Hoşgörüde Denge
Her meselede itidal ve denge çok önemlidir. Hoşgörü meselesinde de kalb balansının çok iyi ayarlanması gerekmektedir. Biz, hoşgörü hususunda dengeli olduğumuza inanıyoruz. Zannediyorum bazıları, biz hoşgörü derken, bunu milletimizin ve ülkenin geleceğinin zararına olarak tarihimizi, millî-mânevî değer ve dinamiklerimizi tahribe karşı da hoşgörülü olunmasını kasdettiğimizi sandılar. Bugünümüz ve yarınımız adına nelerin hoşgörüleceği ve nelerin hoş görülmeyeceği bellidir. Ümit ediyorum ki bu toplum, zamanla birbiriyle kaynaya kaynaya o dengeye ulaşacaktır. Fakat kanaat-i acizanemce, şu demokratik hava içinde, tartışma ve ayrılık konusu meselelerden çok, bizi toplum olarak, millet olarak birbirimize bağlayan hususları öne çıkararak, herkesi bulunduğu konumda kabul edip, hoş görmekle işe başlamak, en isabetli yol olsa gerektir.
Başkalarının hukukunun söz konusu olduğu bir yerde müsamaha gösterme, kimsenin hakkı değildir. Biz nefsimize ait meselelerde fedakârlıkta bulunabiliriz; fakat toplumun hakkını fertlere bağışlamaya gelince, o topluma karşı işlenmiş bir zulümdür. Ben cüzdanımı veya sırtımdaki elbiseyi birisine verebilirim; bu bir fedakârlıktır. Ama millete ait bir cüzdanı, millet malını ve kamunun hakkını birisine bağışlamam, zahiren hayır gibi görünse de, temelde zulümdür.
Bu açıdan, birisi kalkıp da bir toplumun bugününe, geleceğine saldırıyor, aileyi tehdit ediyor; cana, nesle, akla, dine ve mala dokunuyorsa, bu türden davranışlara karşı müsamahalı olma bizi aşar. Hoşgörünün gâyesi, hedefi ve milletin ondan ne anladığı açık ve nettir.
Öte yandan hükümler, muhtemeller üzerine kurulmamalıdır. Eğer hüküm muhtemeller üzerine kurulacak olursa, bu takdirde, suizan yapılmış, günaha girilmiş olur. Hükümler vukuâta, yani olup bitmiş hâdiselere göre verilir. Ortada bir işaret ve delil olmadığı müddetçe, beraat-ı zimmet, yani kişilerin masumiyeti asıldır. Bu, hukukî bir disiplindir. O açıdan, bazılarının, siz hoşgörü diyerek millet ve mâneviyat aleyhinde her şeyi dinamitliyorsunuz ve bazılarının dümen suyunda gidiyorsunuz gibi dayanaksız ve tamamen suizanna dayanan suçlamaları, nasıl bir bühtandan öte geçmiyorsa, aynı şekilde, daha başkalarının, şimdi hoşgörü diyorsunuz ama, fırsat elinize geçse şöyle yaparsınız gibi düşünce ve sözleri de, hiçbir işaret ve delile dayanmayan birer kuruntu olup, böylesi kuruntu ve bühtanlara dayanılarak hüküm verilemez.
Görünen o ki, bize düşen, âlemin inanıp inanmaması değil, samimiyetle inandığımız sevgi ve hoşgörü davasında, risalet vazifesinin ayları ve güneşleri olan peygamberlerin vazifelerini yaparken gösterdikleri azim, sebat ve kararlılığı göstermektir.
- tarihinde hazırlandı.