• Anasayfa
  • Kurban Bayramı - Fethullah Gülen Web Sitesi

Kurban, teslimiyetin sembolüdür

Kurban, teslimiyetin sembolüdür

Kurban Bayramı, Hazreti İbrahim ve İsmâil'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, bir fedâkarlık, bir hasbîlik ve bir teslimiyet sembolü olagelmiştir. Kurban Bayramı, tıpkı orduların savaşa gidişi gibi gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır. Onda hem bir mûsiki ve şiir hem de muharebelerin bin tarraka ile gürleyen hakkı ilan sesleri iç içedir.

Kurban Bayramı'nda evler, sokaklar, mabetler, dağlar, taşlar tekbirlerle lerzeye gelir inler. Minarelerden yükselen temcidler en bayıltıcı nağmelerle, dalga dalga tâ evlerimizin içine kadar gelip yayılırken, köy-kent, şehir-kasaba, ova-oba koyun-kuzu meleyişleriyle sarsılır. O kutlu zaman diliminde hemen herkes, her şey ve her yer âdeta dile gelir ve konuşur. Arafat bir mahşer gibi kaynar ve köpürür, bir hesap meydanı gibi endişe ve ümit soluklar.. Müzdelife, Mîna yoldakilerin telaş ve tedarikiyle uğuldar.. Kâbe, sinesi hasretle yanan gufrana susamışların nabzı gibi atar.. ve bütün bu sesler, soluklar Hakk karşısında divan durmuş inleyen en mükerrem kulların çığlıkları gibi gider verâların kapılarına dayanır. Sanki ebediyet gamzeden bu seslerle, hislerimizin sınırsızlığını, hülyalarımızın sonsuzluğunu edâ ediyormuşuz gibi, duygularımızın bütün hazineleri açılır.. ve bütün mahrem hislerimiz bağı kopmuş tesbih taneleri gibi dört bir yana saçılır. Her yanda köpürüp köpürüp Hak katına yükselen bu sihirli sesleri duyup gönüllerimizde cennetler gibi esen şevk ü tarâbı yaşadıkça, aşktan, şevkten ve bayramın büyüsünden süzülmüş diriltici bir iksiri içiyor gibi oluruz.

İmana mazhariyetin, Hakk'a kulluğun, kullukta şuûrun gönüllerimizi yükseltmiş bulunduğu zirvelerden yürüdüğümüz yolu seyreder, kader kitabımızı okur "İşte kitap bu!" der ve talihimize tebessümler yağdırırız. Bu mazhariyet ve mevhibelerin tadı, lezzeti ruhlarımızı o kadar yumuşakça sarar ki, gözlerimiz şükranla açılır-kapanır, duygularımız baharlar gibi yeşerir.. derken ruhlarımıza gelip vâsıl olan ilham ve ruhlarımızdan ötelere yükselen inâyet kanatlı duâlar, münâcâtlar, sızlanışlar, âdetâ tabiatlarımızı aşan semâvî bir mana, bir hâl ve bir te'sire ulaşır. Öyle ki, her yeni saat, her yeni dakika, her yeni iş, her yeni imkan daha derince yaşanmaya, daha şuurluca değerlendirilmeye layık birer kıymet alır; alır da, rûhânî zevklerle coşmuş vicdanlar "lûtfunu artır Allah'ım!" der daha da mest olmak isterler.

Bayramda apayrı bir his tufanı yaşarız

Bayram günleri, din ve meşrû âdetlerin ferah-fezâ ikliminde ibadetlerle hazza ve rûhânî hazlarla ibadet neşvesine büründükçe, yepyeni bir varlığa erdiğimizi, ebedîleştiğimizi, sinelerimizin kevn ü mekânlar kadar genişlediğini ve şuurlarımızın ilâhî vâridatla aydınlandığını daha açık-seçik duyar.. ve maddiyatımızın bütün bütün çözüldüğünü, tamamen manevîleştiğimizi sanırız.. sanırız da, hep imanın gönüllerimize saldığı ezelî vaadlere doğru akarız.

Bazen bütün bütün rikkate gömülür ve duyduğumuz her tekbir, her tehlil, her uhrevî ses ve sözle kendimizi öyle bir ağlamaya salarız ki, tepeden tırnağa sırılsıklam oluruz. Bazen pür-neşe kesilir ve kendimizi havâî fişeklere binmiş ışık ışık gökyüzünde dolaşıyor sanırız.. bazen de sihirli bir seccâde üzerinde yıldızlar arası seyahat ediyor gibi oluruz. Bazen koyun-kuzu meleyişiyle rikkate gelir, duygulanır ve bir kısım tuhaf hislerin te'siriyle içten içe mumlar gibi eririz.. bazen de bunları o kadar tabiî, yerli yerinde ve baş döndürücü bir ahenk içinde görürüz ki, "böylesinden daha mükemmeli olamaz" der, kaderin sırlı nakışları karşısında büyüleniriz.

Bazen minarelerden yükselen temcidler, ezanlar, câmilerden taşıp dört bir yanda yankılanan tekbirler, Kur'an'lar ve bunların vicdanlarda meydana getirdiği aks-i sadâlar öyle şiirleşir, öyle insanların içine akar ve onları büyüler ki; zannediyorum gönül dünyamızda hiçbir zevk ne bu derinliğe ulaşabilir ne de bu müessiriyete. Hele bu ses ve bu sözlere bir fon müziği gibi seher yeli de karışıp esince heyecanlarımız tarif edilmez bir noktaya ulaşır, hislerimiz de bir tûfan halini alır.

Husûsiyle hacc esnasında hemen her yerin umûmî lisanı ve umûmî şîvesi olan "tekbir"ler ve "telbiye"lerle en gizli düşüncelerimizi, en muhterem kanaatlerimizi en yüksek bir âvâz ile ilân ederek ve en mahrem hislerimizi en yakıcı nağmelerle dile getirerek âdeta bir mahşer provası yaparız. Bu çok mûnis ve o kadar da ürperten tablolar karşısında, bu alabildiğine derin ve o kadar da fıtrî sözlerle hep ayrı ayrı yerlerde dolaşır, ayrı ayrı vazifeler yaparız ama, her zaman arkamız cehennemlere dönük, gözlerimiz cennetlerin tüllenen şafaklarıyla mest, kalblerimiz de ilâhî rıdvân avında olarak...

İşte bu duygularla bütün bütün hudutlarımızı aşarak, bitevî hodgâmlıklarımızdan sıyrılarak, tahtlarımızı kalb ve ruhun ufkuna kurar; dünyaya bakan yönleriyle beden ve cismâniyetin küllerini sağa-sola savurur; vicdanın bir köşesinde muhâfaza ettiğimiz cennetten getirilmiş kıvılcımları bir kere daha tutuşturur.. ve o alev, o harâret, o ışık altında bu yeni varlığımızı yürekten selamlar, bahtımıza tebessümler yağdırırız.

Özetle

  • Kurban Bayramı, Hazreti İbrahim ve İsmâil'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, fedâkarlık, hasbîlik ve teslimiyet sembolü olarak gelmiştir. O, gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır.
  • Kurban Bayramı'nda evler, sokaklar, mabetler, dağlar, taşlar tekbirlerle lerzeye gelir, inler. Minarelerden yükselen temcidler dalga dalga tâ evlerimizin içine kadar gelip yayılırken, köy-kent, ova-oba koyun-kuzu meleyişleriyle sarsılır.
  • Bayramlarda imana mazhariyetin, Hakk'a kulluğun, kullukta şuûrun gönüllerimizi yükseltmiş bulunduğu zirvelerden yürüdüğümüz yolu seyreder, kader kitabımızı okur "İşte kitap bu!" der ve talihimize tebessümler yağdırırız.

Haftanın duası

Ey Yücelerden Yüce Rabb'im! Bütün mal ve mansıp sahipleri kapılarını sürmelediler. Sen'in yüce dergâhının kapısı ise asla kapanmaz ve dilekte bulunanlara her zaman açıktır. Ya İlâhî! Ulu dergâhına sığınan bu kimsesiz kulunu kapından kovacak olursan ben gidip hangi kapıya iltica edebilirim ki! İlâhî! Yakınlığından mahrum edersen beni, o zaman ben kimin yakınlığını umabilirim ki!

Sözün özü

Bayram günlerinde yaşadığımız dolu dolu duygularla çok defa havada uçuyor veya neşeli, ahenkli ve pürüzsüz bir yolda yürüyor gibi oluruz. Bazen gökyüzünde hiç kanat çırpmadan sağa-sola süzülen kuşlar gibi, bazen ağaçların başlarında ince ince salınan dallar gibi, bazen de rüzgârların dokunmasıyla yatıp kalkan, yatıp kalktıkça da, çevreye kokular salan çiçekler gibi incelir, zarifleşir ve şiirleşiriz.

Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes!

Fethullah Gülen: Rabb'in için namaz kıl ve kurban kes!

Son günlerde çokça duyup dinlediğiniz gibi kurban, lügatlere göre “yaklaşmak” manasına gelmekte ve Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve O'na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir. Kurban kesmek, Kitap, Sünnet ve icmâ-yı ümmet ile sabittir. Kur'an-ı Kerîm'in, “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 108/2) mealindeki ayetle, bildiğimiz kurbanı işaret ettiği hususunda İslâm ulemasının çoğunluğu aynı görüştedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) de, İbn Mâce'de ve Müsned'de geçen bir hadis-i şerifte “İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın” buyurmuştur. Bu ve benzeri delillerden hareket eden Hanefi fukahâsı kurban kesmenin vâcip olduğu kanaatine varmışlardır.

Hâbil ile Kâbil'in kurbanları

Kur'an-ı Kerim, Mâide Sûresi'nin 27-29. ayetlerinde bize, Hazreti Âdem'in iki çocuğunun kıssasını anlatır: Cenab-ı Allah buyurur ki, “Onlara Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, kardeşine, ‘Seni öldüreceğim.' dedi. O da, ‘Allah, ancak muttakilerden kabul buyurur.' dedi. Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan da, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabb'i Allah'tan korkarım. (Öyle bir şey yaparsan) dilerim ki sen, kendi günahınla beraber benim günahımı da yüklenesin de cehennemliklerden olasın.' Zalimlerin cezası işte budur!”

Kur'an-ı Kerîm'de ve güvenilir hiçbir hadis-i şerifte, Hazreti Âdem'in bu iki çocuğunun isimlerinden bahsedilmese de geçmiş kitaplarda isimlerinin Hâbil ve Kâbil olduğu belirtilen iki kardeş arasında bir meseleden dolayı anlaşmazlık çıkar ve neticede Kâbil, kardeşi Hâbil'i kıskançlıkla, haksız yere öldürür. Kur'an, bu iki kardeş arasında meydana gelen olayın detaylarını zikretmez; çünkü meydana gelen hadise, zaman ve mekânla sınırlı değildir. Burada önemli olan da isimler değil, şahsiyetler ve temsil ettikleri zihniyetlerdir.

Tefsirlerde ve diğer İslâmî eserlerde geçtiği üzere Kâbil ziraatçı, Hâbil ise çobandı. Her ikisi de kurban emrine muhatap olunca Kâbil, koyun kesmeye yanaşmamış, ürünün iyi kısmından kurban etmeye de kıyamamış ve kıymetsiz başaklardan oluşan bir demeti kurban olarak arz etmişti. Hâbil ise beğendiği bir koyunu kurban etmişti. Hâbil'in kurbanı kabul görmüş, Kâbil'inki ise adeta yüzüne çarpılmıştı. İşte, daha o dönemde, insanoğlu Allah'ın koyduğu ibadet kurallarına kendi mantığını ve tasarruflarını karıştırmaya başlamış, kurbanı kendi manasından çıkarıp onu bir uzaklık sebebi haline getirmişti.

İbadetlerin manası

Bugün de kurbana aynı mantıkla bakıldığı söylenebilir. Oysa Allah'a yaklaşmak için bir yol olan kurban, özellikleri tespit edilmiş bir hayvanı belli bir vakitte, ibadet maksadıyla ve usulüne uygun olarak kesmek demektir. Onun formatı Allah tarafından ortaya konulmuştur ve insanların o ibadet yerine başka bir ibadeti ikame etmeye ya da onun şeklini değiştirmeye hakları yoktur.

Sadece kurban değil, bütün ibadetler, fıkhî deyimiyle, taabbudî alana girer ve vahye göre şekillenmiştir. Hanefi fûkahası, taabbudî olan ve illetlerinin akılla kavranması mümkün olmayan hususlarda kıyas bile yapılamayacağı görüşündedirler. Evet, ibadetler “taabbudî”dir; yani, onları Allah emrettiği için, O'nun istediği zamanda, O'nun gösterdiği şekilde ve O'nun rızasını kazanmak niyetiyle yaparsak ya da sırf Allah yasakladığı için bazı şeylerden sakınırsak işte o zaman o amelimiz ibadet hükmüne geçer.. Kur'an nasıl getirmiş, Peygamberimiz nasıl göstermişse aynen öyle koruyup uyguladığımız, onlarda değişikliklere, artırma ve eksiltmelere girmediğimiz, Peygamberimiz tarafından öğretilen şekline dokunmadığımız sürece ibadetlerimiz ibadet olarak kalır.

Tabii ki, bu ilahî emir ve yasakların pek çok hikmetleri ve menfaatleri de vardır. Fakat sadece bu hikmet ve menfaatler gözetilerek yapılan, kulluk düşüncesiyle ve Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle yapılmayan şeyler ibadet sayılmazlar ve insana sevap da kazandırmazlar. Çünkü o ibadetlerin teşrîi doğrudan vahye dayalıdır ve o bilinen hikmetler, bilinmeyenlere göre çok azdır. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerin emredilmesinde, içki ve kumar gibi kötülüklerin de nehyedilmesinde “illet” başkadır, “hikmetler” başkadır. Bunların yapılıp yapılmamasındaki asıl “illet” Allah'ın emretmesi veya nehyetmesidir.

  • Allah'a yaklaşmak için bir yol olan kurban, özellikleri tespit edilmiş bir hayvanı belli bir vakitte, ibadet maksadıyla ve usulüne uygun kesmek demektir.
  • Kurban, Allah yolunda malın, canın, her şeyin feda edilebileceğini, Allah'a teslimiyeti ve O'na karşı şükür hisleriyle dolu olmayı ifade etmektedir.
  • Kulluk düşüncesi ve Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle değil sadece hikmet ve menfaatleri gözetilerek yapılan şeyler ibadet sayılmazlar.

Kurban kesmenin hikmetleri

Hikmetler, dinin esası, temeli ve şer'î kanunların konulmasının gerekçesi değildir. Allah (celle celâluhû), emir buyurur, biz de onu yaparız. Fakat Allah aynı zamanda Hakîm'dir. Emrettiği her şeyde hikmet de vardır. Biz, “Falan işin, vacibin veya farzın hikmeti şudur.” dediğimiz zaman hikmete sınır koymuş oluruz. O vecibenin belki pek çok hikmeti vardır ama bizim dar aklımızla ve küçük kıstaslarımızla kavradığımız şey sadece o hikmetlerinden bir veya birkaçından ibarettir.

Mesela, namazın pek çok hikmeti vardır. Bu hikmetlerden biri de, insanların cemaate gelip birbirini tanımasıdır. İkincisi, onun vücudun sıhhatiyle alâkalı yönüdür. Üçüncüsü, insanın yediği şeyleri hazmetmesidir. Dördüncüsü, mescide gitme zaruretinden dolayı bir kısım kimseler için yürüme ihtiyacının karşılanmasıdır… Bunları daha da çoğaltmak mümkündür. Şimdi biz on tane mesele saysak ve “Namaz, işte bu hikmetlerle çerçevelenmiştir.” desek, yine de namazın manasını daraltmış ve sıkıştırmış oluruz. Zira Hakîm-i Mutlak olan Hazreti Allah (celle celâluhû) belki binbir ismin cilvesi olarak o namazın içine binbir tane hikmet koymuştur. Biz ise dar aklımız ve zavallı kıstaslarımızla ancak onun dört-beş tanesini bilebiliyoruz. Aynen bunun gibi kurban ibadeti de pek çok hikmeti bulunan bir ibadettir.

Bu girizgâhtan sonra kurban kesmenin hikmetleri adına şunlar söylenebilir: Birincisi, Hazreti İbrahim bir civanmertlik, nefsi ve evladı adına yapacağı fevkalâde bir cömertliğin gereği olarak oğlunu kurban etmeye azmettiği an, bu büyük sadakat ve fedakârlığa Cenab-ı Hakk'ın bir lütfu ve ihsanı olarak bir koçun hediye edilip, İsmail Zebîhullah mezbûh olmaktan (kurban edilmekten) kurtarılmıştır.

İkincisi, kesilen kurban, kurbanı kesen üzerindeki mükellefiyeti düşürür. Ondan sonra etin dağıtılması gelir. Kurbanın üçte ikisi dağıtılır, geriye kalan üçte biri de kurban sahibinin olur. İsterse onu da dağıtabilir. Bundan da anlaşılmaktadır ki, kurban kesmek başkalarına karşı da bir hiss-i semahat (cömertlik) ifadesidir. Bu manada kurban, fakir-fukarayı gözetme, iyilikte ve ihsanda bulunma demektir.

Üçüncüsü, kurban kesen kimse Cenab-ı Hakk'a şöyle demiş olur: “Allah'ım! Sen, bize hayvanlarımızı boğazlamamızı emrettin. Biz, hayvanlarımızı boğazlamakla emrine inkıyadımızı izhar ediyoruz.” Kurban, bu yönüyle de bir teslimiyetin ifadesi demektir.

Bunun gibi daha pek çok hikmetler sıralanabilir. Ancak bütün bunlar, hikmet çerçevesi içinde kendisine yaklaştığımız, hakiki hikmetin bir kısım parıltılarından ibarettir. Bize düşen; kulluk şuuru içinde, Rabb'imizden gelen emirlere teslim olmak ve itaat etmektir ki, işte kurbanın hakiki hikmeti budur.

Haftanın Duası

Büyük Allah'tır, her türlü hamd ü senâ O Yüceler Yücesi'nin hakkıdır ve sabah-akşam tesbîh ile anılmaya lâyık yalnız O'dur. Dünya ve ahiret saadetimizin biricik vesilesi Efendimiz'i, âlini ve ashabını salât ü selamlarla yâd ediyoruz. Rabb'imiz! Ne olur, güzel isimlerin, ulvî sıfatların, Peygamberimiz ve Kur'an hürmeti için dualarımızı kabul buyur; yolunun bu aciz yolcularını dergâhından eli boş geri çevirme, haybet ve hüsrana maruz bırakma! Âmin!

Sözün Özü

Kul, her zaman Allah'a karşı çok samimî ve gönülden müteveccih olmalıdır. Aslında teveccühü yine teveccüh doğurur. İnsan, tıpkı ayçiçeğinin güneşe bakışı gibi hep O'na bakabildiği ölçüde O'nun tecelliyatına mazhar olur. Burada esas olan gönülden müteveccih olabilmektir. Gönlünün sesini seslendiremeyenlerin ve alıcılarını maneviyata karşı kapalı tutanların o tecellîlerden istifadesi zor, hatta imkânsızdır.

  • 1
  • 2
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.