Baharın bir parçası olmak veya icraat-ı ilahiden rol çalmak
Çok iyi bir şairsiniz. Dolmakaleminizi çıkarıp güzel bir şiir yazmaya başlıyorsunuz. Bakıyorsunuz ki bir süre sonra kaleminiz şiiri kendi yazdığını sanıp bunu seslendirmeye başlamış. Kendisinin aciz bir kalem olduğunu unutup masadaki diğer kalemlere caka satmaya ‘Bakın ben olmazsam bu şiir olmazdı, şair benim, ne de güzel yazıyorum' demeye başlamış. Ne yaparsınız?
Değerli de olsa o dolma kalemi artık kullanmaz, ‘emin' bir kalem ararsınız. Çok iyi bir ressamsınız. Güzel bir tablo yapıyorsunuz, sabah uyandığınızda bir başkasının, tablonuzun altına imza attığını görüyorsunuz. Veya bir gazeteye yazı gönderiyorsunuz. Kendi adınızla basılmasını bekliyorsunuz. Basılan gazeteye bir bakıyorsunuz ki başka isimle yayımlanmış. Yazıyı beğenen biri kendi adını iliştirmiş. Öfkelenirsiniz.
‘Melikin atiyelerini, ancak matiyyeleri taşıyabilir.' Cenab-ı Allah'ın lütuf ve rahmetine vesile edeceği emanetçilerin o lütufları taşımaya liyakatli olması gerekir. Sahiplenme burada en büyük günah olan şirk olarak karşımıza çıkıyor. Allah'ın bize olan lütuflarını sahiplenmek ve kendinden bilmek, kazanlar dolusu süte bir damla bile olsa necaset karıştırma demektir. O sütü kimse içmez. Kabiliyet, yetenek, zekâ; hizmette muvaffakiyet, kalplere tesir... gibi Cenab-ı Allah'ın size olan emanetlerinden kendi nefsinize pay çıkarırsanız, emanetçilik imtihanını kaybedersiniz, Allah da lütuflarını keser.
Bahar temizliği
Çok uzun ve karanlık kışlardan sonra bir bahar yaklaşıyor. Her bahar kendi imtihanlarıyla gelir. Sizden beklenen, sabırla bahar imtihanlarını aşmak. Allah'ın eleye eleye büyük baharları sırtlarına yükleyeceği kadrodan kayıp gitmeme... Ötesinde sadece işini yapma, tarlaya su vermeyi ihmal etmeme, ayrık otlarını temizleme, toprağı eşelemek… Eğer ‘baharın bir parçası' olmayı düşünüyorsak düz ve sade bir bahçıvan olmayı baştan kabullenmek gerek. Dâhi bir bahçıvan olmamıza gerek yok. Allame bir botanikçi olmamıza lüzum yok. Engin tecrübeli ağabey olmak şart değil. Biz çok iyi bir bahçıvan olduğumuz için bahar gelmeyecek. Allah baharı dilediği için bahar gelecek. Her çiçek O'nun adıyla açar. Kendimizi hasbelkader bu kutsi bahçede bulduk. ‘Ben ne becerikli bahçıvanım' veya ‘biz ne güzel bahçıvanlarız' demek yanlış.
Ben geldikten sonra inkişaf oldu / O problemi ben çözdüm / Ben müdür olduktan sonra… / Ben olmasam bu dernek-vakıf olmazdı / Ben olmasam bu işler karışır / Ben düzeltmeseydim… / Bu üniteyi ben akıl ettim / Şu, şu insanları hizmete ben kazandırdım… / Ben geldikten sonra şu şu işler oldu…
Veya ‘bizleme'ye sığınmış bir ‘tesettürlü-kibir'le: Arkadaşlarımız çok becerikli / O işi ancak biz hallederiz / Çok güzel bir okul açtık / Bizim hizmet… / Onlar kim ki, ezer geçeriz / Bizimle yarışamazlar… / Bu projeyi biz icat ettik… gibi sözler ummanlar dolusu sütü telvis etmeye yeter ve yapılan her şey şirkle malul hale gelir. Bu psikolojik halde ısrar ediyor, irademizle kendimizi arındırmıyorsak ve eğer Allah bizi seviyorsa tasaffimiz için ağır imtihanlara davetiye çıkar ve çıkıyor.
Hz. Bediüzzaman milyonların hidayetine vesile olan Risale-i Nur'u sahiplenmez, tevazu ile iki büklüm yaşar. ‘Evet, lezzetli üzüm salkımlarının hâsiyetleri, kuru çubuğunda aranılmaz. İşte ben de öyle bir kuru çubuk hükmündeyim' der. Bir başka yerde ‘Hem deme ki, halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var. Hayır, hâşâ!' Bediüzzaman orada da durmaz, nefse durması gereken yeri gösterir. ‘Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır.'
‘Ben... Ben...’ diye zikrederek dolaşmak
Hocaefendinin ifadesiyle "Ben yaptım, ben ettim, demek açık saygısızlık, ‘Allah'ın izniyle, inşallah, maşaallah' gibi koruyucu seralar içinde konuşma tarzı ise gizli saygısızlık... Eserlerde ‘ene(ben)'yi kırmak için ‘nahnü(biz)'ye müracaat etmek tavsiye ediliyor. Ama burada ‘nahnü' de işe yaramıyor. Onun için ‘nahnü'yü de aşıp ‘Hüve(O)'ye sarılmak gerektiğine inanıyorum.”
Bu bahar bahçesinde Allah'ın adıyla gezip O'nun adına dolaşmak dururken ben ben... diye kendi ismini zikrede zikrede dolaşmak, vesileliğin bitişine davetiye olur. Saffı evvelli teşkil etme veya turnikeye önceden girme bahardan kendine pay çıkarmaya mazeret olmaz. ‘Küçük dağlar ben yarattım' demekle ‘bu müesseseyi ben kurdum' demek veya öyle düşünmek şirk yönüyle farksız. Yapılan sahiplenme Cenab-ı Allah'ın icraatlarından rol çalmak. ‘Ben öttüğüm için güneş doğuyor' diyen horoz misali veya dünyanın iki boynuzu üstünde olduğunu zanneden öküz misali kendine rol biçmek insanı gülünç hale sokar. Allah, ‘atiye'lerini (hidayet nurlarını) dağıtmak için memer olmuş, ‘su borusu olmayı kabullenmiş' insanları istihdam buyurur. Pırıl pırıl bir memer iken paslanmış bir boru haline gelmişsek Allah oradan ab-ı hayat akıtmaz. Kendini sıfırlama baharın bir parçası olmanın yegâne anahtarı. O kadar sıfırlamalı ki kendine dönüp sıfırlayacak bir şeyler aradığında eli boş dönmeli. ‘Ben muhtemelen nefsimi karıştırıyor, Allah'ın bazı eltafını engelliyorum' deyip istiğfar etmeli. ‘Ben olmasaydım bu işler daha iyi bir insanla temsil edilirdi' demek ve bunu benliğine yerleştirmek o lütufların devamının tek garantisi.
‘Evet, yol iki görünüyor': Ya baharın bir parçası olma şeref ve onuruyla iktifa edecek, düz, basit ve sıfır bir bahçıvan olacağız. Veya Bahar Sahibi'nin tapulu bahçelerine kendi zavallı bahçıvanlığımızın narsist ve megoloman heykelini dikip şirke girecek, neticede karga tulumba bahçeden atılacağız.
- tarihinde hazırlandı.