Taayyünât ve berisi (1)

Meydana gelme, belli olma, belirlenme mânâlarına gelen taayyün, mutasavvıfînce Zat-ı Hak'ta var olan ve Hazreti Vücud, Hayat ve İlim'de 'bi gayri keyf' tafsile ulaşan, birbiriyle irtibatlı değişik mertebelerde farklı mahiyetlerin farklı tecellî dalga boyunda -buna dîk-ı elfaz diyebilirsiniz- zuhûrundan ibarettir. Mertebe-i vücubda 'Tecellî-i Evvel', 'Feyz-i Akdes', 'Nefes-i Rahmanî' ve mertebe-i imkânda 'Akl-ı Evvel', 'Kalem-i A'lâ', 'İlk Nur' ve 'Hakikat-i Muhammediye' bu taayyünün ayrı birer unvanı.

Kitap ve Sünnet'te taayyüne delâlet eden sarih bir nass olmasa da, ilm-i ilâhî, Levh-i Mahfuz-u Hakikat, İmam-ı Mübin... gibi yüce âlemlerle alâkalı beyanların, bil-işâre veya bil-iltizam ve bit-tazammun taayyün mertebelerine de baktıkları söylenebilir. Muhyiddin İbn Arabî, Sühreverdî, Osmanlı müelliflerinden İsmail Hakkı Bursevî ve sermest-i câm-ı aşk olan Molla Câmi... gibi bazı mutasavvıfîn; bizim duyu organlarımızla algıladığımız nesneleri, misalî suretlerin tezahür ve temessülleri -misal âlemleriyle alâkalı konulara müracaat edilebilir-; misalî resimleri, ruhanî cevherlerin aynaları -ruhla ilgili bahislere bakılabilir-; ruhanî cevherleri, ilmî taayyünlerin tafsili; ilmî taayyünleri, âyân-ı sâbitenin akisleri -bu konu da dar bir çerçevede geçmişti-; âyân-ı sâbiteyi, esmâ-i ilâhiyenin tecellileri -üzerinde durulabilir-; esmâ-i ilâhiyeyi, sıfât-ı sübhâniyenin mezâhiri ve sıfât-ı sübhâniyeyi de Zât-ı Baht'ın kavl-i şârihi görmüşlerdir. İmam-ı Rabbânî ve muakkiblerinin konuyla alâkalı mütalâaları oldukça farklıdır ve üzerinde durulmaya değer...

Bu tür zuhûrât veya belirleme faslına girmeyen 'hakâik-i mümkine' diyeceğimiz nesneler ve mahiyet-i mücerredeler bu tebeyyün mertebesinde değiller demektir. Bunlar, ilmî vücutları ve konumlarının dilleri veya 'Levh-i Mahfuz-u Hakikat'te' kendilerine ayrılan yerleri açısından -bu yerler kendilerine bahşedilen kabiliyet ve istidat lisanlarıyla esmâ-i ilâhiyeye müteveccihtirler- sıfât-ı sübhaniyeden gelen mesajlarla ve esmâ-i ilâhiyenin tecellîleriyle vücut bulan farklı mertebelerdeki taayyünlere, bu taayyünlerden âyân-ı sâbiteye, ondan da kudret ve irade tezgahından geçmek suretiyle haricî vücuda yürür ve âyinedarlıklarını devam ettirirler.

Esmâ-i ilâhiyeye müteveccih bütün yüzler, 'min verâ-i hicab' Müsemma-i Akdes'e nâzırdır. Bu konuda 'Bâri' ism-i şerifi ilk şefaatçi veya irade-i sübhaniyenin birinci muhatabı mesabesindedir. Bu ism-i mübarekin tecellî-i iradesi 'Kâdir' ism-i azizine bağlıdır. Onun gözü de 'Mürid' ism-i celili üzerindedir. Bu ism-i azim ise mutlak mânâda 'Alîm' ism-i muhitine nâzırdır. Evet, ilmî vücutlar itibarıyla bilumum taayyün mertebelerindeki her şey, ilim sıfatının tecellî alanı sayılan o kuşatıcı atlasta mücerred birer resim, birer mânâ ve birer öz mahiyetindedir. Bu atlasta bulunan her nesne kademe kademe farklı taayyünlerden geçerek, maddî-mânevî kendi arş-ı kemâlâtlarına yükselirler.

Böylece ilm-i ilâhî ihatasında 'bî kem u keyf' ve 'bi gayri darbin min misalin' hakaik-i mücerrede -demek caizse- izafî hakikatlerine ve icmalî ilk taayyünlerine bağlı Hazreti Rabbü'l-âleminin emir ve meşieti istikametinde ve fevkalâde bir tedbirle yürürler baş döndüren bir tafsile.. Mürid, Hazreti Zât'a ait irade sıfatı, tedbir de O'na aittir. Mufassıl, Rabbü'l-âlemîne ait sıfat-ı sübhaniyedir. Tafsil ve inkişaf da O'nun şe'n-i rububiyetinden kaynaklanmaktadır. O, 'يَفْعَلُ اللّٰهُ مَا يَشَاءُ وَيَحْكُمُ مَا يُرِيدُ - Allah meşiet buyurduğunu yapar ve dilediği gibi hükmeder.' hakikatinin biricik sahibidir. ' يُدَبِّرُ اْلأَمْرَ يُفَصِّلُ اْلآيَاتِ- O hep bir tedbir çerçevesinde işlerini düzenleyip âyetlerini açıklar.' (Ra'd Sûresi, 13/2) fehvasınca, takdir de, tedbir de, tafsil de tamamen O'na aittir.

O, Zâtı itibarıyla 'Ehad', sıfatları açısından da 'Vâhid'dir. Bütün kesret âlemlerinin arka plânında, berideki dizaynda, o birbirinden farklı umum taayyün mertebelerinde O'nun 'Ehadiyet' ve 'Vâhidiyet'inin cilveleri nümâyandır. 'Ehadiyet-i Zâtiye', 'Cem'u'l-cem' ve 'Hakikatü'l-hakâik' da diyebileceğimiz 'Ehadiyet-i İlâhiye'ye bütün esmâ ve sıfâtın râci olduğu -tabir yerinde ise- mertebedir ve zevken o mertebeye uyanmış bir ârif O'ndan başka hiçbir şeyi duyup hissetmez. 'Makam-ı cem' de denen vâhidiyet mertebesine gelince, o, kesret tecellîlerine açılan lâhutî bir kapı ve icmallerin tafsile yürüdüğü bir sır ufkudur. Bu mertebelerden birincisine taayyünât adına bir fihrist, bir çekirdek nazarıyla bakılacak olursa, ikincisini bir kitap, bir şecere ve inkişaf eden bütün bir âlemin/âlemlerin kaynağı şeklinde yorumlamak -inşaallah- mahzursuzdur.

Bazıları taayyün-ü evveli, Hazreti Zât'ın Kendi zâtına tecellîsi şeklinde anlamış ve herhangi bir na't, tavsif ve resme mesâğın olmadığı bu taayyüne 'Hazreti Ehadiyet' demişlerdir. Bu yaklaşım, Zât-ı Hak'la beraber herhangi bir şeyin bulunmaması mânâsına gelmektedir ki, ' كَانَ اللّٰهُ وَلَمْ يَكُنْ مَعَهُ شَيْءٌ- Allah vardı ve beraberinde hiçbir nesne yoktu.' şeklinde şerefsudûr olan beyan-ı nebevî de 'Zât-ı Baht'ı işaretleyen bu hakikati ifade etmektedir. Aslında, vücud-u Hak'tan başka hiçbir mevcudun söz konusu edilemediği bu mertebede taayyün keyfiyetiyle alâkalı bir şey söylemek de çok zor olsa gerek...

Zât-ı Baht'ın veya Ehadiyet-i Zâtiye'nin 'minhaysüttecellî' Hazreti Ehadiyet'ten -bi gayri keyf- tenezzül ile Hazreti Vâhidiyet ufkunda tulûu aynı zamanda taayyünlerin de hecelenmeye başlandığı bir zirvedir. Ufkumuzu aşan o aşkın 'taayyün-ü vücûdî' ve 'taayyün-ü ilmî'yi ancak bu mertebeden sonra 'min gayri keyfin, min gayri idrakin ve min gayri darbin min misalin' mahiyet-i müpheme bir icmal ve bir program şeklinde düşleyebiliriz; daha doğrusu düşleyebilenler düşleyebilirler. Tecellî veya taayyün-ü sânî de denen bu mertebede ruh, âyân-ı sâbite ve misalî vücutlar, dayandıkları esmâ-i ilâhiye vesayetinde Levh-i Mahfuz-u Hakikat'teki plân ve projeler çerçevesinde 'kudret ve irade' tezgahından geçerek 'tekvîn'de nefeslenirler.

Diğer bir zaviyeden ilk taayyün sayılan 'Akl-ı Evvel'e bağlı 'Kalem-i A'lâ' tekvinî emirlerin nakış ve kitabet vesilesi, mahiyet levhalarına resmedilen şeriat-ı fıtriye kelime, cümle ve paragrafları onun inkişaf, inbisat ve tafsilinden ibarettir. Bediüzzaman Hazretleri'nin yaklaşımıyla, 'Şu kâinata büyük bir kitap nazarıyla bakılacak olursa, Peygamberimiz'in (aleyhi ekmelüttehâyâ) nuru, o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir; eğer o âlemleri bir ağaç kabul edecek olursak O'nun nuru, kâinatların hem çekirdeği hem de semeresi konumundadır. Şayet bütün varlık büyük bir canlı farz edilecek olursa, O'nun nuru, bilumum varlığın ruhu demektir.' Bu itibarla da O, hem icmalde hem de tafsilde her şeydir.

Taayyün-ü Zât konusunda, ârızî emirlerin Hazreti Zât'a nisbet edilmesi mahzuruna binaen böyle bir taayyüne ciddî şekilde karşı çıkılmıştır. Zira, umûr-u ârıziye-i hâriciyenin Zât-ı Kadim'e nisbeti caiz değildir. Her şey O'nun vücut, hayat ve ilminin canlı birer tecellîsidir ama, ne aynadaki resimler ne de mecâlîdeki irtisamlar kat'iyen O değildir.

Taayyünât-ı kevniyeye gelince, onların mevcudiyet ve bekaları me'haz ve senetlerine dayanarak emsallerin birbirini takip etmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bunu, bir hattı hareket-i mütemâdisiyle bir satıh gibi görmeye benzetebiliriz.

Bazıları da ilmî taayyünde mertebe-i ulûhiyet esrârını, aklî taayyünde de rumûz-u kevniyeyi görmüşlerdir. Ve taayyün-ü ulûhiyetin mebdeinde rahmeti görmüş; âlemin yaratılışının rahmete dayandığını ısrarla seslendirmişlerdir. Bunlara göre yaratılışta rahmet esastır; her şey ondan gelip yine ona dönmektedir. Dalâlet, gazap, küfür ve küfran gibi şeyler ârızîdir ve irade kaymalarına bağlı birer inhiraftırlar.

İlmî taayyünlerle ruhî, misalî, berzahî ve haricî vücut açısından belirlenip ortaya konmasıyla varlık pek çok farklı taayyün seviyelerinde ortaya çıktı/çıkarıldı ve bir çekirdek kocaman bir ağaca/ağaçlara dönüştü. Minvechin ilk taayyün insan hakikatiyle meydana geldi; Hazreti Âdem ve nesli, siyah-beyaz yanlarıyla bu vetirenin en önemli halkasını teşkil ettiler. Sonra gelip öne geçen Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm (aleyhissalâtü vesselâm) ve O'na tebaiyetle ümmet-i icabetiyse, suretlerin en mükemmeli ve taayyünâtın gayeye en yakını olma imtiyazıyla serfiraz kılındılar. Zira O, hakâik-i ilâhiyenin en câmi aynası, evvel ü âhir ve zâhir u bâtının da merkez noktasını teşkil ediyordu.

Fethullah Gülen, Sızıntı, Ağustos 2005, Cilt 27, Sayı 319

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.