Levh-i Mahfuz ve Berisi (2)

Fethullah Gülen: Levh-i Mahfuz ve Berisi

Burada Üstad Bediüzzaman'ın mevzu ile alâkalı mülâhazalarını arz etmeden geçemeyeceğim. Üstad'ın aykırı değil farklı şöyle bir mütalâası var. Özetleyecek olursak o: Kur'ân-ı Kerim'de tekerrür eden 'İmam-ı Mübîn' ve 'Kitab-ı Mübîn' hakkında önceki tefsircilerin 'ikisi de aynı şeydir' veya 'birbirinden farklıdır' şeklindeki yorumlarına ve bir mânâda her ikisinin de ilm-i ilâhînin ayrı bir unvanı olduğu ifadelerine yer verdikten sonra, meâlen şu mütalâaları serdeder: 'İmam-ı Mübîn' ilim ve emr-i ilâhînin farklı bir unvanıdır ve âlem-i şehadetten ziyade âlem-i gayba bakar. Yani, şimdiki zamandan daha çok geçmişe ve geleceğe nazar eder. Farklı bir ifadeyle, her nesne ve her hâdisenin haricî vücudundan daha fazla, onun aslına, nesline, köküne ve tohumuna bakan ilâhî takdirin ilk ve en muhtevalı defteridir. O, ilim ve emr-i ilâhînin, varlık ve hâdiselere bakan ayrı bir unvanı olması açısından, topyekün eşyânın mebde'leri (mebâdî), kökleri, asılları ve bütün bunlardaki plân ve programlar, onda fevkalâde bir intizam, bir ahenk ve sanatkârane bir mükemmeliyetle ortaya konduğundan ona, insan, kâinat ve bunlara ait şuunâtın var olma öncesi kütüğü nazarıyla da bakabiliriz. Bu muhtevalı kütük ve bu câmi defter bütün eşyâ ve hâdiseleri, onların neticelerini, onlardan meydana gelecek tohumları, yeni nesilleri, ileride bunlara bağlı oluşacak daha başka mevcutların programlarını ve fihristlerini de tazammun ettiğinden ona en uygun isim, 'ilim ve emr-i ilâhînin mânevî mecmuası' olsa gerek...

Hâsılı, İmam-ı Mübîn, geçmiş, gelecek ve âlem-i gaybın dört bir yanına dal-budak salmış hilkat ağacının bir programı, bir plânı ve bir fihristi mâhiyetindedir. Bu yönüyle de ona ilâhî takdirlerin en câmi ve muhît bir mecmuası diyebilirsiniz. Bu âlemde her şey ve her hâdise bu mecmuadaki plân ve programa göre var edilir. Zerrelerden sistemlere kadar bütün varlık o plân çerçevesinde bir yol izler, bir hedefe doğru yürür ve hikmetnümâ çok önemli neticelere ulaşır.

'Kitab-ı Mübîn'e gelince o, gaybî âlemlerden daha ziyade şehadet âlemine nâzırdır; mazi ve müstakbelden daha çok hâzır zamana bakmaktadır. Dolayısıyla da o, ilim ve emir âlemi değil de, kudret, irade ve meşîet-i ilâhiyenin bir unvanı, bir defteri ve bir kitabıdır. 'İmam-ı Mübîn'e kader defteri denmesine mukabil, 'Kitab-ı Mübîn'e kudret defteri demek daha uygun düşmektedir. O, her şeyin vücudu, mâhiyeti ve sıfatları itibarıyla, o kudret-i kâmilenin düsturları ve o irade-i nâfizenin kanunlarıyla nizamı, ahengi ve sanattaki mükemmeliyeti göstermektedir. O kitabın muhteva ve fonksiyonu çerçevesinde değişik nesneler ve hâdiseler ikinci bir taayyünden geçerek belirlenir. Haricî vücutları itibarıyla her şey muayyen bir miktar ve ölçüye bağlanır ve nev-i şahsına mahsus bir mâhiyet alır. Her nesne hususî keyfiyetine ve özel sûretine göre yontulur, kesilir, biçilir, şekillendirilir ve bir zarf, bir kalıp hâline getirilerek âdeta o şeye giydirilir. Evet, 'Levh-i Mahv u İsbat', sabit ve dâim olan 'Levh-i Mahfuz-u A'zam'ın şu mümkinât âleminde tebeddül eden bir defteri ve üzerinde yazıp bozmaların cereyan ettiği bir levhasıdır ki, hakikat-i zaman da işte budur. Her şeyin bir hakikati olduğu gibi, sürekli akıp duran, zaman dediğimiz nehr-i azimin hakikati de Levh-i Mahv u İsbat'taki bu kudret kitabının sahife ve mürekkebinden ibarettir.

Tasavvuf erbabınca, Levh-i Mahfuz, varlık dairesinin merkez noktası, mebdei, çıkış ufku ve 'Kalem-i A'lâ'dan sonra var edilen 'Nefs-i Nâtıka-ı Külliye'... gibi hususların unvanı olarak yâd edilegelmiştir. Kevn ü mekânların ilim ufkunda, yine ilmin belirlemesiyle mânevî satırlara döküldüğü ilk taayyün merkezi.. 'akl-ı küllî' karşısında, Hazreti Âdem'e nisbeten Havva menzilinde mütecellî ve münbais bir nur-u ilâhî.. ve her şeyi kuşatan öyle muhît bir ziya ki, kâinatlar kudrete müstenid bu ziyanın tekvînî birer zıll-i medîdi, şeriatlar kelâm sıfatından münbais birer nur-u müşrıkı, şeriat-ı Ahmediye (aleyhi ekmelüttehâyâ) da bir feyz-i mütemâdisidir... şeklindeki yaklaşımlar ise onun farklı derinlikleriyle alâkalı bazı mutasavvıfînin mütalâası..

Ona, vâhidiyet-i ilâhiyeye ve tenzih-i sübhânîye nâzır olması itibarıyla 'Levh-i Nur', Zât-ı ulûhiyetin evsâf-ı kemaliyesine ilk ayna olması ve esrâr-ı ilâhiyeyi aksettirmesi açısından 'Levhu'l-Hüda', ilâhî evâmir ve nevâhînin esası, mebdei bulunması bakımından 'Levhu'l-Hüküm', kalb ve ruhlara bakan, onlara feyizler, bereketler ifaza eden menbaiyeti cihetiyle 'Levhu'l-Hikmet' demişlerdir ki, bunlardan her biri değişik bir sırr-ı rububiyetin inkişafına nâzırdır. Her şeyin oraya bağlı olması itibarıyla tevhid hakikati tebellür eder. Evsâf-ı kemaliyenin şurûk ve feyezânı oradan başlar ve maddî-mânevî bütün âlemleri kuşatır. Gönüller oradan gelen nurlarla dirilir ve oranın birer aynası hâline gelir. Ötelere ait bu tayflar sayesinde ruhlarda intibah hâsıl olur ve insan ubûdiyet mülâhazalarına yönelir ki, işte bu son nokta açısından da ona, 'Levh-i Ubûdiyet' demiş ve ilâhî maksatların gelip onda düğümlendiğine dikkatleri çekmişlerdir. İzzet-i tevhid, ubûdiyet-i hâlisa, hakikat-i teslim, tevekkül-ü tâmm, hiss-i rıza, mehâfet ve mehâbet mülâhazaları bu ufkun semereleridir.. ve bunların hepsi de bu derinlikten nebeân eden mâ-i zülâller kabul edilegelmiştir.

Bir kısım mutasavvıfînce Levh-i Mahfuz'a yüklenen bu mânâların, Kur'ân ve Sünnet-i sahîha kaynaklı olduğu söylenemez. Ancak, melekât-ı akliye ve vüs'at-i kalbiyeleriyle O'na tam teveccüh etmiş vicdanların özel bir kısım iltifatlarla serfiraz kılındıklarına da kimse bir şey diyemez. Şimdiye kadar binlerce insan, O'na teveccüh-ü tâmm ve hasr-ı nazarda bulunmaları sayesinde O'nun elinden ne lütuflar görmüş ve ne semavî mâidelerle şereflendirilmişlerdir! Dinin ruhuna aykırı olmama kaydıyla bu kabîl yorum ve mülâhazaların da onlara armağan edilmiş özel hedâyâ ve behâyâdan olduğunu kabul etmekte bir mahzur olmasa gerek...

Bazıları Levh-i Mahfuz hakikatinin bir inkişafı gibi görülen bu levhaları 'Elvâh-ı Museviye' veya 'On Emir' şeklinde de yorumlamışlardır ki, böyle bir yaklaşım 'İmam-ı Mübîn' hakikat-i külliyesinin cüz'iyâtından biri olması itibarıyla bir mânâda mâkuldür ve kabul edilebilir; aksine, geniş bir hakikati tek bir kavme inhisar ettirmekle konu daraltılmış olur. Zira Levh-i Mahfuz gerçeği ezelden ebede bütün zamanları, mekânları kuşatan ve her şeye kendi rengini, desenini aksettiren bir hakikat-i nefsü'l-emriyenin unvan-ı mübeccelidir. Ve bu itibarla da her türlü kayıt onun ıtlakına zıttır.

Fethullah Gülen, Sızıntı, Haziran 2005, Cilt 27, Sayı 317

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.