vasıfları fıtratımızın bir buudu haline getirerek, benliğimizle bütünleştirmemiz şarttır. Tabii ki, bu seviyeye çıkabilmek oldukça zordur. Bundan daha zoru, yakalanan seviyeyi koruyabilmektir.
Güzel ahlakı tabiatımıza mâl edebilmek için iradenin hakkını vermek ve ciddi gayret sarf etmek gerekiyor. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) bir hadislerinde, “Bu Kur’ân hüzünle inmiştir. O’nu okurken ağlayın. Şayet ağlayamıyor iseniz, kendinizi ağlamaya zorlayın.” (İbni Mâce, İkame 176; Zühd 19) buyuruyor. Bunun manası “Kur’ân’ı tam bir kalb huzuru ve iç itminanı ile okuyun. Ancak bunu hemen elde edemeyebilirsiniz. Elde etmek adına sun’î de olsa bir kısım teşebbüslerde bulunmanızda bir mahzur yoktur.” demektir. Ancak böyle bir sun’îlik, insanda tam ihlası yakalama arzusu ve hedefi varsa mazur görülebilir. Bu çok ince, hassas ve kaymaya müsait bir konudur.
Güzel ahlakı (ahlâk-ı âliye) elde etmek adına da aynı türden gayretler içinde olmak gerekir. Mesela, az konuşma, güzel ahlâka ait prensiplerin başında gelir. Efendimiz’in beyanına göre çok konuşanın çok sakatatı olur. Son dönem televizyon ekranları, gazete sayfaları, siyasi platformlar maalesef bu nevi sakatatın örnekleriyle dolu. İşte bu çok sakatat da hiç farkına varılmadık şekilde insanı cehenneme götürür. Onun için Allah Resûlü (aleyhi ekmelü’t-tehâya), kendisine soru sorulmadan ya da bir maslahat gözetmeden asla konuşmazdı. O’ndan bu dersi alan Sahabe-i izâm hazerâtı da hep aynı şekilde hareket ederdi.
Meselâ, sadakat kahramanı Hz. Ebû Bekir efendimiz (radıyallahu anh) -sahih kaynaklarda şimdiye kadar rastlamadığımız ama doğru olmasa bile, hiç yadırgamadığımız ve yadırgamayacağımız bir menkıbeye göre- ulu orta konuşmamak için ağzına küçük bir taş koyardı. Konuşması gerektiği zaman onu çıkartır, konuşur, sonra tekrar koyardı. Menkıbeye yer vermeseler de kaynaklar bize, hicretten sonra Hz. Ebû Bekir’in Nebiler Serveri Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda birkaç yüz kelimeden fazla konuşmadığını söylüyorlar.
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, az konuşmanın ehemmiyetine dair şu dikkat çekici tespitlerde bulunur: “Eğer insan kalbî, ruhî ve fikrî hayatı adına bir şeyler anlatıyor, anlattığı şeylerle muhataplarının ufkunu açıyorsa, onun konuşmasında yarar vardır. Aksi halde, bütün konuşmaları israf-ı kelam cümlesi içinde mütalâa edilebilir. Rica ederim, akan bir derenin kenarında abdest alırken suyu israf etmemeyi emreden bir dinin, insan için sudan çok daha önemli cevher gibi kelimelerini israf etmesi nasıl caiz olabilir!” Demek ki hiçbir gereği yokken yapılan, mânâsız, boş ve abes konuşmalara çok rahatlıkla sakıncalı nazarıyla bakabiliriz. Ahiretimiz adına hiçbir şey vaat etmeyen ve içerik itibarıyla bir derinliği olmayan sözlerle laf ebeliği yapmak çok mahzurludur. O halde yeme, içme, giyim ve kuşamda olduğu gibi, konuşmada da iktisatlı davranmak esas olmalıdır. Anlatılacak husus, vurgulanacak tema ve işlenecek ana fikir kaç kelime ile anlatılabilecekse israf-ı kelama girmeden hesap edilmeli ve ona göre konuşulmalıdır.
Dünden bugüne mana büyükleri bizlere hem “kıllet-i kelâm”, “kıllet-i taam”, “kıllet-i menâm” diyerek az konuşmayı, az yemeyi ve az uyumayı hem tavsiye etmişler hem de bu çok önemli üç meseleyi, hayat düsturu haline getirmişler. Kendilerinden çok şey öğrendiğimiz, -Rabb’im sağlıklı, uzun ömürler versin- mana büyüklerimizin de aynı tavrı sürdürdüklerini görüyoruz.
Onlardan öğrendiğimize göre sözü tartarak, süzerek, ağızdan çıkacak her kelimeyi düşünceye ve kalbe vize ettirerek konuşma bir ahlâk işi. İnsanın bu ahlâkı kazanabilmesi ve fıtratının bir parçası haline getirebilmesi de bir hayli zaman ve bir hayli çaba istiyor. Önce Allah’tan korkmalıdır insan ve ahiretten endişe etmelidir. Ağızdan çıkan her kelimenin, söylenen her yalanın, atılan iftiranın, bühtanın, hakaretlerin, boş lafların, gıybetlerin, dedikoduların hesabının birer birer hem muhataplar hem de Alîm u Habîr (cc) tarafından sorulacağını aklından çıkarmamalıdır. Bu dönemde yaşadıklarımız, maruz kalınan sözlü ve fiilî hakaretler, tecavüzler, zulümler sahibine yakışsa da bizleri ahlâk çizgimizden uzaklaştırmamalıdır.
Güzel ahlakı elde etmede dünyevî hazları terk edip, cismanî meyillere karşı koyma mânâlarına gelen “zühd” de çok önemli bir yere sahip. Zühdün genel çerçevesi, tasavvuf düşüncesinin bir ekol, bir mektep olarak ele alınmasından çok daha önceleri, Efendimiz (aleyhis’salâtü ve’sselam) tarafından bir ruh ve mânâ olarak belirlenmişti. Bediüzzaman Hazretleri’nin yaklaşıyla zühd, “dünyayı kesben değil, kalben terk etme”, dünya ve mâfîhaya iltifat etmeme, dünyevî herhangi bir beklenti içine girmeden ve geride hiçbir şey bırakmadan ahirete intikal edebilme anlamına gelir. Böyle bir zühd, her mü’minin hele hele günümüzde bu kudsî dâvâya gönül vermiş hizmet erlerinin vazgeçilmez bir vasfı olmalıdır.
Mal-menal, makam-mansıp, şöhret vs. bütün yönleriyle dünyaya karşı böyle bir tavır belirleme nefse çok zor gelebilir. Ama bu düşünce, küçük şeylerden başlayıp büyük şeylere doğru işletile işletile bir gün insanın ayrılmaz bir parçası olur. Hizmet insanlarının yarım asırdan beri ortaya koydukları fedakârlıkların yanında, son dönemde eşine az rastlanır zulümlere maruz kalan bir müesseseye, evlerini, arabalarını satma pahasına sahip çıkmaları zühdün önemli bir ahlak olarak yerleştiğinin en bariz örneklerinden. Muhterem Hocaefendi’nin cami penceresinden başlayıp, tahta kulübeye ve oradan küçücük bir odaya uzanan hayat sergüzeşti de milyonlarca insanın içinde böyle bir zühd anlayışının oluşmasında müstesna bir yere sahip. Ona milyarlarca lira servet isnad eden, ceketini diline dolayan, kaldığı küçücük odacığa utanmadan “malikâne” diyen bahtsızlar anlamasalar da, Allah da, insaf ve iz’an sahibi kullar da hakikati biliyor.
İnsan, hayatının her döneminde başta az konuşma ve zühd olmak üzere, güzel ahlakın bütün örneklerini ortaya koymalıdır. Ne zaman biteceğini bilmediği bir dünya hayatı için ahlaksızlığa meyletmemeli ve temsilin hakkını vermelidir.
Kaynak: http://www.zaman.com.tr/suleyman-sargin/rabbim-ahlak-guzelligi-versin_2244982.html
- tarihinde hazırlandı.