Kayyûmiyet

"Kayyûm" ism-i şerîfi, fey'ûl kipinde mübâlağa ifade eden bir kelimedir ve Cenâb-ı Hakk'ın ismi olması itibarıyla da kendi zâtında zâtıyla kaim, başka her şey ve nesne için de mukavvim (bütün eşya ve hâdiselerin mâbihi'l-vücud ve'l-kıyâmı)'dır; onlar, O'nunla kaim ve O'nunla dâimdirler. Bu mübarek isim, "Esmâ-i Hüsnâ"dan olması itibarıyla, o açıdan üzerinde durulduğu/durulacağı gibi, tasavvufî terminoloji zâviyesinden de farklı yorumlarla tahlile tâbi tutulmuş bir kelime-i kudsiyedir.

Bu ismi, avam-havâs herkesin anlayabileceği bir dil ile ifade edecek olursak: O, Cenâb-ı Hakk'ın, kendi zâtıyla kaim bir müstağnî-i mutlak, bütün cihanlar ve içindekilerin varlık ve bekalarının da biricik dayanağı olduğunu ifade eden bir ism-i âzamdır. Kayyûmiyet ise, "-iyet" eki ile bu ism-i celîlden türetilmiş bir yapma masdar ve hakikat itibarıyla da sırf o Zât-ı Ecell ü A'lâ'ya mahsustur. Zirâ kıvamı kendinden ve bizzat olması ve bu açıdan gayra muhtaç bulunmaması itibarıyla da Zât-ı Hak'tan başkası için düşünülemeyeceği bedîhî ve açıktır. Bu da Hak'tan gayrı kayyûm-u mutlak bulunmadığı, bulunamayacağı mânâsına gelmektedir.

Evet, bütün mukayyed kıyamlar ve kıvamlar O'nun kayyûmiyetinden birer zıll, birer reşha, birer çizgi ve birer akisten ibarettir. Bu mülâhaza, filcümle bütün esmâ ve sıfât-ı sübhâniye için söz konusu olmakla beraber, bilhassa kayyûmiyet-i ilâhiyenin her şeyde bir izi, bir işareti, bir şuâı bulunduğunu göstermesi zâviyesinden onda daha bârizdir. Aslında Hak, her nesnede ve her şeyde –bî kem u keyf– kemâlâtının bâzı şuâlarını kendi görüp bildiği gibi bizlere de hissettirmek ve duyurmak istemektedir. Evet, O'nun, melekûtî âlemlere, kendi derinlikleri çerçevesinde; mülkî, fizikî dünyalara da, ayna olmaları ölçüsünde bir kısım celâlî ve cemâlî tecellîleri vardır. Bu tecellîlerden bazıları ancak erbâbınca duyulup hissedilebilir şekilde meknî ve mukayyed türden farklı farklı tecellîlerdir; bu itibarla da hepsini duyup hissetmek her ferde müyesser değildir. Ne hoş söyler o nâzım-ı meçhûl: "Er odur ki koku alabile/Yoksa âlem nesîm ile doludur." Böyle kokuyu alabilen ruh ve gönül kahramanları, gördükleri her nesnede Hakk'ın kayyûmiyeti ve kendi zılliyetlerinin şuuruyla hep mest ü mahmur yaşarlar; zirâ, bunlar görmüşlerdir ebedî ve bâkî olanı, her şeyi zât-ı kayyûmiyetiyle ayakta tutanı, zerreden küreye her nesnenin harekât ve sekenâtını planlayıp sevk ve idare edeni, bütün kâinatların, hâkimiyet-i mutlakasına mukayyed ve münkad bulunanı; nihayet her şeyin O'nda başlayıp O'nda bittiği Zât'ı...

Aslında kelimenin bir mübalağa sîgasıyla ifade edilmesinden, O'nun mutlak müstağnî ve her varlığın O'na muhtaç ve O'nun emir ve iradesine münkad bulunduğu da açık ve zâhirdir. Her şeyden evvel Kur'ân-ı Kerim bu mülâhazayı ifade sadedinde وَعَنَتِ الْوُجُوهُ لِلْحَيِّ الْقَيُّومِ (Tâhâ sûresi, 20/111) buyurmaktadır ki, bu da açıktan açığa bütün baş ve yüzlerin O'nun kayyûmiyeti karşısında iki büklüm olup O'nun hâkimiyet-i mutlakasını hâlen ve fiilen ifade etmelerinin apaçık beyanıdır.

Kayyûmiyet-i ilâhiyenin bu müteâl husûsiyetindendir ki, Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhi ekmelüttehâyâ) günlük hayat-ı seniyyelerinin hemen her faslında "Hayy u Kayyûm" kelimelerini sürekli tekrarlar.. her işini o kelimelerin müfâdına bağlar.. namazlarını müteakip أَسْتَغْفِرُ اللّٰهَ الَّذِي لاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ buyurur.. yatarken-kalkarken bir şekilde "Hayy u Kayyûm" isimlerini tekrar eder.. uyumak istediğinde "Âyetü'l-Kürsî" içindeki "Hayy u Kayyûm" kelimeleriyle hissiyât-ı sâfiyelerini seslendirir.. ve teheccüd namazını edâ ettikten sonra اَللّٰهُمَّ لَكَ الْحَمْدُ... şeklindeki o uzun dua ve teveccühleri içinde de yine يَا قَيُّومَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ... diyerek hep Hakk'ın kayyûmiyetiyle soluklanırdı.

Bir kısım sofilerce ehadiyet-i zâtiye –bu bir tevcihe göre– esmâ ve sıfât-ı sübhâniyenin zılliyetini gerektirir; vâhidiyet ise –burada da farklı bir tevcih söz konusu– esmâ-yı sübhâniyenin zuhûruyla âlemin fenâsını işaretler; rubûbiyet-i Hakk'a gelince o, ef'âl ve âsârın bekasına bakar; ulûhiyet-i sübhâniye ise âlemin fâni olduğuna imada bulunur; kayyûmiyet-i zâtiyeye gelince o, her zaman âbid ve Mâbud münasebetine, fâil ve fiil hususiyetine, kaim ve mutekavvim alâkasına nâzırdır.. evet Hak, kendi zâtıyla kaim olduğu gibi, yaratıkların da hem vücud hem de bizzât ve bi'l-kuvve ubûdiyetlerinin de kayyûmu ve mukavvimidir. Bu son hususu daha farklı bir şekilde şöyle de ifade edebiliriz: Ehadiyet tecellîsi bahis mevzuu olduğunda artık ne isim ne de sıfat duyulup hissedilebilir; vâhidiyet hakikati söz konusu olduğunda ise, onun şuâât-ı Vechiyle her şey rengiyle, deseniyle görünmez hâle gelir; rubûbiyet tecellîsi bahis konusu olduğunda, halk gerçeği de kendini gösterir ve her nesne, her şey hâl diliyle حَقَائِقُ الْأَشْيَاءِ ثاَبِتَةٌ hakikatini mırıldanır; ulûhiyet tecellîsi âfâk ve enfüsü sarınca, her yan Hak şuââtıyla parlamaya başlar ve halk sadece sûretten ibaret kalır; kayyûmiyetin o muhît tecellîsi duyulup hissedildiğinde ise, kayyûm ve mukavvimin zıllinde ve ism-i Zâhir'in gölgesinde her ses O'ndan bir nağme ve her nesne O'ndan bir nâme şeklinde kendini gösterir.

Bu itibarladır ki, müntehî bir vâsıl, kayyûmiyet-i münezzeheden başka hiçbir şey duyup hissetmez –bazılarına göre müşâhede etmez– ve hep O'nu heceler durur. Oturur-kalkar لاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ hakikatiyle soluklanır; varlık ve hâdiselerle değil, O'nunla varlığı okuyarak eşya ve şuûnu değerlendirir; O'nunla her nesnenin gerçek yüzünü ve her hâdisenin arka planını görmeye çalışır; daha doğrusu göreceklerini O'nunla görür; duyduklarını/duyacaklarını O'nunla duyar; tuttuğunu O'nunla tutar; varacağı noktaya O'nunla varır ve bulunması gerekli olan yere de ancak O'nunla ulaşır...

Hâsılı; vâsıl, eşya ve hâdiselerle O'nu bilmenin çok çok ötesinde شَهِدَ اللّٰهُ أَنَّهُ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ هُوَ... deyip O'na yine O'nun şehadetiyle bakar/bakmaya çalışır; böylece delillerin darlığından sıyrılarak, iç müşâhedelerini Mevcûd-u Mutlak ve Medlûl-ü Mutlak'a bağlayarak, en geniş dairede hatta daireler üstü dairesizlikte o yücelerden yüce kayyûmiyet ihsas ve ihtisaslarına ulaşır. Burada, Bediüzzaman Hazretlerinin Otuzuncu Lem'a'daki kayyûmiyet mülâhazalarından da bir-iki cümlecikle söz etmeden geçemeyeceğim. O, bu risalede bir kısım esmâ-i ilâhiyeyi farklı bir zâviyeden ele aldığı gibi, kayyûmiyet hakikati üzerinde de durur ve oldukça farklı şeyler söyleme sadedinde şu önemli hususlara dikkatleri çeker:

Bu kâinâtın Hâlık-ı Zü'l-Celâli kayyûm ve bizâtihî kaimdir. Bütün eşya her an varlık ve bekasıyla O'na muhtaç ve O'nunla dâimdir. Bir dakikacık olsun o kayyûmiyet kesilse, her şey bir anda zîr u zeber olur. O'nun kayyûmiyeti, zerrelerden kürelere, en küçük nesnelerden en büyük cirimlere, tek bir varlıktan bütün kâinâtlara kadar her şeyi fevkalâde bir nizam içinde devam ettiren; konumlarına ve keyfiyetlerine göre bunların levazım ve ihtiyaçlarını karşılayan; bütün sevk ve insiyakları birden gören; bütün sesleri birden işiten bir kayyûmiyet-i mutlakadır. Öyle ki, o kayyûmiyet-i muhîta eşya ve hâdiselerden bir dakika teveccühünü kesse, o sonsuz fezâ-yı ıtlakta milyonlarca/milyarlarca sistem ve küreler arasında meydana gelmesi mukadder musâdemeler ile kâinatlar toz-duman olup gidecektir.

Bunun gibi dünya ve bütün diğer varlıklarda her şey; kafile kafile arkasından gelip geçmekte; saniye, dakika, saat, gün, günler ve senelere bağlı bu seyr ü sefer fevkalâde bir nizam ve âhenk içinde ve âdeta harika bir şekilde gerçekleşmektedir ki; en küçük bir başıboşluk, bütün bu nizamların, intizamların altüst olmasına yetecektir. Oysaki her şeyde, her zaman fevkalâde bir âhenk müşâhede edilmektedir; bu ise bir kayyûmiyet-i mutlakayı işaretlemektedir.

Bunlar gibi, canlıların bedenlerindeki hücreler, birbiriyle sımsıkı münasebet içindeki moleküller, bunları teşkil eden atomlar ve dahası... tıpkı semâdaki sistemler gibi olabildiğine mükemmel bir âhenk içinde, belli gayeler istikametinde, pek çok hikmet ve maslahatı ihtiva eder şekilde cereyan ve hareket etmektedirler ki, bütün bu faaliyetlerin hemen hepsi yine o kayyûmiyet-i ilâhiyeyi göstermektedir.

O koca deryadan bir-iki damla ile arz etmeye çalıştığımız bu önemli hususları kendi engin kaynağından mütalâada bulunma tavsiyesiyle bu konuyu da burada noktalamak istiyorum.

اَللّٰهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ،  وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ  وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى أَشْرَفِ الْخَلْقِ مُحَمَّدٍ  وَ عَلَى آلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ آمِين

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.