• Anasayfa
  • Kurban Bayramı - Fethullah Gülen Web Sitesi

1975 Kurban Bayramı Vaazı

Bu bölümde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 13 Aralık 1975'de Manisa Muradiye Camii'nde Kurban Bayramı münasebetiyle verdiği vaazı dinleyebilirsiniz.

  • Kurban Bayramı'nın mana ve ehemmiyeti... Kurban Bayramı'nda getirilen tekbirlerin önemi... Kurban Bayramı'nda bizden istenen fedakarlıklar...
  • Kurban Bayramının iki önemli yönü vardır...
  • Fedakârlık...
  • Kurban Bayramına "Udhiyye" denir. Bu, fedakârlık manasına gelir. İnsanlar mukaddes bildikleri dava uğrunda seve seve mallarını, mülklerini feda ederler.
  • Uhud savaşı öncesi Efendimiz'in (sav) gördüğü rüya ve Uhud meydanında Ashabın yaptığı fedakârlıklar....
  • Nefsini hesaba çekme...
  • Nimetlerin farkına varmamızın en güzel yolu, devamlı muhasebe içinde olmaktır. Konuyla alâkalı olarak "Sigaya çekilmeden evvel kendinizi hesaba çekin." hadisi izah ediliyor.
  • Amr bin As'ın (ra) Hudeybiye antlaşmasından sonra Müslüman oluşu... Afrika'yı fethi... Vefat ederken yaptığı o müthiş nefis muhasebesi...

1976 Kurban Bayramı Vaazı

Bu bölümde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 2 Aralık 1976'da İzmir Bornova Merkez Camii'nde Kurban Bayramı münasebetiyle verdiği vaazı dinleyebilirsiniz.

  • İnsan; Mevlâ'nın kendisine ihsan ettiği şeyleri O'na yükselebilmek için, O'nun yolunda kullandığı nispette terakki eder. Cenab-ı Hakka vasıl olan her yol, temelinde ona karşı bir hasbilik, bir fedakârlık bir feragat gerektirmektedir...
  • Mevlâ nimetini tastamam vermiş, hiçbir şeyi eksik bırakmamış... Gözü vermiş, görebilmemiz için de Güneş'i var etmiş... Ağzı lütfetmiş, tadabilmesi için uygun yiyecekler yaratmış... Hasılı verdiği şeylere uygun, istifade edilecek şeyler yaratmış. Bize düşen, bu marifet sofrasından bizden istenildiği ölçüde istifade etmesini bilmek...
  • Kurban Bayramı, Hz. İbrahim'in fedakârlığıyla açılmış, başlamış bir kapının adıdır. Bu bayramda inananlar, kurban kesmek, para sarf edip hacca gitmek suretiyle fedakârlar topluluğuna katılmak isterler...

1979 Kurban Bayramı Vaazı

Bu bölümde Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 31 Ekim 1979'da İzmir Bornova Merkez Camii'nde Kurban Bayramı münasebetiyle verdiği vaazı dinleyebilirsiniz.

  • Bayramlar nasihat gününden ziyade, insanın içini Rabbisine döktüğü günlerdir. İnandığı, bağlandığı Rabbisine karşı bir hesaplaşma günüdür. Rabbimizin huzurunda ne kadar kıymetimizin, ne kadar değerimizin olduğunu anlama günüdür...
  • Recâ; insanın ümidi demektir. "Ben günah işleyeyim de Allah beni affetsin!" ümidi, kendi kendini aldatmaktan ibarettir. Reca; "Nasıl olsa affeden bir Allah'ım var." deyip günah işlemek demek değil, "Düştükten sonra döndüğümde beni kabul buyuracak bir Rabbim vardır." ümidi ile yaşamaktır...
  • Bayramda, Allah'ın rahmetini intizar etmek için gözlerin dört açılması... Hapishanede veya mahkemede, hakkında verilecek hükmü bekleyen bir mazlum ve mahkum gibi, dört gözle Rabbin rahmetini beklemek...

373. Nağme: Kurban da bir paratonerdir!..

373. Nağme: Kurban da bir paratonerdir!..

Soru: Hazreti Üstad, 1. Dünya Savaşı’nda müslümanların maruz kaldığı zayiat-ı maliye ve meşakkat-i bedeniyenin sebeplerini anlatırken, fakirlere gelen acı, açlık ve kahtın sebebini orucun tatlı açlığını çekmemeleri, zenginlere gelen hasâret ve zayiatın sebebini de zekât yerinde ihtikâr etmeleri olarak nazara veriyor. Kurban ibadeti de bir paratoner olarak değerlendirilebilir mi?

Bediüzzaman hazretlerinin meseleye yaklaşımındaki derinliğe, hadiselerin perde arkasına bakışına, musibetleri okuyuşuna ve istiğfar çağrısına dikkat çekerek sözlerine başlayan Hocaefendi, bugün yapılan hizmetlerin bir yönüyle vaktinde eda edilmeyen vazifelerin kazası, mazideki hataların telafisi ve onların bir nevi kefareti olduğunu anlattı.

Kadınıyla erkeğiyle fedakâr ruhların, bir seferberliğe çıkmış gibi, gönüllü olarak, ülkemizin ve dünyanın dört bir yanına açılmalarını, bayramı evlerinde geçirme yerine başkalarına da bayram tattırmaya koşmalarını ve anne babalarının yanına varmak için saatlerce yol alanlara bedel saatlerce yol alıp başkalarına kurban yetiştirmelerini takdirle dile getiren Hocaefendi, bu ihlas ve takva şuuru ile kurban kesen/dağıtan insanların, bir taraftan rıza-yı ilahiyi kazanacaklarını, diğer yandan da böyle halis bir amel sayesinde gönüllere taht kuracaklarını ifade etti.

Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in, “Bu benim için, bu da ümmetimden fakirlerin yerine!.” diyerek birden fazla kurban kestiğini, hatta Veda Haccı’nda -altmış üçünü bizzat, diğerlerini Hazreti Ali’nin eliyle olmak üzere- yüz deve kurban ettiğini; böylece hem vacip olan kurban görevini yerine getirip hem de nafileler vesilesiyle kurbete erme ufkunu gösterdiğini; bu itibarla da, muhtaçlara yardım etme ve onların da bayram yapmalarına vesile olma niyetiyle on, yirmi, hatta yüz kurban kesen insanların bir sünneti ihya sevabı alabileceklerini belirten Hocaefendi, “Benim imkanım olsa hepiniz için burada birer tane kurban keserim!” dedi.

Kurbanın, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in çok önem verdiği bir ibadet olduğunu; Hanefi mezhebinde “vacip” sayılan kurbana, Şafii mezhebinde “sünnet” denmesinin (iki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülerek) kat’iyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemesi gerektiğini dile getiren Hocaefendi, Kurban Bayramı’nın bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmesi, diğer yandan da o mübarek ibadetin herkese sevdirilmesi, herkesin ona özendirilmesi lazım geldiğine değindi.

Allah’ın rızası gözetilerek yapılan en küçük işin dahi dergah-ı ilahîde çok kıymetli olduğunu; bu açıdan, hiçbir iyiliğin küçük görülmemesi gerektiğini; hangi amelin ötede nasıl bir kıymete ulaşacağı burada bilinemediğine göre, insanın her güzel işe kıymet vermesi ve önüne çıkan her hayırlı fırsatı öteler hesabına değerlendirme gayreti içinde olması lazım geldiğini vurgulayan Hocaefendi, kesilen kurbanların yeryüzünün dört bir yanında akıtılan kanları durduracak bir paratoner olarak da görülebileceğini, Hak katında böyle bir vesile sayılabileceğini ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetinden bunun da beklenebileceğini belirtti.

Fethullah Gülen Hocaefendi sözlerinin sonunda şunları söyledi:

“Bunların hepsi O’nun kapısının tokmağına dokunmadır: Gitme bir dokunmadır.. kurban götürme ayrı bir dokunmadır.. kapı kapı gezip onları verme ayrı bir dokunmadır.. “İyi misiniz, başka bir isteğiniz var mı?” deme ayrı bir dokunmadır.. çoğu fakir olan o çocuklara oyuncak götürme o tokmağa ayrı bir dokunmadır Bunlar adeta peşi peşine hiç yılmadan usanmadan dua etmek gibi bir şeydir. Cenâb-ı Hak o dualara ne zaman icabet edeceğini ancak kendi bilir. Siz oradaki vefanızı, sadakatinizi, samimiyetinizi, sabit-kadem olduğunuzu ortaya koymuş olursunuz; O da ahlak-ı sübhanisiyle size muamelede bulunur.”

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

385. Nağme: İhlas, Kurban hizmeti ve bir rüya

385. Nağme: İhlas, Kurban hizmeti ve bir rüya

Fethullah Gülen Hocaefendi, bir iki saat önce ikindi namazını müteakip dar bir dairede kısacık bir hasbihalde bulundu. Hocaefendi, ihlasın ehemmiyetine vurguda bulunurken geçtiğimiz gece gördüğü bir rüyayı anlattı. Yurt içinde ve dışında adeta kurban seferberliği yapmış olan fedakâr ruhlar için bir tebrik ve takdir olarak yorumladığımız o rüyayı da ihtiva eden 8 dakikalık ses kaydını arz ediyoruz.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

419. Nağme: Kurban, Hac ve insanlık yetimleri

419. Nağme: Kurban, Hac ve insanlık yetimleri

Fethullah Gülen Hocaefendi'ye içinde bulunduğumuz hac ve kurban mevsimine ait ibadetlerdeki “taabbudîlik” ve “hikmetler” meselesini sorduk.

Fethullah Gülen Hocaefendi, kurban vazifesini, bu vesileyle yola çıkan kurbet kervanlarını, dünyanın dört bir yanında yardım bekleyen müminlerin/insanların imdadına koşmanın önemini ve ister niyet isterse icraat fasıllarında dikkat edilmesi gereken hususları anlattı.

Zulüm ve gadrin, hacca gidecek insanların önlerini kesmeye kadar uzandığı günümüzde, adanmış ruhlar için yol âdâbını bir kere daha hatırlattı.

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Bayram Düşünceleri (2)

Kurban Bayramı, Hz. İbrahim ve İsmâil'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, bir fedâkarlık, bir hasbîlik ve bir teslimiyet sembolü olagelmiştir. Kurban Bayramı, tıpkı orduların savaşa gidişi gibi gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır. Onda hem bir mûsiki ve şiir hem de muharebelerin bin tarraka ile gürleyen hakkı ilan sesleri içiçedir.

Hac, Kurban ve kurbet kervanları

Soru: 1) Kur’an-ı Kerim’de Zât-ı Ulûhiyet, Resûl-ü Ekrem, zaman, mekan ve eşyaya yapılan yeminler arasında “on gece” üzerine de kasem edildiğini görüyoruz. Bu yemini nasıl anlamalıyız? İmkanı olanların Hacca gitmek suretiyle mukaddes beldelerde değerlendirdikleri Zilhicce’nin ilk on gününü o mübarek sefere yol bulamayanlar nasıl değerlendirmelidir? (00.31)

Hakk’a kurbetin vesilesi: Kurban

Fethullah Gülen: Hakk’a kurbetin vesilesi: Kurban

Mebde'de her şey küçük bir açıyla başlar. Daha sonra arkadan gelenler o işe sahip çıkar, omuz verir, yeni yol ve metotlar geliştirir, farklı alternatifler ortaya koyarlar. İşte kurban da, bir dönem ülkemizde insanların sadece ferdî olarak yerine getirdikleri ve kestikleri kurbanın etini, konu komşuya dağıttıkları bir ibadet iken zamanla gerek ülke içinde, gerekse dünyanın değişik yerlerinde gönüllere ulaşma adına önemli bir vesile hâline gelmiştir.

Cenab-ı Hak ikinci sure-i celîlenin hemen başında: "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Bakara, 2/3) buyurarak mülk sahibinin Kendisi olduğuna, bizim ise birer emanetçi konumunda bulunduğumuza işaret ediyor. Yani bizim verdiklerimiz esasen Cenab-ı Hakk'ın bize ihsan ettiği nimetlerdir. Allah Teâlâ, "Rızkı veren Biziz" buyurarak, biter, tükenir endişesine kapılmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu husus başka bir ayet-i kerimede daha sarih olarak şu şekilde ifade edilir: "Bütün mahlûkların rızkını veren Rezzak-ı Âlem, her şeye güç yetiren kuvvet sahibi Hazreti Allah'tır."(Zâriyât, 51/58)

Aslında bir insanın, ister zekât, ister fıtır sadakası, isterse kurban olsun sahip bulunduğu imkânlardan başkalarına vermesi, meselenin minimum yanını ifade eder. Yani bunun manası, "Eğer bunu da yapmazsanız kendinize bir yer arayın!" demek gibidir. Meselenin maksimumu ise şu ayet-i kerimeyle hedef gösterilmiştir: "Onlar, mü'minler verilen şeylerden nefislerinde herhangi bir sıkıntı duymaz ve muhtaç olsalar bile onları kendilerine tercih ederler." (Haşir, 59/9) Bu ruhla hareket eden insan, zamanını, imkânlarını, ilmini, irfanını, servetini, düşünce ufkunu, kısaca Allah'ın kendisine vermiş olduğu her şeyi son kertesine kadar insanların istifadesine sunacak, günümüzdeki yaygın kullanımıyla elindekileri başkalarıyla paylaşacaktır.

İşte kurban mevsiminde de, Müslümanlar lâakal bir kurbanla hiss-i semahatlerini ortaya koyacak, gönülleri fethedecek ve kestikleri kurbanların etlerinden tatmayanlara tattıracaklardır. Bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, Cenab-ı Hak da kesilen kurbanları sahipleri için öbür tarafta en çok ihtiyaç duyacakları yerde bir binek yapacaktır. Bu durum karşısında insan orada bir taraftan takdir duyguları, diğer taraftan da taaccüp hisleriyle "Acaba şu kurbanlardan hangisine binsem?" diyecektir.

Resul-i Ekrem Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) bir hadis-i şeriflerinde: "İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!" (İbn-i Mâce) buyurarak imkânı olan herkesin kurban kesmesini istemiştir. Bu hadis-i şerifte kurban kesmeme fiili çok ağır bir tehdide bağlandığından dolayı, Hanefi fukahası hadis lafzının lâakal vücuba delalet edeceğini söylemiştir. Yani nasıl ki, zekât için gereken nisap miktarı mala sahip olan herkesin, zekât vermesi farz ise, aynı şekilde kurban kesme imkânına sahip olanların da kurban kesmeleri vaciptir. Kurban vacip bir ibadet olduğuna göre imkânı olan herkesin kurban kesmesi gerekir. Zira hiç kimse Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!" tehdidine muhatap olmayı istemez. İmkân sahiplerinin Cenab-ı Hakk'ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerde fakir fukaranın da hakkı olduğunu unutmayarak onları görüp gözetmesi gerekiyor. Yani kurban kesen insanlar, kestikleri kurbandan, kendilerinden düşük seviyede olan kimseleri de istifade ettirmelidirler.

Ahiret azığı

Bir ayet-i kerimede ise: "Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe birr u takvaya ulaşamazsınız." (Âl-i İmrân, 3/92) buyrularak sevilen malların infak edilmesi teşvik ediliyor. O hâlde insan ahirette sırtına bineceği kurbanlığını semiz hayvanlardan seçmelidir. Zaten bir hayvanın kurban olabilmesi için kör, sakat, aksak olmama gibi belirli şartları haiz olması gerekir. Çünkü yapılan her şey âlem-i misaldeki şekilleriyle öbür tarafta insana dönecektir. Ahiret âlemini bilemediğimizden, oradaki şeyleri bir kalıp içine koymamız mümkün olmadığından, bunların bize dönüşünün nasıl olacağını bilemiyoruz. Ama bunlar belki bir uçak, belki bir gemi, belki bir sandal, belki de yağız bir at gibi önümüzde temessül edecektir. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin enginliği ve vaatlerinin doğruluğu zaviyesinden meseleye bakacak olursak, bunların mutlaka bir şekilde bize geri döneceğini söyleyebiliriz.

Hz. Âişe Validemiz'in rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kestiği kurbanın üçte ikisini dağıtmış ve evdekileri mahrum etmeme adına üçte birini de bırakmıştır. Kestiği kurbanının etini sünnete uygun olarak değerlendirmek isteyen bir insan için ölçü budur. Fakat bir ailede bütün aile fertleri adına kurban kesiliyorsa, bu durumda daha farklı bir taksime de gidilebilir. Mesela böyle bir durumda kesilen kurbanlardan birisini veya onun yarısını ya da üçte birini eve bırakıp diğerleri tevzi edilebilir. Bu şekildeki bir taksimatla insan, hem yakınındakileri kurban etinden mahrum etmemiş, onlara bu etten tattırmış veya onların göz hakkını eda etmiş olur, hem de fakr u zaruret içinde bulunan diğer insanlara el uzatmış, onların temel bir ihtiyacını gidermiş, farklı kesim ve topluluklar arasında sevgi ve şefkat köprüleri kurmuş olur.

Hiç hesap etmediğiniz yerden...

Bütün ibadet ü taatlerde Allah'a kurbeti hedefleme, "Allah'ım ben bu ibadetimi Senin için yaptım." deme ve bunu içten içe duyma esas olmalıdır. İnsan, hayatını âdeta bu düşünceye kilitli olarak götürmelidir. Bu açıdan kurban ibadetini eda ederken de kasdü'l-kalb olarak tarif ettiğimiz niyeti çok sağlam tutmak gerekir. İnsan, "Allah'ım! Sen hayvan boğazlamamı istedin, ben de bu emri yerine getiriyorum. Eğer kendimi boğazlamamı emretseydin ben seve seve bu emri de tatbik ederdim. Eğer dinimi, namusumu, nefsimi, malımı veya ülkemi müdafaa adına bir cephe teşkil etmek icap ediyorsa ben ona da amade ve teşneyim." diyecek kadar samimi olmalıdır. Yani insan canın yongası olan malını verirken aynı zamanda verebileceği şeyleri de hatırlamalı ve emre amade olduğunu göstermelidir. Nitekim Hz. İbrahim ve İsmail'in durumu anlatılırken: "İkisi de Hakk'a inkıyat edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi." (Sâffât, 37/103) buyrularak, emre itaatteki inceliği kavradıklarına ve ona göre bir tavır aldıklarına işaret edilmiştir.

Eğer bir insan kurban ibadetini baştan böyle sağlam bir niyete bağlarsa, onun kurbanla ilgili bütün fiilleri ibadet hükmüne geçecek, böyle hayırlı bir iş yolunda yapılan diğer ameller de o hayırlı iş gibi sevap olarak geriye dönecektir. Kişinin pazara gidip kurban alması, onu bir yere bağlaması, sonra onu bir arabaya yükleyip mezbahaya götürmesi, belki birkaç gün onun başında durması, ardından götürüp kesmesi, kestikten sonra etini tevzi etmesi gibi ne kadar iş varsa bunların hepsi birer sevap olarak amel defterine kaydedilecektir

Burada yapılan bütün bu amelleri, bir yönüyle basit ve küçük görebilirsiniz. Fakat öte tarafta bunlar geriye döndüğünde hayret ve şaşkınlık içerisinde "Allah'ım! Sen ne ganiymişsin. Bu küçük şeyleri aldın, nemalandırdın, ebedileştirdin ve şimdi de bize sunuyorsun." diyeceksiniz. Bu açıdan insan burada kurban ibadetini bir iç zenginliği ve kalb itminanıyla yerine getirmelidir."Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır. Lâkin O'na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır." (Hac, 22/37) ayet-i kerimesinde de bu hususa işaret edilmektedir. Evet, eğer insan Allah'la irtibat, Allah'la münasebete geçme veya Allah'ın muamelesine bir vesile olması gibi mülâhazalara gönlünü bağlayarak bu ibadeti ifa ederse, öbür tarafta çok farklı zenginlik ve sürprizlerle karşı karşıya kalacaktır.

Haftanın duası

Ey Ulu Rabbimiz! Sen'den, nâm-ı celîlini dünyadaki her yüreğe duyurma istikametinde didinip duran kullarına rahmetinle muamelede bulunarak açılım üstüne açılımlar nasip etmeni ve kerem kapını bizler için de ardına kadar açmanı, lütuf sağanağınla bizleri de sırılsıklam hale getirmeni diliyoruz. Rabbimiz! Bize hoşnutluğunun mahrumiyetini yaşatma! Biricik kılavuzumuz Peygamber Efendimiz'e, ihsan ve vefa hisleriyle bütünleşmiş aile fertlerine ve mümtaz arkadaşlarına salât u selam ederek bunları Sen'den dileniyoruz.

Sözün özü

Varlığın en küçük parçasında bütün bir varlığı hissedebilmek, o varlığın ifade ettiği manayı alıp ondan bir marifet usâresi elde etmek, yakalanması gerekli olan bir ufuktur. Bunun için evvelâ insan, vicdanında her şeyi marifete çevirebilecek mekanizmayı harekete geçirmelidir. Bundan sonra kâinat, ne kadar geniş, ne kadar derin de olsa o müthiş kesret içinde bile insan, ilâhî tecellilere muttali olabilir.

Hakk’a ve insanlara yakınlaşmanın vesilesi: Kurban

Fethullah Gülen: Kırık Testi: Hakk’a ve insanlara yakınlaşmanın vesilesi: Kurban

Soru: Adanmış ruhlar, Allah’a yaklaşmaya vesile olan kurbanı, gönüllerin birbirine yaklaşmasına da vesile kılmak için hem ülkemizin doğusundan batısına her bölgesine, hem de bilhassa Afrika kıtasındaki gibi fakr u zaruret içinde bulunan dünyanın değişik ülkelerine giderek gönül köprüleri kuruyorlar. Kurbanın bu şekilde bayramlaşmaya vesile yapılması hakkındaki mülâhazalarınızı ve bu işin daha güzel olması yönündeki tavsiyelerinizi lütfeder misiniz?

Hatıralarla Hac ve Kurban

  • Hac; dini açıdan bakılınca taabbudi ibadetlerden birisidir, mali ve bedeni ibadetlerden birisidir.
  • Allah (cc) nasıl emretmişse sahibi şeriat tarafından nasıl temsil edilmiş talim buyurulmuşsa aynıyla yapılması gerekli olan herkes için farzdır.
  • Hacca umumi bir kongre gözüyle de bakılabilir.
  • Hac, alemi İslamın sıkıntılarının konuşulup giderilebileceği bir yer olmalıdır.
  • Hacca manası bilinerek gidilmelidir.
  • Hacc kelimesinde kastetme manası vardır bir şeye karşı koyma manası vardır mücadele manası çağrıştırır Allaha teveccüh manasını çağrıştır.

Kurban Bayramı mülâhazaları

Fethullah Gülen: Kurban Bayramı mülâhazaları

Kurban Bayramı, Hazreti İbrahim ve İsmail'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, bir fedakârlık, bir hasbîlik ve bir teslimiyet sembolü olagelmiştir.

Kurban Bayramı, tıpkı orduların savaşa gidişi gibi gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır. Onda hem bir mûsiki ve şiir hem de muharebelerin bin tarraka ile gürleyen hakkı ilan sesleri iç içedir.

Kurban Bayramı'nda evler, sokaklar, mabetler, dağlar, taşlar tekbirlerle lerzeye gelir, inler. Minarelerden yükselen temcidler en bayıltıcı nağmelerle, dalga dalga tâ evlerimizin içine kadar gelip yayılırken, köy-kent, şehir-kasaba, ova-oba koyun-kuzu meleyişleriyle sarsılır. O kutlu zaman diliminde hemen herkes, her şey ve her yer âdeta dile gelir ve konuşur. Arafat bir mahşer gibi kaynar ve köpürür, bir hesap meydanı gibi endişe ve ümit soluklar.. Müzdelife, Mîna yoldakilerin telaş ve tedarikiyle uğuldar.. Kâbe, sinesi hasretle yanan gufrana susamışların nabzı gibi atar.. ve bütün bu sesler, soluklar Hak karşısında divan durmuş inleyen en mükerrem kulların çığlıkları gibi gider verâların kapılarına dayanır. Sanki ebediyet gamzeden bu seslerle, hislerimizin sınırsızlığını, hülyalarımızın sonsuzluğunu eda ediyormuşuz gibi, duygularımızın bütün hazineleri açılır.. ve bütün mahrem hislerimiz, bağı kopmuş tesbih taneleri gibi dört bir yana saçılır. Her yanda köpürüp köpürüp Hak katına yükselen bu sihirli sesleri duyup gönüllerimizde cennetler gibi esen şevk ü tarâbı yaşadıkça, aşktan, şevkten ve bayramın büyüsünden süzülmüş diriltici bir iksiri içiyor gibi oluruz.

İşte kitap bu!

İmana mazhariyetin, Hakk'a kulluğun, kullukta şuurun gönüllerimizi yükseltmiş bulunduğu zirvelerden, yürüdüğümüz yolu seyreder, kader kitabımızı okur “İşte kitap bu!” der ve talihimize tebessümler yağdırırız. Bu mazhariyet ve mevhibelerin tadı, lezzeti ruhlarımızı o kadar yumuşakça sarar ki, gözlerimiz şükranla açılır-kapanır, duygularımız baharlar gibi yeşerir.. Derken ruhlarımıza gelip vasıl olan ilham ve ruhlarımızdan ötelere yükselen inayet kanatlı dualar, münacatlar, sızlanışlar, âdeta tabiatlarımızı aşan semâvî bir mana, bir hâl ve bir tesire ulaşır. Öyle ki, her yeni saat, her yeni dakika, her yeni iş, her yeni imkân daha derince yaşanmaya, daha şuurluca değerlendirilmeye lâyık birer kıymet alır; alır da, ruhani zevklerle coşmuş vicdanlar “lûtfunu artır Allah'ım!” der daha da mest olmak isterler.

Bayram günleri, din ve meşrû âdetlerin ferah-fezâ ikliminde ibadetlerle hazza ve ruhani hazlarla ibadet neşvesine büründükçe, yepyeni bir varlığa erdiğimizi, ebedîleştiğimizi, sinelerimizin kevn ü mekânlar kadar genişlediğini ve şuurlarımızın İlâhî vâridatla aydınlandığını daha açık-seçik duyar.. ve maddiyatımızın bütün bütün çözüldüğünü, tamamen manevîleştiğimizi sanırız.. sanırız da, hep imanın gönüllerimize saldığı ezelî vaadlere doğru akarız.

Bayram günlerinde yaşadığımız dolu dolu duygularla çok defa havada uçuyor veya neşeli, ahenkli ve pürüzsüz bir yolla ruh iklimine doğru kayıyor gibi oluruz. Bazen gökyüzünde hiç kanat çırpmadan sağa-sola süzülen kuşlar gibi, bazen ağaçların başlarında ince ince salınan dallar gibi, bazen de rüzgârların dokunmasıyla yatıp kalkan, yatıp kalktıkça da çevreye kokular salan çiçekler gibi incelir, zarifleşir ve şiirleşiriz.

Daha mükemmeli olamaz!

Bazen bütün bütün rikkate gömülür ve duyduğumuz her tekbir, her tehlil, her uhrevî ses ve sözle kendimizi öyle bir ağlamaya salarız ki, tepeden tırnağa sırılsıklam oluruz. Bazen pür-neşe kesilir ve kendimizi havâî fişeklere binmiş ışık ışık gökyüzünde dolaşıyor sanırız.. bazen de sihirli bir seccâde üzerinde yıldızlar arası seyahat ediyor gibi oluruz. Bazen koyun-kuzu meleyişiyle rikkate gelir, duygulanır ve bir kısım tuhaf hislerin tesiriyle içten içe mumlar gibi eririz.. Bazen de bunları o kadar tabiî, yerli yerinde ve baş döndürücü bir ahenk içinde görürüz ki, “böylesinden daha mükemmeli olamaz” der kaderin sırlı nakışları karşısında büyüleniriz.

Bazen minarelerden yükselen temcidler, ezanlar, câmilerden taşıp dört bir yanda yankılanan tekbirler, Kur'an'lar ve bunların vicdanlarda meydana getirdiği aks-i sadâlar öyle şiirleşir, öyle insanların içine akar ve onları büyüler ki; zannediyorum gönül dünyamızda hiçbir zevk ne bu derinliğe ulaşabilir ne de bu müessiriyete. Hele bu ses ve bu sözlere bir fon müziği gibi seher yeli de karışıp esince heyecanlarımız tarif edilmez bir noktaya ulaşır, hislerimiz de bir tûfan halini alır.

Husûsiyle hacc esnasında hemen her yerin umûmî lisanı ve umûmî şîvesi olan “tekbir”ler ve “telbiye”lerle en gizli düşüncelerimizi, en muhterem kanaatlerimizi en yüksek bir âvâz ile ilân ederek ve en mahrem hislerimizi en yakıcı nağmelerle dile getirerek âdeta bir mahşer provası yaparız. Bu çok mûnis ve o kadar da ürperten tablolar karşısında, bu alabildiğine derin ve o kadar da fıtrî sözlerle hep ayrı ayrı yerlerde dolaşır, ayrı ayrı vazifeler yaparız ama her zaman arkamız cehennemlere dönük, gözlerimiz cennetlerin tüllenen şafaklarıyla mest, kalplerimiz de İlâhî rıdvân avında olarak...

İşte bu duygularla bütün bütün hudutlarımızı aşarak, bitevî hodgâmlıklarımızdan sıyrılarak, tahtlarımızı kalp ve ruhun ufkuna kurar; dünyaya bakan yönleriyle beden ve cismâniyetin küllerini sağa-sola savurur; vicdanın bir köşesinde muhafaza ettiğimiz cennetten getirilmiş kıvılcımları bir kere daha tutuşturur.. ve o alev, o hararet, o ışık altında bu yeni varlığımızı yürekten selamlar, bahtımıza tebessümler yağdırırız.

Haftanın Duası

Büyük Allah'tır, her türlü hamd ü senâ O Yüceler Yücesi'nin hakkıdır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya lâyık yalnız O'dur. Dünya ve ahiret saadetimizin biricik vesilesi Efendimiz'i, âlini ve ashabını salât ü selamlarla yâd ediyoruz. Rabb'imiz! Ne olur, güzel isimlerin, ulvî sıfatların, Peygamberimiz ve Kur'an hürmeti için dualarımızı kabul buyur; yolunun bu aciz yolcularını dergâhından eli boş geri çevirme, haybet ve hüsrana maruz bırakma! Âmin!

Sözün Özü

Kul, her zaman Allah'a karşı çok samimî ve gönülden müteveccih olmalıdır. Aslında teveccühü yine teveccüh doğurur. İnsan, tıpkı ayçiçeğinin güneşe bakışı gibi hep O'na bakabildiği ölçüde O'nun tecelliyatına mazhar olur. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmektir. Gönlünün sesini seslendiremeyenlerin ve alıcılarını maneviyata karşı kapalı tutanların o tecellîlerden istifadesi zor, hatta imkânsızdır.

Kurban himmeti

Fethullah Gülen: Bamteli: Kurban himmeti

Soru: 1) Kurban, bazı kimseler için sadece bir ibadet manasına gelse de, yüce himmetli mü’minler onu insanlara kurbetin de önemli bir vesilesi olarak değerlendiriyorlar. Hatta dün belli bölgelerde et ve deri ile ilgili çalışmalar yaparken bugün dünyanın dört bir yanına kurban seferleri düzenliyorlar. Dine ve insanlığa hizmetin kurban buudu ile alâkalı mülahazalarınızı lütfeder misiniz?

  • Kurban, lügatlere göre “yaklaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah’a teslimiyeti ve O’na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir. Kurban kesmek, Kitap, Sünnet ve icmâ-ı ümmet ile sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’in, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) mealindeki ayetle, bildiğimiz kurbanı işaret ettiği hususunda İslâm ulemasının çoğunluğu aynı görüştedir. Kurban, Rasûl-ü Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in çok önem verdiği bir ibadettir. Hanefi mezhebinde “vacip” sayılan kurbana, Şafii mezhebinde “sünnet” denmesi (İki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülmelidir) kat’iyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemelidir. Kurban Bayramı bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmeli, diğer yandan da o mübarek ibadet herkese sevdirilmeli, herkes ona özendirilmelidir. (01:05)
  • Mebdede her şey küçük bir açıyla başlar. Daha sonra arkadan gelenler o işe sahip çıkar, omuz verir, yeni yol ve metotlar geliştirir, farklı alternatifler ortaya koyarlar. İşte kurban da, bir dönem ülkemizde insanların sadece ferdî olarak yerine getirdikleri ve kestikleri kurbanın etini, konu komşuya dağıttıkları bir ibadet iken zamanla gerek ülke içinde, gerekse dünyanın değişik yerlerinde gönüllere ulaşma adına önemli bir vesile hâline gelmiştir. Aslında, kurban daha ilk teşri kılındığı gün bütün maslahat ve hikmetleriyle beraber vaz edilmiştir; fakat, her dönemin kendi şartları içinde onu değerlendirmenin değişik şekilleri ve o maslahatların bütünü ya da bir kısmı ortaya çıkmaktadır. (03:35)
  • Hazreti Âişe Validemiz’in rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kestiği kurbanın üçte ikisini dağıtmış ve evdekileri mahrum etmeme adına üçte birini de bırakmıştır. Kestiği kurbanının etini sünnete uygun olarak değerlendirmek isteyen bir insan için ölçü budur. Fakat bir ailede bütün aile fertleri adına kurban kesiliyorsa, ya da bir insan birden fazla kurban kesiyorsa, bu durumda daha farklı bir taksime de gidilebilir. Mesela böyle bir durumda kesilen kurbanlardan birisi veya onun yarısı ya da üçte biri eve bırakılıp diğerleri yakın daireden en uzakta bulunan insanlara kadar tevzi edilebilir. Bu şekildeki bir taksimatla insan, hem yakınındakileri kurban etinden mahrum etmemiş, onlara bu etten tattırmış veya onların göz hakkını eda etmiş olur, hem de fakr u zaruret içinde bulunan diğer insanlara el uzatmış, onların temel bir ihtiyacını gidermiş, farklı kesim ve topluluklar arasında sevgi ve şefkat köprüleri kurmuş olur. (05:16)
  • Bir kilo et hediye etmek bile olsa, kurban vesilesiyle yapılan hiçbir iyilik küçük görülmemelidir. Nitekim, yerine göre bir hayvana karşı şefkatli davranma dahi insanın ateşten âzad olmasına ve Cennet'e girmesine vesilelik edebilir. Buhari ve Müslim gibi en muteber kaynaklarda bu hususu te'yit eden hadis-i şerifler mevcuttur. Mesela, Peygamber Efendimiz (aleyhi ekmelüt't-tehâyâ) kendini fuhşa salmış ve benliğini bohemce yaşamaya kaptırmış bir kadının kurtuluşunu anlatırken buyurur ki: “Bir gün çok susamıştı. Dili damağı birbirine yapışmış bir vaziyetteyken bir kuyuya rastladı. Kuyuya inip kana kana içti ve susuzluğunu giderdi. Yukarı çıkınca kuyunun kenarında zor güç nefes alan, susuzluktan dili sarkmış, toprağı yalayan bir köpek gördü. “Bu da benim gibi çok susamış!” deyip tekrar kuyuya indi, çarığını su ile doldurup onu dişleri arasında tutarak dışarı çıktı ve köpeği suladı. Allah Teâlâ bu davranışından dolayı onun günahlarını affetti.” (08:12)
  • Aynı husus kötülükler için de geçerlidir. Bazen küçük gibi görülen bir kötülük de insanın hüsrana uğramasına sebebiyet verebilir. Bu hususa da dikkat çeken ve ümmetini ikaz eden Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâba uğradı. Hayvanı eve hapsetmiş, ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkan vermemişti. İşte bu sebeple Cehenneme girdi.” buyurmuştur. (10:16)
  • Bazı insanlara dinimizin güzelliklerini anlatabilmenin yolu kurban hediyesi gibi vesileleri değerlendirmekten geçiyorsa, o türlü vesileleri değerlendiren mü’minler ibadetlerini daha da derinleştirmiş ve aynı zamanda irşat vazifesini yerine getirmiş olurlar. Nitekim, Avrupa ve Amerika gibi yerlerde, kurban dağıtımını ilk kez gören ve elde paketlerle kendi kapısı da çalınan insanlar çok etkileniyorlar. O insanlar bu orijinal ve cazip cömertliği temelde bizim kültür kaynaklarımıza veriyorlar. “Hangi ruh ve mana köklerinden besleniyorsunuz, size bu ahlakı veren nedir?” sorularına cevap aramaya duruyorlar. Şahit oldukları İslam cömertliği ve civanmertliği, hatta îsâr ruhu, temel değerlerimize karşı bir alâka ve bir sevgi uyarıyor. (11:00)

Soru: 2) Kaynaklarda Rasûl-ü Ekrem Efendimiz’in “Bu benim için, bu da ümmetimden fakirlerin yerine” diyerek birden fazla, hatta Veda Haccı’nda -altmış üçünü bizzat, diğerlerini Hazreti Ali’nin eliyle olmak üzere- yüz kurban kestiği naklediliyor. Bugün gücü nisbetinde on, yüz, hatta yüzlerce kurban himmet eden insanların bir sünneti ihya ettikleri söylenebilir mi? (12:16)

  • Hiç tereddüt etmeden -Allahu a’lem- öyle düşünülebilir. Elverir ki, o kadar fedakârlıkta bulunan bir insan onu başkalarına göstermeye ve duyurmaya (riya ve süm’aya) kurban etmesin. (12:46)
  • Başta da temas edildiği üzere, bir dönem ülkemizde, herkes kurbanlarını kesiyor, bir miktarını kendi evinde bırakıyor, kalan kısmı da konu komşuya dağıtıyordu. Fakat zamanla, kurban, sadece kendi mahalle ve köyümüzde değil, daha geniş bir dairede muhtaç insanlara ulaşmak için bir vesile hâline geldi ve imkânı olanlar, bu istikamette taahhütlerde bulundu. Bundan sonra bazıları bir taneyle iktifa etmeyerek iki, üç, hatta on, yirmi, otuz tane kurban vermeye başladılar. Bu, aynı zamanda civanmertliğin gelişmesinin ve verme duygu ve düşüncesinin tabiatlara mâl olmasının bir ifadesiydi. Ayrıca işin açıktan açığa yapılması insanların ruhunda bir teşvik tesiri meydana getiriyordu. Böylece verilen kurbanlarla ülkemizin dört bir tarafındaki fakir fukaraya sahip çıkılmaya başlandı. Yakın dairede bu işin oturduğunu görenler bu sefer “Haydi, şimdi biz bu işi Allah’ın izni ve inayetiyle daha geniş bir dairede yapmaya çalışalım.” dediler ve mebdede küçük bir açıyla başlayan bu kurban hizmeti günümüzde muhit hattına ulaşınca kocaman bir açı teşkil etti. İşte, “mal canın yongasıdır” mülahazalarına rağmen böyle bir fedakârlıkta bulunan insanlar, şayet ihlaslarını muhafaza eder, riya ve süm’adan uzak dururlarsa, onların kestikleri kurbanlar hiç bilinmedik şekilde gönülleri fetheder; mideye gider ama gönle tesir eder. (13:10)
  • Evet, soruda da ifade edildiği gibi, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz, “Bu benim için, bu da ümmetimden fakirlerin yerine” diyerek birden fazla kurban kesmiş, hatta Veda Haccı’nda -altmış üçünü bizzat, diğerlerini Hazreti Ali’nin eliyle olmak üzere- yüz deve kurban etmiştir. Bu itibarla da, muhtaçlara yardım etme ve onların da bayram yapmalarına vesile olma niyetiyle on, yirmi, hatta yüz kurban kesen insanlar bir sünneti ihya sevabı alabilirler. (16:09)
  • Kurban, inanılarak yapılırsa Allah’ın emirlerine yürekten inkıyadın ifadesi olur. Aslında bütün ibadet ü taatlerde Allah’a kurbeti hedefleme, “Allah’ım ben bu ibadetimi Senin için yaptım.” deme ve bunu içten içe duyma esas olmalıdır. İnsan, hayatını âdeta bu düşünceye kilitli olarak götürmelidir. Bu açıdan kurban ibadetini eda ederken de kasdü’l-kalb olarak tarif ettiğimiz niyeti çok sağlam tutmak gerekir. İnsan canın yongası olan malını verirken aynı zamanda verebileceği şeyleri de hatırlamalı ve emre âmâde olduğunu göstermelidir. Nitekim Hazreti İbrahim ve İsmail’in durumu anlatılırken “İkisi de Hakk’a inkıyad edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi.” (Sâffât sûresi, 37/103) buyrularak, onların ubûdiyetteki sırrı, emre itaatteki inceliği kavradıklarına ve ona göre bir tavır aldıklarına işaret edilmiştir. Eğer bir insan kurban ibadetini baştan böyle sağlam bir niyete bağlarsa, onun kurbanla ilgili bütün fiilleri ibadet hükmüne geçecek, böyle hayırlı bir iş yolunda yapılan diğer ameller de o hayırlı iş gibi sevap olarak geriye dönecektir. Mü’minler hep bu şuurda olurlarsa, kurbanlar Hak katında kabul görecek, ihtimal o zaman dünyanın dört bir yanında vahşice akıtılan insan kanı da duracaktır. (18:30)

Soru: 3) Hazreti Ali’nin her sene birisi Peygamber Efendimiz için olmak üzere iki tane koç kestiği, bunun sebebi sorulduğunda da “Allah Rasûlü bana yaşadığım müddetçe kendisine kurban kesmemi vasiyet etti; bunu asla terk etmem.” dediği naklediliyor. Böyle bir vasiyette bulunmamış olsalar da geçmişlerimizin yerine kurban kesebilir miyiz? (20:30)

  • Bir kimse sevabını ölmüş bir akrabasına veya sevdiği bir kimseye bağışlamak üzere kurban kesebilir. Tıpkı ölen bir insanın ardından onun adına sadaka verildiği, hacc yapıldığı gibi kurban da kesilebilir. Nitekim Peygamber Efendimiz de ümmetinden kurban kesemeyenler adına kurban kesmiştir. Namaz ve oruç gibi bedenî ibadetlerde, niyet ve şahsî îfa asıldır; fukahâya göre, bunlarda niyabet caiz değildir. Zekat ve sadaka-i fıtır gibi malî ibadetlerde ise niyet şart olmakla birlikte, mükellefin bizzat yerine getirmesi gerekmez; bunlar niyabet yoluyla da ifâ edilebilir ki kurban da bu malî ibadetler kategorisine dâhildir. Hem malî, hem de bedenî yönü bulunan hac ibadetinde ise, asıl olarak mükellefin bizzat kendisinin ifa etmesi gerekir. Ancak, mükellefin bundan aciz olması halinde, bedel yoluyla da ifa edilebilir. (20:57)
  • İnsan vefat etmiş anne babası, yakınları ve büyükleri için dua ve istiğfarda bulunabilir, Kur’an okuyabilir, sadaka verebilir, hac ve umre yapabilir.. hatta onlar hesabına eda ettiği bu ibadet ve iyiliklerinin yanı sıra namaz kılıp, oruç tutup sevabını onlara bağışlayabilir. Geçmişlerimiz adına kurban kesmek de -inşaallah- onların ruhlarını memnun ve mesrur edecektir. (22:35)
  • Anne babamın haklarını asla ödeyemem. Bu itibarla, onlar için hayır adına ne yapabileceksem mutlaka yapmam gerekir. Sizin üzerinizde de kendi anne babalarınızın o kadar çok hakları vardır ki, ömür boyu onlar için istiğfar edip dursanız, yine de o hakları ödeyemezsiniz. Bu açıdan da hiçbir fırsatı kaçırmadan yapacağınız hayır ve iyiliklerle onlara sürekli ahiret hediyeleri göndermeye çalışmalısınız. (28:25)

Bu bölüm ilk olarak www.herkul.org'da yayınlandı.

Kurban kesmenin hikmetleri

Kurban kesmenin hikmetleri

Soru: Kurban kesmenin hikmeti nedir?

Hikmetler, dinin esası, temeli ve şer’î kanunların konulmasının gerekçesi değildir. Allah (celle celâluhu), emir buyurur, biz de onu yaparız. Fakat âmir olan Allah aynı zamanda hakîmdir. Emrettiği her şeyde hikmet de vardır. Biz, “Falan işin, vacibin veya farzın hikmeti şudur.” dediğimiz zaman hikmete sınır koymuş oluruz. O vecibenin belki pek çok hikmeti vardır ama bizim dar aklımızla ve küçük kıstaslarımızla kavradığımız şey sadece o hikmetlerinden bir veya birkaçından ibarettir.

Mesela, namazın pek çok hikmeti vardır. Bu hikmetlerden biri de, insanların cemaate gelip birbirini tanımasıdır. İkincisi, onun vücudun sıhhatiyle alâkalı yönüdür. Üçüncüsü, insanın yediği şeyleri hazmetmesidir. Dördüncüsü, mescide gitme zaruretinden dolayı bir kısım kimseler için yürüme ihtiyacının karşılanmasıdır… Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Şimdi biz on tane mesele saysak ve “Namaz, işte bu hikmetlerle çerçevelenmiştir.” desek, yine de namazın mânâsını daraltmış ve sıkıştırmış oluruz. Zira Hakîm-i Mutlak olan Hazreti Allah (celle celâluhu) belki binbir ismin cilvesi olarak o namazın içine binbir tane hikmet koymuştur. Biz ise dar aklımız ve zavallı kıstaslarımızla ancak onun dört-beş tanesini bilebiliyoruz. Aynen bunun gibi kurban ibadeti de pek çok hikmeti bulunan bir ibadettir.

Bu girizgâhtan sonra kurban kesmenin hikmetleri adına şunlar söylenebilir: Birincisi, Hazreti İbrahim bir civanmertlik, nefsi ve evladı adına yapacağı fevkalâde bir cömertliğin gereği olarak oğlunu kurban etmeye azmettiği an, bu büyük sadakat ve fedakârlığa Cenab-ı Hakk’ın bir lütfu ve ihsanı olarak bir koçun hediye edilip, İsmail Zebîhullah mezbûh olmaktan (kurban edilmekten) kurtarılmıştır.

İkincisi, kesilen kurban, kurbanı kesen üzerindeki mükellefiyeti düşürür. Ondan sonra etin dağıtılması gelir. Kurbanın üçte ikisi dağıtılır, geriye kalan üçte biri de kurban sahibinin olur. İsterse onu da dağıtabilir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, kurban kesmek başkalarına karşı da bir hiss-i semahat (cömertlik) ifadesidir. Bu mânâda kurban, fakir-fukarayı gözetme, iyilikte ve ihsanda bulunma demektir.

Üçüncüsü, kurban kesen kimse Cenab-ı Hakk’a şöyle demiş olur: “Allahım! Sen, وَانْحَرْ(Kevser sûresi, 108/2) ferman-ı sübhâninle bize hayvanlarımızı boğazlamamızı emrettin. Eğer kendi kendimizi boğazlamayı emretseydin onu da yapacaktık. Biz, hayvanlarımızı boğazlamakla emrine inkıyadımızı izhar ediyoruz.” Kurban, bu yönüyle de bir teslimiyetin ifadesi demektir.

Bunun gibi daha pek çok hikmetler sıralanabilir. Ancak bütün bunlar, hikmet çerçevesi içinde kendisine yaklaştığımız, hakiki hikmetin bir kısım lem’alarından, parıltılarından ibarettir. Bize düşen; ubûdiyet anlayışı ve kulluk şuuru içinde, Rabbimizden gelen emirlere teslim olmak ve itaat etmektir ki, işte kurbanın hakiki hikmeti budur.

Kurban ve kurbet

Fethullah Gülen: Bamteli: Kurban ve kurbet

Soru: 1) Kurban vesilesi ile önce Güneydoğu için ortaya konan hayırlı faaliyetler son bir iki senedir büyük illerin varoşlarında da yapılmaya başlanmıştı. Şimdilerde ise Somali, Uganda ve Kenya gibi ülkelerdeki muhtaçlar yardımlarımızı bekliyorlar. Son dönemde terör havasının hasıl ettiği endişeler de düşünülürse, önümüzdeki kurban mevsimini nasıl değerlendirmeliyiz?

  • Üstad Hazretleri’nin de İşaratü’l-İ’caz’da belirttiği gibi, “...ve min mâ rezaknâhum yünfikûn - Kendilerine ihsan ettiğimiz nimetlerden infak ederler” (Bakara, 2/3) ayet-i kerimesindeki “mâ” umumî bir manâyı ifade etmektedir. Yani, infak sadece mala ve paraya münhasır değildir; ilim, fikir, kuvvet ve amel gibi şeylerde de muhtaç olanlara infakta bulunulması gerekmektedir. Bu açıdan kurban kesmek de bir infaktır. (01:00)
  • Kurban, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in çok önem verdiği bir ibadettir. Hanefi mezhebinde “vacip” sayılan kurbana, Şafii mezhebinde “sünnet” denmesi (İki mezhep arasındaki ıstılah farkı da düşünülmelidir) kat’iyen bu ibadetin hafife alınmasına sebebiyet vermemelidir. Kurban Bayramı bir taraftan muhtaçlara yardım açısından çok iyi değerlendirilmeli, diğer yandan da o mübarek ve önemli ibadet herkese sevdirilmeli, herkes ona özendirilmelidir. (04:30)
  • Somali, Habeşistan ve Kenya gibi ülkelerdeki kuraklık ve kıtlık haberlerini seyredince ağladığım gibi oralarda yağmur yağdığı müjdelerini aldığımda da sevinçten gözyaşı döktüm. Zannediyroum, her tarafa yetişmeye çalışan Anadolu’nun hassas insanları da aynı hislerle dolup taşıyorlardır. Bu itibarla da, o ülkelerdeki muhtaç insanları, kıvrandıran bir fakr ü zaruret içinde görünce, “Türkiye’dekiler iyi kötü geçiniyorlar, biraz da Etiyopya, Somali, Kenya, Uganda ya da Tanzanya’ya yönelelim!” diyebilirler. Kanaatimce, bugüne kadar bir tane kurban kesenler, mümkünse bu sene iki tane kessin; gücü yeten insanlar üç tane kessin; onlardan bir tanesini oralara göndersin. Fakat, imkanı olan herkes Güneydoğu ve varoşlarda yardım bekleyen insanlara da bayram neşvesi yaşatılmasına mutlaka iştirak etsin. (06:43)
  • Kurban mevsimi sadece muhtaçlara yardım açısından değil, aynı zamanda bizim sarsılmayan kardeşliğimizin ifadesi olarak da çok iyi değerlendirilmelidir. Hasbî ruhlar, kendilerinden daha ziyade o bölgelerdeki kardeşleri için tir tir titremelidirler. Zira, bugün birileri tarafından bir kısım çatlama, kırılma ve kopmalar hasıl etmek için gösterilen korkunç gayrete karşı mutlaka muhteşem surlar oluşturulmalı ve o türlü çözülmelere asla meydan verilmemelidir. (10:54)
  • Güneydoğu ve varoşlar istikametinde bugüne kadar yapılan himmeti katlayarak devam ettirmek lazımdır. Diğer yerlere de yardım edilmelidir ama ehemm ve mühim dengesi gözetilmelidir. Zira, ülkemizde o fakr ü zaruret içinde kıvranan insanlara yardım etme “ehemm” bir yardımdır; dünyanın değişik yerlerindeki mü’minlere yardım etme de “mühim” bir yardımdır. Ehemm, mühimme tercih edilmelidir. (13:20)

Soru: 2) “Unutmayın ki ne onların etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.” mealindeki ayet-i kerime (Hac, 22/37) “Üç-beş kilo et dağıtmaktan ne çıkar ki?” diyenlere karşı da bir cevap teşkil eder mi? (13:46)

  • Meali verilen ayette belirtildiği gibi, kesilen kurbanlarda hedef; ihlâs, takva ve Allah’a yaklaşmak olmalıdır. Bu maksad ve gaye olmadıktan sonra kesilip dağıtılan etlerin, kanların Allah nezdinde bir değeri yoktur. Zira, Allah’ın insanın yaptığı hiçbir ibadete ihtiyacı olmadığı gibi, keseceği kurbana da ihtiyacı yoktur. O’nun katında makbul olan şey, insanın ihlas ve samimiyetidir. Bunun için bu ibadet görevimizi de ifa ederken Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı hedeflemeli ve kestiğimiz kurbanla, yeri geldiğinde en değerli varlıklarımızı da O’nun yolunda feda edebileceğimizi göstermeliyiz. (14:09)
  • Maruf (hayır, iyilik) sayılan hiçbir şeyi küçük görmemelisiniz. Kurtuluşunuzun hangi amele bağlı olduğunu bilemediğiniz için elinize geçen her fırsatı bir beraat fermanı gibi kabul etmeli ve onu değerlendirmeye çalışmalısınız. Ezcümle, Hazreti Abbas rüyasında soruyor, “Ya Ömer, Cenâb-ı Hak seni ne ile affetti, hangi amelinden dolayı bağışladı?” diyor. Hazreti Ömer Efendimiz şu cevabı veriyor: “Bir gün sokağa çıkıp bakmıştım ki, bir çocuk bir kuşu yakalamış, elinde hırpalıyor. Hemen onun yanına koşmuş; cebimden üç-beş kuruş çıkarıp o çocuğa vermiştim. Böylece kuşu satın alıp âzâd etmiştim. Mizanda işte o amelimden dolayı kurtulduğumu söylediler.” Evet, insan, kendisini hangi amelin kurtaracağını bilemediğinden dolayı, önüne gelen hiçbir iyiliği kaçırmamalı ve yaptığı bütün amelleri ahirete bir sürpriz paketi olarak göndermelidir ki kurban da bu yönüyle ele alınıp değerlendirilmelidir. (16:00)
  • Melekler sadece fiilleri ve amelleri yazarlar. Kalbî amel de diyebileceğimiz hâlis niyet, takva, ihlas ve mülahazalardaki derinliklere gelince, onları sadece Allah bilir ve ötede sürpriz şekilde kullarının karşısına çıkarır. İbadetlerin sevabı bire on, yetmiş, yedi yüz... olarak kemmiyet planında cereyan eder. Allah’la münasebet adına ortaya koyduğunuz kalbî ameller ise, keyfiyet planında cereyan eder; onlarda riyazî ölçüler ve rakamlar yoktur. Mü’minler işte bu türlü derinliklere açılmalıdırlar ki, bütün insanlığı kucaklayan bir azim de bu cümledendir. (20:00)
  • Üstad Necip Fazıl, Pascal için “Limana kadar geldi, gemiyi kaçırdı.” derdi. Allah Rasûlü’nün gemisine binmek çok önemlidir. Sadi, Bostan’ında “O ümmete ne gam olur ki, bindikleri geminin kaptanı İnsanlığın İftihar Tablosu’dur.” diyor. Evet, O’nun gemisine binemeyenlerin hali bir hicrandır ve mü’minler, bütün insanlara karşı o hicranı duymalıdırlar. (22:05)

Soru: 3) Evvelki senelerde sadece kurban alan değil kapı kapı dolaşıp et dağıtan insanlarda da çok ciddi tesirler görülmüştü. Bu, kurbanın hem Allah’a kurbet hem de insanlara yakınlık hasıl eden bir yönü olduğuna emare sayılabilir mi? (23:38)

  • Allah’a yaklaşmak için bir yol olan kurban, gönüllerin birbirine yakınlaşması için de önemli bir vesiledir. Sadece kurban değil, bütün ibadetler, fıkhî deyimiyle, taabbudî alana girer ve vahye göre şekillenmiştir. Evet, ibadetler “taabbudî”dir; yani, onları Allah emrettiği için, O’nun istediği zamanda, O’nun gösterdiği şekilde ve O’nun rızasını kazanmak niyetiyle yaparsak ya da sırf Allah yasakladığı için bazı şeylerden sakınırsak, işte o zaman yaptıklarımız ibadet hükmüne geçer ve bizi Allah’a yaklaştırır. (23:55)
  • İhlas ve takva şuuru ile kurban kesen insan, bir taraftan rıza-yı ilahiyi kazanır, diğer yandan da böyle halis bir amel sayesinde gönüllere taht kurar. Bu şekilde gönüllere otağını kuran insanı da hiçbir güç oradan söküp atamaz. (25:10)
  • İnsanların yüzde doksan dokuzunun kalbi kalbimizle beraber atıp dururken şirazeden çıkmış bir avuç insana takılıp kalmayalım; tehdit etseler de, önümüzü kesseler de onları görmeyelim. Şu kadar var ki, iyilikler yapılırken, ne o iyiliği yapanlar ne de başkaları zarar görmeliler. Bu itibarla, esbâba riâyet edilmeli; orada güzergah güvenliği sağlanmalı, yardımlar devletle ortak yapılmalı; mülkî amirlerle ve emniyet güçleriyle görüşülerek yapılacak iyilikler muhtaçlara kimse zarar görmeyecek şekilde ulaştırılmalıdır. (28:10)
  • Necran Hristiyanları, Hicri 9. yılda Peygamber Efendimiz’in (sallallahu aleyhi ve sellem) kendilerine yazdığı bir mektup üzerine, oldukça kalabalık bir heyet halinde gelerek birkaç gün Medine’de kalmışlardı. Necranlıların Medine’de kaldıkları süre boyunca kendileriyle ‘İslâm dini’ hakkında, hususen de ‘İslâm nazarında Hazreti İsa ve Hazreti Meryem’in yerleri’ olmak üzere birçok mesele üzerinde konuşmalar ve müzakereler yapılmıştı. İbadet vakitleri geldiğinde Peygamber Efendimiz’in (aleyhissalatü vesselam) izniyle Mescid-i Nebevî’de doğu tarafına yönelerek ibadetlerini de yapabilen Necranlılar, hakikati kabule bir türlü yanaşmayınca, Hazreti Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) ilahi emir gereği mübaheleyi teklif etmişti. Necranlılar Rasûl-ü Ekrem’in heybet ve inandırıcılığı karşısında heyecana kapılarak hemen mübaheleyi kabul etmediklerini bildirmiş, vatandaşlık vergisi vererek İslâm hâkimiyeti altında yaşamayı benimsediklerini söylemişlerdi. Peygamber Efendimiz de onlara, kendilerine tanınan hakları ve yükümlülükleri bildiren bir emanname vermişti. Rasûlullahın hak Peygamber olduğunu bildiği ve kardeşine söylediği halde iman etmeyen Necran Piskoposu ve beraberindekiler, Rum krallarının verdiği malları ellerinden kaçırmak endişesiyle şehadet getirmekten yüz çevirmişlerdi. Bununla beraber, gönülleri fethedilmişti ve “Müslüman olmayacağız ama bundan sonra bizden endişe etmeyin!” demişlerdi. (30:00)
  • Günümüzde de bazı kimselerin benzer menfaatlerden vazgeçemedikleri için yalnış yolda ısrar edebilecekleri göz önünde bulundurulmalıdır. Fakat insanların tabiatında bir centilmenlik vardır, fıtratları arınmaya müsaittir; donanımları tevbeye, inabeye, evbeye açıktır; dolayısıyla da bugün hata edenlerin yarın gelip helallik dilemeleri her zaman muhtemeldir. Bu açıdan da, günümüzde yaşanan çeşitli gurbetlerden sıyrılmak için kurban gibi kurbet vesileleri çok iyi değerlendirilmelidir. Hatta, bu konuda başkalarına da örnek olunmalı ve diğer insanlar/kurumlar da bu hayır seferberliğine teşvik edilmelidir. Nitekim, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Bir iyiliğe öncülük eden kimseye o iyiliği yapanın ecri gibi sevap vardır.” (Müslim, İmâre 133) (32:37)

Kurban, eti için mi kesiliyor?

Fethullah Gülen: Kurban, eti için mi kesiliyor?

Kur’an- Kerim, Mâide Sûresi’nin 27-29. ayetlerinde bize, Hazreti Âdem’in iki çocuğunun kıssasını anlatır: Cenabı Allah buyurur ki: “Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki ‘kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine; ‘Seni öldüreceğim.’ dedi.

  • 1
  • 2
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.