Esmâ-i Hüsnâ (2)

Bir kısım ulema, esmâ-i ilâhiye tevkîfîdir; Sahib-i Şeriat'tan şerefsudur olmayan isimler esmâ-i hüsnâdan sayılmaz, hele herhangi bir obje veya hâdisenin arkasında o obje ve o hâdiseye münasip birer isim belirleyip onları da ilâhî esmâdan saymak kat'iyen doğru değildir, demişlerdir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'de farklı isimlere esas teşkil edecek bir hayli fiilin bulunduğu da bir gerçektir. Ayrıca, Cenâb-ı Hak her ismini bize bildirmiş de değildir. Efendimiz'in: اَللّٰهُمَّ إِنِّي عَبْدُكَ وَابْنُ عَبْدِكَ وَابْنُ أَمَتِكَ... duasında işaret buyurdukları gibi, Allah'ın ismi olarak zikredilen esmâ-i hüsnâsının yanında, Kur'ân veya herhangi bir kitapla indirdiği, özel mahiyette bazı kullarına bildirdiği veya nezd-i ulûhiyetinde başkalarından ketmettiği isimleri de vardır. Ne var ki, O bunları bildirmezse kimse de bilemez. Biz ancak Sahib-i Şeriat'ın Kur'ân'la ve Sünnet'le bildirdiği esmâyı bilebiliriz. Hadiste Ebu Hüreyre'den rivayet edilen, -farklı kitaplardaki farklı rivayetler mahfuz- doksan dokuz esmâ-i ilâhiyedir. Vakıa, esmâ-i hüsnâ hadisini az bir farkla Selman-ı Fârisî, Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer ve Hazreti Ali de nakletmektedirler ama, hadis kriterleri açısından bu rivayetler zayıf bulunduğundan itibar görmemiş ve iştihar etmemişlerdir. Burada doksan dokuzun kesretten kinaye olduğunu söyleyenleri hatırlatmada da yarar var.

Esmâ-i hüsnâ tevkîfîdir diyenler, Kitap ve Sünnet-i Sahiha'da rivayet edilenlerin dışındaki herhangi bir ismi Cenâb-ı Hakk'a nisbet etmeyi uygun bulmamışlardır. Böyle bir tesmiyeyi uygun bulmamanın yanında, esmâ-i hüsnâdan addedilen isimlerden, müstakillen zikredildiklerinde Kur'ânî Zât-ı Ulûhiyet mülâhazasına uygun düşmeyen veya edebe münafi görünen esmâ ile de O'nun anılmasını tasvip etmemişlerdir. Bu cümleden olarak, "Züntikam", "Dârr", "Cebbâr", "Kâbız"... gibi isimleri müstakillen zikretme yerine "Azîzün Züntikam", "Dârr u Nâfi'", "Kâbız u Bâsıt" demeyi tercih etmişlerdir. Kudretin umûr-u hasiseye mübaşeretine karşı esbabın vaz'edilmesi esprisiyle diyebiliriz ki, Zât-ı Ulûhiyet mülâhazalarında mü'minler her zaman edep dairesi içinde hareket etmeli, saygılı olmalı ve hep hürmet hissiyle oturup kalkmalıdırlar. Allah, her şeyi yaratandır ama, onlar bu konuyu tâmime bağlamalı ve müstakillen "Hâlıku'l-hınzîr", "Hâlıku'l-kıred"... gibi ifadelerle üslup bozukluğuna düşmemelidirler. Vakıa, böyle bir tenzihte de aşırılığa girerek Mutezile gibi, "Allah habâisi, çirkin şeyler ve kabîh işleri yaratmaz" deme ifratına da düşülmemelidir. Zira, hayrı da şerri de yaratan O'dur; çirkinliklere gelince onlar sebebiyet verenlere aittir ve onlara nisbet edilir. Böyle bir yaklaşım, sıfât-ı mâneviyeyi gözetmenin yanında, ilâhî şe'n, evsâf ve esmâ-i ilâhiyenin ahkâmına da riayet etmenin gereğidir: Bir kere Allah, hem azamet ve izzet sahibi hem Rahmanu'r-Rahîm, hem Kâhir hem Hakîm, hem Şedîdü'l-ikab hem Sabûr, hem Celîl hem Cemîl, hem Âdil hem de Halîm'dir. O'nun hakkındaki mülâhazalar hep bu tür nuût-u ilâhiye ve esmâ-i sübhaniyeden hâsıl olan umumi mânâ ve mazmun çerçevesinde değerlendirilmelidir.

O'nun isimleri, diğer varlıklara verildiğinde bu müsemmânın hususiyetine göre anlaşılan mânâ, mikyas ve çerçevesiyle değil, o müteâl Zât'ın münezzehiyeti, mukaddesiyeti esasına göre ele alınarak yorumlanmalı ve tenzih esprisine bağlı kalınmalıdır: Meselâ, muhâdaa, keyd, mekr, istihza, hizy ve emsali kelimeler mutlaka ulûhiyet hakikatine ve şe'n-i rububiyete uygun birer tevil ve üslupla ifade edilmelidir. Zira, isimlere saygı ve onlarda tenzih ve takdis üslubuna riayet, Müsemmâ-i Akdes'e tazim ve O'na hürmetin ifadesidir. Hatta bazılarına göre sadece esmâ-i ilâhiye değil, onların tecelli alanı, merâyâ ve mecâlîsi olan ef'âl-i ilâhiye ve mahlûkat-ı rabbaniye dahi -Cenâb-ı Hak kendini onlarla bildirmesi itibarıyla O'na delâlet, şehadet ve işaretleri açısından- ayıp, kusur ve eksiklik gibi mülâhazalardan mukaddes ve müberra addedilmişlerdir. Onlar bu mülâhazalarıyla, ef'âl-i ilâhiyeyi takdir, esmâ-i hüsnâyı tenzih ve Zât-ı Akdes'i tazim gibi önemli bir hususa işaret etmek istemişlerdir; evet her şey, kendi varlık ufku itibarıyla ve mahlûkiyet mertebesi açısından:

عِبَارَاتُنَا شَتَّى وَحُسْنُكَ وَاحِدٌ
وَكُلٌّ إِلَى ذَاكَ الْجَمَالِ يُشِيرُ

fehvasınca, farklı beyan, farklı şive ve farklı ifadelerle hep O'nu dillendirmektedir. İnsan bir kere varlığa vicdan mekanizmasıyla bakabilse ve azıcık hâdiselerin diline kulak verse, canlı-cansız her şeyde –Hoca Tahsin'in de Türkçe bir manzumesinde ifade ettiği gibi- :

تَأَمَّلْ سُطُورَ الْكَائِنَاتِ فَإِنَّهَا
مِنَ الْمَلَإِ الْأَعْلَى إِلَيْكَ رَسَائِلُ

sözlerinin nümâyan olduğunu görecektir. Nasıl olmasın ki, bir mânâda O'nun Zât'ı o sutûr-u kâinatla ilan edilmekte; O'nun ilmi, hayatı, kudreti ve iradesi onlarla seslendirilmekte; esmâ-i sübhaniyesinin değişik tecelli dalga boyundaki farklılıkları onlarla ortaya çıkmakta ve her şey onlardaki nizam, intizam, ahenk ve sanatın ince nakışlarıyla bize iç içe şölenler yaşatmaktadır.

Bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyorum: esmâ-i hüsnâ adına en sıhhatli rivayet Ebu Hüreyre'nin rivayeti olsa da, ulemanın büyük çoğunluğuna göre ilâhî isimler bu hadis-i şerifte rivayet edilenlere münhasır değildir. Aksine hem Kitab-ı Mübîn'de hem de Sünnet-i Sahiha'da sarâhaten ve zımnen zikredilen daha bir hayli esmâ-i ilâhiyenin mevcudiyeti söz konusudur. İhtimal doksan dokuz esmâ-i mübareke, dua, tazarru, niyaz ve hususi teveccühler itibarıyla özel bir önem arz etmektedir. Yoksa, yukarıda da işaret edildiği gibi doksan dokuz esmânın yanında, hususi bazı şahıslara bildirilen ve hiç kimseye açılmayan değişik isimler de vardır. Hatta, Kur'ân'da fiil ve sıfat şeklinde bulunanlarla bazı hadis kitaplarında 100, 125, 133, 155, 167, 305, 313, 552, dahası bazı ehl-i beyt kaynaklarına göre 1000 olduğuna dair rivayetlerin bulunduğu da söz konusudur.

Bazı kültürlerde, Cenâb-ı Hak, Zât-ı Ulûhiyet mülâhazasına ters düşmeyen, Kadîm, Ezelî, Ebedî, Sermedî, Dâim, Vâcibü'l-vücud, Sâni', Mukallibu'l-kulûb, Musarrifu'l-kulûb... gibi ad ve unvanlarla da anılmaktadır. Bizdeki Tanrı'yı ve İranlıların Hudâ'sını da aynı çerçevede mütalâa edebiliriz. Ancak bunca esmâ arasında, ta'dat edilince Cennet'e girme vaadi Ebu Hüreyre hadisiyle irtibatlı olarak rivayet edilmiş gibidir.. işin doğrusunu Allah bilir; tabiî ta'datla kastedilen hususu da.. hadis şârihleri; bunları belleyip vird-i zeban etme, Zât-ı Ulûhiyet hakikati mülâhazasında bu isimlerin bütününün birden nazara verdiği mazmun ve mefhuma saygılı olma, onları okuyanların okudukları isimlerde ilâhî ahlâkı görüp onunla ahlâklanması; bunların arka planındaki esrâr-ı esmâyı duymaya çalışma, bu mübarek isimleri duyarak ve hissederek tekrar ede ede iç dünyalarını aydınlatma şeklinde anlamışlardır.

Bütün esmâ-i hüsnânın mukaddesiyeti müsellem, ancak bunlardan Allah, Rahman, Rezzâk, Kuddûs, Muhyî, Mümît, Mâlikü'l-Mülk, Zü'l-celâli ve'l-ikram, Ekber, A'lâ, Hâlık, Allâmü'l-Guyûb... gibi isimlerin Allah'tan başkası hakkında kullanılması tecviz edilmemiştir. Kullanılacaksa bu esmâ-i mübarekenin önüne "abd" gibi bir kelime ilave edilerek kullanılması uygun görülmüştür. İlâhî isimlerin bu şekilde anlaşılması, yorumlanması ve ulûhiyete ait hakâikin bu çerçevede mütalâa edilmesi, İslâm ümmetine ve Kur'ân cemaatine mahsus bir imtiyazdır. Yaratan'la yaratılan arasındaki farklılığı arızasız ve kusursuz olarak aksettirmesi açısından böyle bir yaklaşım Zât-ı Ulûhiyet'in hakkı, Mâbud-u Mutlak olmasının lâzımı, bizim de vazifemizdir.

Zaten, Cenâb-ı Hakk'ın, zâtî, sübûtî, selbî ve haberî sıfatları da bu hakikati vurgulamakta ve bizi doğru bir Zât-ı Hak mülâhazasına çağırmaktadır. Bu itibarla, herhalde bize de, bir kısım sıfatları açısından O'na Alîm, Hayy, Kadîr, Semî', Basîr, Mürîd, Mütekellim demenin yanında, O'nun ulûhiyetine yaraşmayan acz, fakr, kusur, madde, cisim ve enerji türünden yakıştırmalardan, sapıkça lükslerden de uzak durmak; O'nun İbrahim Hakkı ifadesiyle, yemez içmez, zaman ve mekâna muhtaç olmaz bir Zât-ı Ecell ü A'lâ olduğuna itikat etmek düşer.

Bunlardan başka ehl-i hakikat, ilâhî isimleri, esmâ-i Zât, esmâ-i sıfât ve esmâ-i ef'âl olarak farklı bir tasnife tabi tutup esmâ-i Zât cetvelinde: Allah, Rab, Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin, Azîz, Cebbâr, Mütekebbir, Alî, Zâhir, Bâtın, Kebîr, Celîl, Mecîd, Hak, Metîn, Vâcid, Mâcid, Samed, Evvel, Âhir, Müteâlî, Ganî, Nur, Vâris, Zü'l-Celâl ve Rakîb gibi esmâ-i mukaddeseyi.. tecelli alanları itibarıyla, hayat, ilim, sem', basar, irade, kudret, kelâm gibi evsâf-ı sübhaniyeye dayanan esmâ-i sıfât çerçevesinde, Hayy, Şekûr, Kahhâr, Kâhir, Muktedir, Kavî, Kâdir, Rahman, Rahîm, Kerîm, Gaffâr, Gafûr, Vedûd, Raûf, Halîm, Berr, Sabûr, Alîm, Habîr, Muhsî, Hakîm, Şehîd, Semî', Basîr gibi esmâ-i mübarekeyi.. esmâ-i ef'âl unvanıyla da, Mübdi', Vekîl, Bâis, Mücîb, Vâsi', Hasîb, Muğîs, Hâfız, Hâlık, Bâri', Musavvir, Rezzâk, Vehhâb, Fettâh, Kâbız, Bâsıt, Hâfıd, Râfi', Muizz, Müzill, Hakem, Adl, Latîf, Muîd, Muhyî, Mümît, Velî, Tevvâb, Müntakim, Muksit, Câmi', Muğnî, Mâni', Dârr, Nâfi', Hâdî, Bedî', Reşîd esmâ-i mübecceleyi zikretmiş.. sonra, bütün isimlerin imamı olarak da Hayy, Alîm, Mürîd, Mütekellim, Kâdir, Cevâd, Muksit isimlerini işaretlemiş; esmâ-i celâliye başlığı altında, Kebîr, Azîz, Azîm, Celîl, Mâcid, Mümît, Dârr, Müntakim isimlerini hatırlatmış; esmâ-i cemâliye unvanıyla da, Rahîm, Selâm, Muhyî, Mü'min, Latîf, Rezzâk, Hallâk, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın, Karîb gibi isimleri kaydetmiş ve bütün esmâ-i hüsnâyı, hakâik-i eşyânın, O'nun ilim, irade ve hikmetiyle âlem-i gaybdan âlem-i şehadete çıkmalarının vesilesi görmüş ve bu mübarek ve nuranî isimlerin, Müsemmâ-i Akdes'in hicabı ve nikabı olduğunu vurgulamışlardır. Her şeyin doğrusunu O bilir; bize de O'nun bildirdiklerine itikat etmek düşer. Bugüne kadar yapılan onca esmâ-i hüsnâ şerhinden sonra, yeni bir şerh teşebbüsünü şimdilik faydasız gibi görüyor ve

اَللّٰهُمَّ أَرِنَا الْحَقَّ حَقًّا وَارْزُقْنَا اتِّبَاعَهُ وَأَرِنَا الْبَاطِلَ بَاطِلاً وَارْزُقْنَا اجْتِنَابَهُ
وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَآلِهِ وَصَحْبِهِ أَجْمَعِينَ

diyerek konuyu noktalamak istiyorum.

Yukarıda değişik kategoriler içinde ve bazıları mütedâhil olarak zikredilen esmâ-i hüsnâyı aşağıdaki cetvelde mânâlarıyla beraber bir kere daha hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyorum:

Zât-ı İlâhiyeye Delâlet Eden İsimler:

Allah: Vacibü'l-Vücud, O'nun zâtî ismi
Rab: Terbiye edip yetiştiren, sahip olan
Melik: Her şeyin mâliki
Kuddûs: Kusurdan münezzeh olan
Selâm: Selâmet veren
Mü'min: Güven veren/vaadeden
Müheymin: Görüp gözeten
Azîz: Yegâne galip
Cebbâr: İradesini, azametini gösteren
Mütekebbir: Büyüklüğünü izhar buyuran
Alî: En yüce
Zâhir: Varlığı ayândan ayân
Bâtın: Zât'ı, hakikatiyle ihata edilmeyen
Kebîr: Ululardan ulu olan
Celîl: Azametiyle başdöndüren
Mecîd: Çok şanlı
Hak: Bizzat var olan
Metîn: Her şeye güç yetiren
Vâcid: Dilediği her şeyi bulan
Mâcid: Şanlı, namlı
Samed: Herkesin muhtaç olduğu bir müstağni
Evvel: Varlığının başlangıcı olmayan
Âhir: Varlığının sonu olmayan
Müteâlî: Zâtî ulviyet sahibi
Ganî: Her şeyden müstağni
Nur: Işık kaynağı olan
Vâris: Her şeyin nihâî tek sahibi olan
Zü'l-celâli ve'l-ikrâm: Celâl ve ikram sahibi
Rakîb: Gözleyip, kontrol eden
Bâkî: Fena bulmayan
Hamîd: Övgüye layık olan
Vâhid: Her şeyiyle bölünmez bir tek

Evsâf-ı Sübhâniyeye Dayanan İsimler:

Hayy: Ebedî hayat sahibi olan
Şekûr: İyiliklere karşılık veren
Kahhâr: Kahrolacakları kahreden
Kâhir: Kahredici
Muktedir: Her şeye güç yetiren
Kavî: Her şeye gücü yeten
Kâdir: Her şeye gücü yeten
Rahmân: Engin rahmet sahibi
Rahîm: Rahmeti bol
Kerîm: İyilik ve ikramda bulunan
Gaffâr: Günahları yarlıgayan
Gafûr: Her günahı yarlıgayan
Vedûd: Seven ve sevilen
Raûf: Çok şefkatli
Halîm: Hilm ile muamele eden
Berr: İyilik eden
Sabûr: Çok sabırlı
Alîm: Her şeyi bilen
Habîr: Her şeyden haberdar
Muhsî: Her şeyi teferruatıyla ta'dat edip bilen
Hakîm: Her şeyi yerli yerinde vaz'eden
Şehîd: Her şeyi ra'ye'l-ayn bilen
Semî': Her şeyi işiten
Basîr: Herşeyi gören
Afüvv: Günahları affeden

Ef'âl-i İlâhiyeye Delalet Eden İsimler:

Mübdi': İlk yaratan
Vekîl: Güvenilip dayanılan
Bâis: Ölümden sonra dirilten
Mücîb: Dualara icabet eden
Vâsi': İlm ü rahmetiyle her şeyi kuşatan
Hasîb: Her şeye yeten
Muğîs: Ekstradan yardımda bulunan
Hafîz: Koruyup kollayan
Hâlık: Her şeyi temelden yaratan
Bârî: Örneği kendine ait Yaratıcı
Musavvir: Şekil ve suret veren
Rezzâk: Gıdaları yaratıp lütfeden
Vehhâb: Bol bol hibede bulunan
Fettâh: Hayır kapılarını açan
Kâbız: Kabzeden, can alan
Bâsıt: Genişletilecekleri genişleten
Hâfıd: İstediğini alçaltan
Râfi': Yücelten, yükselten
Muizz: Aziz kılan
Müzill: Zelil kılan
Hakem: Her şeyi hall ü fasl eden
Adl: Mutlak âdil
Latîf: En ince noktalara kadar ihtiyaçları gören gözeten
Muîd: Hayattan sonra ölümü, ölümden sonra da hayatı geri veren
Muhyî: Hayatı veren
Mümît: Ölümü yaratan
Velî: Dost ve yardımcı
Tevvâb: Tevbeye sevk eden ve tevbeleri kabul buyuran
Müntakim: Suçluları tecziye eden
Muksit: Adaletle hükmeden
Câmi': Herkesi toplayıp biraraya getiren
Muğnî: Zenginlik bahşeden
Mâni': İstemediği şeyleri vermeyen
Dârr: Zararları yaratan
Nâfi': Faideli şeyler veren
Hâdî: Hidayete erdiren
Bedî': Eşi, benzeri olmayan şeyler yaratan
Reşîd: Doğru noktaya ulaştıran
Kayyûm: Kendi kendine kaim olan
Mâlikü'l-Mülk: Mülkün tek sahibi
Muahhir: Geriye bırakan
Mukaddim: Öne alan, öne çıkaran
Mukît: Gıda veren, bakıp koruyan
Vâlî: Kâinatları idare eden

İsimlerin Esasları:

Hayy: Ebedî hayat sahibi olan
Alîm: Her şeyi bilen
Mürîd: İrade eden, dileyen
Mütekellim: Konuşan
Kâdir: Her şeye gücü yeten
Cevâd: İhsanda bulunan, cömertlik yapan
Muksit: Adaletle hükmeden

Esmâ-i Celâliye:

Kebîr: Ululardan ulu olan
Azîz: Yegâne galip
Azîm: En büyük ve ulu
Celîl: Azametli tecelli sahibi
Mâcid: Şanlı, namlı
Mümît: Ölümü yaratan
Dârr: Zararları yaratan
Müntakim: Suçluları tecziye eden

Esmâ-i Cemâliye:

Rahîm: Rahmeti bol
Selâm: Selamet veren
Muhyî: Hayatı veren
Mü'min: Güven veren/vaadeden
Latîf: En ince noktalara kadar ihtiyaçları gören gözeten
Rezzak: Gıdaları yaratıp lütfeden
Hallâk: Her şeyi yaratan
Evvel: Varlığının başlangıcı olmayan
Âhir: Varlığının sonu olmayan
Zâhir: Varlığı ayândan ayân
Bâtın: Zât'ı, hakikatiyle ihata edilmeyen
Karîb: Yakın

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.