Müfredat mânâsı (14. âyet)
إِذَا şart edatıdır.
لَقُوا kelimesi, لَقِيَ – يَلْقَى - لِقَاءً’den gelir. Mâzi fiilin cem-i müzekker gâip sigası olup “karşılaşma, yüzyüze gelme, görüşme, mülaki olma” gibi mânâlara gelmektedir.
Bunun gibi, خَلَوْا kelimesi de, خَلَا – يَخْلُو – خُلُوًّا وَخَلَاءً وَخَلْوَةً kökünden gelir, mâzi fiilin cem-i müzekker gâip sigası olup, إِلَى harf-i cerriyle kullanıldığında “halvete varmak, baş başa kalmak” gibi anlamlara gelir.
وَإِذَا خَلَوْا إِلٰى شَيَاطِينِهِمْ ifadesinde, bir kısım cümleler tayyedilmek suretiyle îcâza gidilmiştir şeklinde yaklaşacak olursak, takdiri: وَإِذَا خَلَوْا [وَانْصَرَفُوا وَذَهَبُوا وَخَلَصُوا] إِلٰى شَيَاطِينِهِمْ şeklinde olur ki mânâsı için şöyle denebilir: “Yalnız kaldıkları, yüz çevirip, çekip gittikleri ve gidip şeytanlarına ulaştıkları zaman…”
Pek çok müfessir, buradaki إِلٰى harf-i cerrinin مَعَ mânâsına geldiğini ifade etmişlerdir. Buna göre mânâ: وَإِذَا خَلَوْا مَعَ شَيَاطِينِهِمْ “şeytanlarıyla baş başa kaldıkları zaman” şeklinde olur.
شَيَاطِين şeytan kelimesinin çoğuludur. Kelime, Kur’ân-ı Kerim’de hem müfred (tekil) hem de cemi’ (çoğul) olarak birçok yerde geçmektedir. Şeytan kelimesi, ism-i cins olarak ele alındığı gibi, ism-i hâs olarak da ele alınagelmiştir.
İsm-i cins olduğunda, inatçı ve saldırgan olan her şeye bir mânâda şeytan denir ki bu, o türü genel olarak ifade eder. Evet, her nevide, o nevi içinde şeytanlığa has hususiyetleri bulunan türe “insan şeytanı, cin şeytanı, hayvan şeytanı” denegelmiştir.
İsm-i hâs olmasına gelince: “Şeytan” kelimesi, Allah’a baş kaldırıp “Beni ateşten yarattın.. ben daha hayırlıyım.” diyen, Hazreti Âdem’e secde etmeyen ve Allah’ın huzurundan kovulan maruf şeytanı yani İblis’i anlarız. Ancak bu maruf şeytanın, onun insanlar arasındaki avenesiyle de her zaman açık-kapalı bir tesvîl (günahları süsleme) şeklinde tesiri söz konusudur. Evet;
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الْإِنْسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا وَلَوْ شَۤاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Öyle ise artık Sen onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” (En’âm sûresi, 6/112)
âyet-i kerimesinde de ifade edildiği gibi insî şeytanlar ile cinnî şeytanların birbirleriyle sürekli irtibatlı oldukları görülmektedir. Bunlar, bir yerde fitne ve fesada dair iğfal (aldatma) ve idlâl (saptırma) cinsinden bir fikir ve düşünceyi süsler, bezer, insanlar arasında yayıverirler. Zannediyorum dünyanın hemen her yerinde fitne ve fesada ait düşünce ve fikirlerin sloganik hâle gelmesi de onların aralarındaki bu diyalogdan kaynaklanıyor.
Nâs Sûresi’nde “vesvâs” ve “hannâs” olarak ifade edilen, her insana musallat olabilen, görünmeyen fakat insanı baştan çıkarmak için devamlı vesvese veren şeytanlar vardır. Bir gün Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hazreti Ebû Zerr’e: “İnsî ve cinnî şeytanların şerlerinden Allah’a sığındın mı?” dedi. Hazreti Ebû Zer de bu suale, yine bir sual ile karşılık verdi: “İnsanlardan da şeytan var mı?” Allah Resûlü cevabında: “Evet, hem de onlar cinnî şeytanlardan daha da şerirdirler.” buyurdu.[1] Bu hadis-i şerif açıkça hem insanlar hem de cinler arasında şeytanlar bulunduğunu göstermektedir. Hazreti Üstad, “Eğer onlar maddî ceset giyseydiler, bu şerîr insanların aynı olacaktılar. Hem eğer bu insan suretindeki insî şeytanlar cesetlerini çıkarabilseydiler, o cinnî iblisler olacaktılar.”[2] sözleriyle cin ve ins şeytanları arasındaki duygu ve düşünce benzerliğine işaret eder.
Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) meseleyi daha da şümullü tutarak, “Her bir devenin üzerinde (bir rivayette: arkasında) bir şeytan vardır.”[3] buyururlar. Hazreti Ömer’in başından geçen şu vak’a da bu meseleyi teyit eder mahiyettedir: Hazreti Ömer, Şam’a geldiklerinde bir ata biner. At ciddi bir şetâret ve neşât içinde kendinden geçmiş insan gibi zevk ve şevkle şahlanır. Onun böyle yarış atları gibi gururlu ve kibirli davranışları Hazreti Ömer’in hoşuna gitmez, Koca Halife, bu attan aşağıya inerek şöyle der: “Beni bir şeytana bindirdiniz.”[4]
Şeytan kelimesinin kaynaklarda شَطَنَ’den veya شَاطَ – يَشِيطُ’dan geldiği zikredilmektedir. شَطَنَ’den geldiği düşünülecek olursa, “uzak olmak, uzaklaşmak” mânâsına gelmesi itibarıyla “Allah’ın rahmetinden uzak olan.” demektir. شَاطَ – يَشِيطُ’dan geldiği kabul edildiği takdirde de “helak olmak, yanmak, batıl olmak” anlamına gelmektedir. Secde ile Allah’a yakınlığı mümkün iken, Allah’a başkaldırıp serkeşlik etmesiyle kendi elleriyle kendini helâke sürükleyip, kendi menfaatine olan şeyleri iptal ettiğinden ona “şeytan” denilmiştir. Evet o, rahmet-i ilâhiyeden uzaklaşmış, yanmayı hak etmiş ve bütün davranışları bâtıl, değersiz hâle gelmiş denî bir mahlûktur.
مُسْتَهْزِئُونَ : İstihza, هَزِئَ – يَهْزَأُ fiilinin istif’âl babındandır ve “maskaraya alma, biriyle alay etme, birini hakir görme” gibi mânâları içerir. مُسْتَهْزِئُونَ kelimesi, bu fiilin ism-i fâil sigasının çoğulu olup, “istihza edenler” mânâsınadır.
Şimdi verilen bu iştikak bilgileri ışığında âyetin mânâsını hecelemeye çalışalım:
Onlar, Müslümanlarla karşılaştıkları zaman onlara karşı “Biz iman ettik.” derler. Sonra dönüp şeytanlarıyla, reisleriyle ve hemfikir oldukları kimselerle baş başa kaldıkları ve onlarla beraber bulundukları zaman “Biz kat’iyen sizinleyiz, sadece onlarla istihza ediyorduk.” derler.
Yukarıda esbab-ı nüzul için arz edilen Abdullah İbn Übey İbn Selul örneğine bu âyet-i kerime perspektifinden bakılabilir. Hatta Abdullah İbn Übey İbn Selul zihniyetindeki insanların her devirde Müslümanlarla nasıl istihza ettikleri/edecekleri bundan çıkarılabilir.
[1] Nesâî, istiâze 48; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 5/178, 265.
[2] Bediüzzaman, Lem’alar s.103 (On Üçüncü Lem’a, Onuncu İşaret).
[3] el-Hâkim, el-Müstedrek 1/612; İbn Hibbân, es-Sahîh 4/602, 6/411.
[4] er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb 1/17,61.
- tarihinde hazırlandı.