Taayyünât ve berisi (2)

Bu mülâhazaları daha anlaşılır bir üslûpla şöyle ifade etmek de mümkündür; taayyün, ilâhî ve kevnî olmak üzere farklı çerçevelerde mütalâa edilegelmiştir. İlâhî taayyünün bidayeti ilim sıfatı; nihayeti de, değişik mertebe ve basamaklarda nâmütenâhî kelimât-ı sübhâniyedir. Kevnî taayyünün evveli ruh-u Muhammedî (aleyhi ekmelüttehâyâ), sonu ise enbiyâ ve mürselîn fasıllarıyla bütün insanlık şeceresi ve varlık bağistanıdır. İlâhî taayyünü, "Kenz-i Mahfî" şeklinde yorumlayanlar, ona bâtınlar bâtını diyerek, konuyu "لاَ تُدْرِكُهُ اْلأَبْصَارُ " ferman-ı celîline ve " اَلْعَجْزُ عَنِ اْلإِدْرَاكِ إِدْرَاكٌ -O'nu nâkâbil-i idrak kabul etmek şeklindeki acz tam idraktir." temel disiplinine bağlı görmüşlerdir.

Ruh-u Muhammedî (aleyhissalevâtü vetteslîmât) maddeden mücerret nuranî bir cevher ve sâfî bir ziya olup Hâlik-ı Zîşan'ı idrak eden "akl-ı küll"dür ki, " أَوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ الْعَقْلُ - Allah'ın ilk yarattığı, akıldır." beyanı onun bu derinliğini işaretlemektedir ve bazılarınca buna "Ruh-u Âzam" da denmektedir. Zira bir mânâda ilk defa mevcut âlemler itibarıyla "Zât-ı Baht"ın hayat-ı sermediyesi o mir'atta minvechin tafsile ulaşmıştır.. ve aynı zamanda O, " لَوْلاَكَ لَمَا خَلَقْتُ اْلأَفْلاَكَ -Sebeb-i hilkat-i âlem sayılan, icmalde vücudî, tafsilde ilmî mahiyet-i mâneviyen olmasaydı kevn ü mekânları yaratmazdım." fehvasınca varlığın ille-i gâiyesi mesabesindedir. Cenâb-ı Hak irade-i zâtiye-i sübhâniyesiyle "Kenz-i Mahfî"nin birinci açılımına ait sırlı anahtarını, muhabbet-i rabbâniyesinin merkez noktasını o Zât'a bahşetmiştir. Böylece Hazreti Kudsî'nin de dediği gibi:

"Küntü kenzen"den vücud eyledi eşya lâ cerem,
Bâd-ı hubbuyla temevvüc etti çün derya-yı aşk.."

O'nunla duyulup bilindi, bilinebildiği kadar esrâr-ı lâhût, O'nunla fasl u inkişafına şahit olundu esrâr-ı rububiyetin. Cenab-ı Hak, kendi zâtını yine kendi bilip kendi gördüğü ve zâtında zâtını müşahede ettiği gibi, ayrıca Efendimiz ve arkasındakilerle yâd edilme imtiyazıyla serfiraz kıldığı bir mir'at-ı mücellâ ile de, O'na ve O'ndan herkese bir tafsil iltifat ve tecellisinde bulundu. Ne hoş söyler Süleyman Çelebi:

Zâtıma mir'at edindim zâtını,
Bile yazdım adım ile adını,
...
Avdet edip davet et kullarımı
Ta gelüben göreler didârımı.

O, hem bir çekirdek ve nüve mahiyetindeki ilk taayyünüyle, hem de bir tuba-i Cennet gibi müntehadaki inkişaf ve inbisatıyla -Bediüzzaman ifadesiyle- bu kâinat kitabının kâtibinin kaleminde mürekkep olma taayyünü, semeredar bir şecere-i mübarekeye dönüşme temayüzü ve başları döndüren muhteşem bağ ve bahçelere esas teşkil etme gibi hususiyetleriyle varlık şiirinin temel mazmunu, vücud dantelâsının merkez nakşı, nübüvvet ve risalet nazmının da umum o silsilenin ruh ve mânâsını aksettiren kafiyesidir. O'nda vahy-i semavî, göklerin ve yerlerin en câmi sesi; Miraç sürprizi, berilerin ötesinde, ötelerin berisinde, O'nun muhteşem konum ve mazhariyetlerine lâhût bahçesinin el değmemiş bir hediyesi ve kimseye müyesser olmamış bir Cevâd ü Kerîm armağanıdır. O, vahyin sonsuz edalı tayflarıyla, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, beşerî tasavvurları aşkın müteâl esrârı duyup hissettiği gibi, o kutlu semavî yolculuğuyla da mebde'den müntehaya bütün varlığı temâşânın yanında Zât, sıfât ve esmâ-i ilâhiye esrârı adına da neler ve neler duydu..!

Onun duyması ayrı bir derinlik, başkalarına duyurması ayrı bir kadirşinaslık, müstaid fıtratları kemalle buluşturması da özel bir paye idi. Kemal ehli gerçek kemalâtı O'nunla tanıdı ve aşılmaz gibi görülen zirveler O'nun sayesinde aşıldı. Bir yerde Hazreti Hüdâyî:

"Kemali zümre-i kümmel Senin nurunla bulmuştur,
Vücudun mir'at-ı tâmm-ı Hudâdır ya Resûlallah."

der ki, bu O'nun esmâ-i ilâhiye ve sıfât-ı sübhâniyeye bir mazhar-ı tâmm olması mânâsına gelmektedir ve O bu mazhariyetiyle de bînazîrdir.

İmam-ı Rabbânî Hazretleri'ne göre "taayyün-ü evvel", taayyün-ü vücudîdir; sıfâtî ve esmâî bütün taayyünât bu ilk taayyüne tâbidir. Bir farklı mülâhaza zaviyesinden ise Hazreti Zât ve sıfatlar hepsi bir mertebede gibidirler; bu açıdan "Sıfatlar O'ndan gayrıdır." diyerek kestirip atmak kat'iyen doğru değildir. Zira sıfatlar, Hazreti Zât'ta, O'na has, O'nun lâzım-ı gayr-i müfârıkı diyeceğimiz şekilde O'nun kemalinin tafsili mahiyetinde iseler de, bunlar, mâsivâda görüp bildiğimiz icmal ve tafsilden çok farklı bir hususiyet ifade etmektedirler. Bu itibarla da ne icmale ne de tafsile bizim bildiğimiz türden icmal ve tafsil demek ve öyle kabullenmek uygun olmasa gerek.. işin doğrusu aklın ve idrakin "pes" ettiği böyle bir noktada Sahib-i Şeriat'ın temkin edalı beyanlarına sığınmak en isabetli bir yaklaşımdır.

Aslında, Hakk'ın ezelî ve kadîm ilmi belli taayyünler çerçevesinde mümkin, mümteni pek çok malumâta taalluk ettiğinden ruhî, misalî, berzahî ve maddî milyarlar ve milyarlar -bu tabir kesret mülâhazasına bakıyor- suretler meydana gelmektedir. Zât-ı Akdes ve sıfât-ı sübhâniyenin bir mertebede bulunması açısından o noktada herhangi bir tebeddül ve tagayyür söz konusu değildir. Farklı hâl ve farklı keyfiyetler mecâlî ve merâyâya bahşedilen hususiyetlerden kaynaklanmaktadır.

Hazreti İmam'ın, taayyün mertebelerinin mebdei itibarıyla da bir farklı mütalâası var; ona göre, Hazreti Halil'in taayyün mebdei bir mânâda taayyün-ü evveldir ve bu taayyünün evveliyeti "taayyün-ü vücudî" olması itibarıyladır. Bu taayyünün merkez noktasında ise Hazreti Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın (aleyhissalâtü vesselâm) taayyün mebdei bulunmaktadır. Bu mülâhazaya göre meseleyi açacak olursak; Hakikat-i Muhammediye bir hakikat-i câmiadır ve âdeta ilk taayyünün ukde-i hayatiyesi mesabesindedir.. ve hem enbiyâ-i izâm ve rusül-ü fihâm efendilerimizin hem de Hakk'ın mükerrem ibâdı melâike-i kirâmın (alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât) hakikatleri, o merkez-i muhit ve nakş-ı rabbânînin zılâli mahiyetindedir. "Allah'ın ilk yarattığı benim nurumdur." beyan-ı nebevîsi bu yüce hakikati işaretlediği gibi, "Allah beni Kendi nurundan, mü'minleri de benim nurumdan yarattı." tahdîs-i nimet televvünlü ifade-i mübareke de aynı hususa îmâda bulunmaktadır.

Ayrıca o nur-u âzam, Hakk'a vuslatta en emin bir vesile ve rehber, diğerleri de bu rehber yörüngesinde birer izdüşüm ve zıll-i medîddir. Evet, minvechin Hakikat-i Ahmediye ve lâyezâl itibarıyla da Hakikat-i Muhammediye (aleyhissalâtü vesselâmü mil'el-ardi vessemâ) "قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنٰى " ile mermuz vücub-imkân arası bir noktayı tutmuş müteâl bir hakikattir ve O'nun taayyünü de şu âlem-i imkânın vücuduna vesile, muhabbet edalı ilmî bir taayyündür; ilmî bir taayyün ve bütün muhtelif mertebelerde zuhurât ve taayyünâtın da mebdei mesabesindedir.

Muhyiddin İbn Arabî ve o meslekte yürüyenler, Hakikat-i Muhammediye'den ibaret kabul ettikleri taayyün-ü evveli, ilim ufkuna bağlı sıfât-ı sübhaniyenin icmalinden ibaret saymışlardır. Selefleri ve halefleri ile İmam-ı Rabbânî yörüngesinde varlık ve mâverâ-i kâinatı temâşâ edenler ise, taayyün-ü evvele taayyün-ü vücudî nazarıyla bakmış ve onun merkez noktasını da Hakikat-i Muhammediye'nin (aleyhi ekmelüttehâyâ) tuttuğunu söylemişlerdir. Bu itibarla da onlar, "Hazreti Zât'ın hubb-u zâtı ve taayyün-ü vücud düşünülmeden varlığı düşünmek mümkün değildir." demişlerdir. O bir asıldır; o merkez etrafındaki farklı taayyünlerle alâkalı değişik daireler o nur-u âzam karşısında birer zıll mesabesindedirler. Bütün ruhî, misalî, cevherî, arazî ve cesedî taayyünler, ziyasını O'ndan alan birer misbah konumundadırlar. Bûsîri ne hoş söyler:

وَكُلُّ آيٍ أَتَى الرُّسُلُ الْكِرَامُ بِهَا
فَـإِنَّمَا اتَّــصَلَتْ مِـنْ نُـورِهِ بِــهِــمِ
فَإِنَّهُ شَمْسُ فَضْلٍ هُمْ كَوَاكِبُهَا
يُظْهِرْنَ أَنْوَارَهَا لِلنَّاسِ فِي الظُّلَمِ

"Nebilerin getirdiği bütün mucizeler ancak O'nun nurundan onlara ulaşmış harikalardı. Zira, O bir fazilet güneşiydi; diğer enbiyâ-i izâm ise (güneş batınca) karanlıkta nurlarını izhar eden yıldızlar gibiydiler."

O'ydu gaye varlık ve öteler ötesinde muhaverelere konu biricik mevcut.. O'ydu yokluğun bağrında ilk kızaran gül.. O'ydu şu bağistan-ı cihanı velveleye veren bülbül.. O'ydu muktedâ-yı ekmel ve rehber-i küll ve O'ydu "amâ" üzerindeki ince tül.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ هُوَ أَوَّلُ اْلأَنْبِيَاءِ خَلَقْتَهُ مِنْ نُورِكَ وَآخِرُ اْلأَبْرَارِ وَالْمُقَرَّبِينَ خَلَقْتَهُ مِنْ فَيْضِكَ اَلْمُؤَيَّدُ بِالْمُعْجِزَاتِ وَالْمُخْتَارُ بِالرِّسَالَةِ وَعَلٰى آلِهِ وَصَحْبِهِ الَّذِينَ بَيَّنُوا مَا جاَءَ بِهِ وَأَظْهَرُوا بُرْهَانَهُ وَأَعْلَنُوا تِبْيَانَهُ

Fethullah Gülen, Sızıntı, Eylül 2005, Cilt 27, Sayı 320

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.