Yolların Ayrımındaki Zat

Bütün varlık mükemmel bir kitap, Kur'an-ı Kerîm bu kitabın mukaddes bir tercümesi, parlak bir tefsiri ve kâinat kitabının kapalı noktalarını açan sırlı, sihirli bir anahtar; Hz. Peygamber (as) ise o muhteşem kitabın belâgatlı bir tercümanı, kitap sahibinin en gözde elçisi ve yerlerde, göklerde gizli bulunan hakikatların fesahatlı bir lisanıdır.

Kâinat kitabını okuyan, Kur'an'la onun derinliklerini kurcalayan, sonra da varlığın özü o Zât'ın (as) aydınlık ikliminde eşya ve hâdiseleri tanımaya muvaffak olan talihliler, zerrede güneşi bulur, damlada deryâya erer ve hiçlikleri içinde dünya ve ukbânın sultanları olma mevkiine yükselirler.

Varlığın çehresindeki bu yazıları okuyamayan, Kur'an semâsının yıldızları arasında seyahat edemeyen ve bilhassa peygamberlik âleminin ay'ı-güneş'i sayılan Nebîler sultanının nurlu dünyasını tanıyamayan bahtsızlar, beyhûde yaşar, bütün bir hayat boyu hâyal kovalar ve talihlerine ağlayarak yıkılıp giderler.

Şimdi, kâinat sahibinden haber veren bu üç umumî delilden, Hakk'ın Zatı'nın parlak aynası olan Hz. Peygamber'in (as) nurlu iklimine girerek, O'nun ışığıyla aydınlanan gözlerimizle, O'nun feyziyle aralanan kalplerimizle, birkere daha hakikatin çehresine bakmaya çalışacağız.

Evet, bu mevzuda en birinci söz o Zât'a aittir. Zira; yeryüzü bir mescid, Mekke bir mihrâb, Medine de bir minber farzedilecek olursa, insanlık âleminin iftihar tablosu O nurlu varlık, bu muhteşem mescitte bütün inananlara iman, bütün insanlara belâğatlı bir hatîp ve bu aydınlık cemaatin en başta gelenleri olan bütün enbiyânın feyiz kaynağı ve efendisi; nebîler ve velilerden meydana gelen muhteşem bir zikir halkasının sâflardan sâf bütün kutluların özü ve hülâsası, O'na uyup arkasından gelen bütün Hak dostlarının aslı ve mâyesi öyle nûrânî, öyle mübarek bir varlıktır ki, hem gelip geçenler, hem de arkadan O'nu takip edenler O'nun ilân ettiği yüce dâvâya parmak basar ve tasdik ederler.

Şimdi, hangi vehmin haddi var ki, böyle binlerce imza ile desteklenen bir dâvaya parmak karıştırsın..! [1]

Her yünüyle bir ışık kaynağı olan o Zât'ın peygamberliği, kendinden evvel gelmiş geçmiş yüzlerce nebînin işareti ve O'nun aydınlık halkasında olgunluğa ermiş milyonlarca sağlam düşünce, temiz kalb ve yüksek ruhun tasdik ve imzasıyla te'yid edilmesinin yanında, Tevrat ve İncil gibi semâvî kitaplarda dahi -Allâme Hüseyin Cisrî'nin 'Risâle-i Hamîdiye' kitabında tesbit edip ortaya koyduğuna göre yüzondört işaret ve müjdenin bulunması; ayrıca peygamberlik öncesi hayatında bütün Mekke halkınca bir hârikalar insanı olarak tanınıp bilinmesi ve ayın parçalanması gibi yüzlerce mucize ile geçtiği yollara ışık saçıp geçmesi.. bütün hayatı boyunca, gelmiş geçmiş insanlar arasında en yüksek seviyedeki ahlâkı, dost ve düşmanın da O'nun öyle tanıması; nihayet, Allah'a karşı iman, güven ve itimadını gösteren fevkalâde derin kulluğu, vazifesindeki titizliği, alabildiğine ciddiyet ve metaneti, aksine ihtimal vermeyecek şekilde O'nun doğruluk ve hakkâniyetini göstermektedir.

Peygamber efendimiz bir hadislerinde, şifanın üç şeye münhasır bulunduğunu, bunlardan birinin de bal şerbeti içmek olduğunu ifade ederek baldaki harikulâdeliğe dikkat çekmiştir. Gerçekten de bal, muhtevasındaki karbonhidrat, protein, kalsiyum fosfor, demir B ve C gibi vitaminleri, bazı enzimler ve daha bir çok hususiyetleriyle vazgeçilmeyecek, fıtri, son derece faydalı fakat zararsız bir ilaçtır.

Birgün Peygamber Efendimize bir şahıs gelerek 'kardeşim ishal oldu, ne yapayım?' diye sorduğunda Efendimiz de ona bal şerbeti içirmesini tavsiye buyurmuştur. Gerçekten de bugün eski uygulamaların aksine, ishalli durumlarda çocuklara 'oral rehidratasyon solüsyonları' denen şekerli -tuzlu sıvılar verilmektedir. Gaye, hem çocuğun sıvı ihtiyacını gidermek, hem de ishalle kaybettiği sodyum gibi elektrolit açığını kapamaktır. Baldaki elektrolit miktarlarını incelediğimizde görüyoruz ki, Efendimizin tavsiye ettiği bal şerbeti ishalli durumlarda kullanılabilecek en ideal bir 'oral rehidrasyon solüsyonu'dur.

Hz. Muhammed'in (sav) insan olması itibariyle, bütün insanlık muhakkak iftihar eder. Çünkü O Zât, ümmî olmasıyla beraber, onüç asır evvel öyle kanunlar ve esaslar getirmiş ki, biz Avrupalılar ikibin sene sonra onun kıymetine ve hakikatına yetişsek en mes'ud, en saadetli nesiller oluruz.
Shebol (1927 Hukuk Kongresi Başkanı)[2]

Eğer istersen gel, şimdi, o Zât'ın yaşadığı saadet asrına ve Arap Yarımadası'na gidip hayâlen olsun O'nu ziyaret etmeye çalışalım. İşte bak! İç ve dış yapısı, şekli-şemâili, anlayış ve yaşayışıyla mümtaz ve herkesten farklı bir Zât görüyoruz ki; elinde mucizeler kaynağı bir kitap, dilinde en ince hakikatlara aşina ve vâkıf olduğunu gösteren bir hitap, insanlara, cinlere, meleklere, hatta bütün varlığa karşı ezelî bir hutbe irâd ediyor ve bir kısım mesajlar sunuyor. Alemin yaradılışındaki sırları, kâinatın ruhundaki içiçe muammaları aydınlığa kavuşturup, herkesten sorulan ve her düşünceyi meşgul eden 'Necisin? Nereden geliyorsun? Nereye gidiyorsun?' gibi akıllara durgunluk veren bu en muğlak suallere inandırıcı, iknâ edici cevaplar veriyor ve dimağlara ışık, ruhlara huzur, gönüllere de itminân kazındırıyor.

Sana muasır bir vücut olamadığımdan dolayı müteessirim ey Muhammed!.. Muallimi ve nâşiri bulunduğun bu kitap senin değildir; O ilahidir. Bu kitabın Allah'tan olduğunu inkar etmek müspet ilimlerin batıl olduğunu ileri sürmek kadar gülünçtür.'
Prens Bismark[3]

Dikkat et, bak o Zât'a! Elinde güçlü bir ışık kaynağı, sînesinde sönmeyen bir imân, geçtiği yerleri aydınlatıp geçiyor; varlığın çehresine saçtığı nurlarla dünyaları çok mânâlı bir kitap haline getiriyor-ki; şayet O'nun nuruna pervane olmadan ve aydınlık iklimine girmeden kâinata bakacak olsan, onu, umumî bir matemhâne ve içindeki herşeyi birbirine yabancı, birbirine düşman; dağ taş gibi cesîm cansızları ürpertici cenâzeler, canlıları da ayrılık ve hasretle inleyen yetimler şeklinde göreceksin... Gel, Şimdi bak! O'nun getirip neşrettiği nur sayesinde, bir baştan bir başa garib, yalnız ve yaslılarla dolu bu matemhâne, birdenbire içindekilerin neş'e sürûr şekv-ü târâbıyla dörtbir yanı velveleye veren bir zikir meclisine dönüştü... O birbirine yabancı düşman varlıklar birer dost ve kardeş kekline, o ürpertici dev cansız cenâzeler uysal birer memur, insanların emrine âmâde faydalı birer hizmetkâr vaziyetine ve o ağlayıp şikayet eden kimsesiz yetimler ise, vazife başında sonsuzluk düşüncesiyle coşup sonsuzu mırıldanan birer gazelhân veya vazife bitimini terhîs sayıp şükürle gerilen birer neşe insanı görünümüne girdiler.

Şişmanlık birçok hastalıkları da beraberinde getirmektedir. Son araştırmalar neticesinde şişmanlarda yüksek olan kolesterol seviyesinin damar sertliğine sebep olduğu, buna bağlı olarak da damar sertliği, yüksek tansiyon, kalb yetmezliği, böbrek ve göz hasarlarının meydana geldiği tespit edilmiştir. Dengeli beslenme mevzuunda ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini Yüce Rehberimiz (sav) asırlarca önce şu kutlu sözleriyle belirtmişti: 'Çok yemek kötü bir şeydir.' 'İnsanoğlunun midesini iyice doldurmasından daha zararlı bir şey yoktur.

Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini bile Muhammed'le (sav) kıyaslamaya kim cesaret edebilir. O şahsiyetlerin en meşhurları ancak maddi kuvvetler kurdular. Halbuki, O (sav), orduları hukuk sistemlerini, imparatorlukları, kavimleri hanedanları ve dünyanın üçte biri üzerindeki milyonlarca insanı harekete geçirdi.
Lamartine (Fransız Tarihçisi)[4]

O Zât neşrettiği nurlar sayesinde, kâinatın bağrındaki her hareket ve hamlenin, her değişme ve şekillenmenin belli bir programa göre ve belli gayeleri gerçekleştirme istikâmetinde olduğu ortaya çıkmış; varlığının hiçbir yanında abesiyet ve mânâsızlığın bulunmadığı iyiden iyiye anlaşılmış; canlı-cansız her mevcudun, Yaratıcı Kurdret'i haykıran birer mesaj, O'nun isim ve sıfatlarına ait güzellikleri aksettiren birer ayna, ruhlara en tatlı nizam ve ahenk melodileri sunan birer gazelhân oldukları görülüp hissedilmiş ve büyük-küçük herşey bu yepyeni renk, yepyeni şekil, yepyeni seslerler bir başka mânâ kazanmıştır. Hele insan, bile insan...!

Evet, âcizliği, fakirliği, yetersizliği ve yığın yığın ihtiyaçlarıyla canlılar arasında en talihsiz acılara, ızdıraplara açık akıl ve düşüncesiyle emsâli arasında en perişan, en kederli olan insan, O'nun nûr üstüne nûr aydınlık ikliminde, acizliğine rağmen en mükemmel, iktidarsızlığına rağmen en güçlü ve bunca ihtiyaçlarına rağmen en mes'ud ve mutlular arasına girmiş; damla iken derya, zerre iken güneş ve hiç-ender-hiç iken Hakk'ın halifesi oma payesine ulaştırmıştır. Demek O Zât'ın etrafa yaydığı nurlu düşünceler olmasaydı kâinat da, insan da aklın nazarında bir kaos olarak kalacak ve hiçbir zaman mânâsı anlaşılmayacaktı.

Hikmetsiz olarak hiçbirşeyin yaratılmadığı, ilmi araştırmaların da ortaya koyduğu bir gerçek olmasına, hatta Yüce Rehberimizin (sav) ekolojik dengeye işaretle 'Eğer köpekler bir ümmet olmasıydı, öldürülmelerini emrederdim' diyerek, canlılar halkasındaki sırlı dizilişe dikkat çekmesine rağmen, onlarla aramızda devamlı olarak belli bir mesafenin de gözetilmesi için 'Köpek giren eve melek girmez' ikazını verdiğini görüyoruz. Böylece herşeye karşı 'Mazarratları def etme ve menfaatları celbetme' prensibinden hareketle hassas dengeyi korumanın metodunu keşfetmenin ehemmiyetini gene o Eşsiz rehberimizin ibretli ve hikmetli ifadelerinden öğrenmiş oluyoruz.

Hiç kimse Hazreti Muhammed'in prensiblerinden daha ileri bir adım atamaz. Avrupa'ya nasip olan bütün başarılara rağmen bizim konulmuş olan bütün kanunlarımız, İslam kültürüne nisbetle eksiktir. Biz Avrupa milletleri medeni imkanlarımıza rağmen Hazreti Muhammed'in (as) son basamağına varmış olduğu merdivenin daha ilk basamağındayız. Şüphe yok ki, hiç kimse bu yarışmada O'nun geçemiyecektir.
Goethe[5]

O Zât insanoğlunun en önemli meselesi olan ölüm ve ölüm ötesi endîşe ve korkulara karşı bir edebî saâdetin müjdecisi; onun güzelliklere mübtelâ gönlüne karşı sonsuz rahmet hazinelerinin teşhircisi, ilâncısı ve ilâhî saltanata adi başdöndürücü ihtişamın dellâlı ve tarifcisi; bütün gelmiş geçmişler arasında sevgi ve merhametin en birinci temsilcisi,, varlık ağacının en nurlu meyvesi ve topyekün insanlara saâdet yollarını gösteren en inandırıcı mürşit olarak ortaya çıkmış; etrafa yaydığı nurlarla karanlıkları ve düşünceleri bozguna uğratmış; hakkı ezilmekten kurtarıp, bâtılı fikir plânında yeryüzünden söküp atmış; kabirden, berzahtan, mahşerden geçip gidin bir uzun yolculukta geçtiği yerlere nurlar saçıp arkasındakilerinin yollarını aydınlatmış öyle bir ışık insandır ki, beşer sonsuza kadar O'nun hayırla yâdedecek ve karşısında iki büklüm olacaktır. Şimdi acaba, bir hamlede insanlığı kurtaran, bir solukta tağutları yerle bir edip koca kürenin yarısına ve insanlığın beşte birine sözünü dinlettiren, hükmünü kabul ettiren bu Zât'ı dinlemesek bize insan denilir mi...? Keşke, nefis ve şeytanlarımıza rağmen O Zât'ın davasının esası olan 'La ilâhe illâllah' hakikatını bütün mertebeleriyle kabul edip O'nun aydınlık iklimine girebilseydik!

Asrımızda çeşitli ilim adamlarının yaptıkları tecrübe ve araştırmalar göstermiştir ki, pişirmek kaydıyla soğan ve sarımsağın damar sertliğini mühim ölçüde azalmalmaktadır. Ayrıca pirişilmiş sarımsağın kanda lipid (yağ) artmasına mani olduğu ve kan pıhtılaşma bozukluklarını da bir ölçüde engellediği, yüksek tansiyonlu kişilerde ise tansiyonun düşmesine yardımcı olduğu müşahede edilmiştir. Nitekim ondört asır önce Efendimiz'de (sav) bir hadislerinde sarımsağın pişirilerek yenilmesini tavsiye etmiştir.

Doğrusu aranırsa Hira Dağı mağarasında meleği gördüğü günden beri geçen 20 sene dünyayı değiştirmeye kafi gelmiş. Hicaz'ın kuru kumlarında yeni bir tohum filizlendirmişti; öyle bir filiz ki Arabistan'ı uyaracak, bir yandan Hindistan'a bir yandan da Bahr-i Muhite kadar uzanacaktı.
Emile Dermenghem[6]

Arkadaş, şimdi gel bak o Zât'a! Alabildiğine geniş şu adada (Arap Yarımadası), fevkalâde vahşî, fevkalâde mutaassıp ve inatçı yığınları ne çabuk ve fena huy ve adetlerinden vazgeçirip, en güzel ahlâkî prensiplerle donatarak bütün insanlığa muallim, bütün medenî milletlere mürşit ve üstad mevkiine yükseltti.

Dünya çapındaki bu koskoca inkılâbı gerçekleştirirken de, ne zorlama, ne baskı, ne de tehdîde kat'iyyen başvurmadı; akılları, kalpleri, ruhları, nefisleri fethederek insanların sînelerine taht kurdu; her kalbin sevgilisi, her aklın mürşit ve üstadı, her nefsin terbiyecisi ve bütün ruhların sultanı oldu. Kalpler sevgiyle O'nun arkasına düştü; akıllar engin muhakeme ve tefekkürle O'nu takip etti; nefisler pes arzulardan sıyrılarak O'nun emir ve isteklerini yaşamaya koştu; ruhlar O'nunla sonsuzluğa yelken açıp ebedî olmanın yolunu buldu ve saadetlere erdi.

Efendimiz sürmenin gözü kuvvetlendirdiğini, hastalıklara karşı gözü koruyacağını ifade etmişlerdir. Araştırıldığında görülecektir ki, sürmedeki antimon diğer ağır metallerde olduğu gibi bakteriler üzerine tesirlidir. Ve günümüzde kullanılan göz merhemlerinin bileşiminde bulunan çinko'nun sürmenin yapısında da olduğu müşahede edilir.

Büyük bir cüretle fakat edeple diyorum ki, bütün hayır ve bereketlerin menbaı olan Allah'ın kullarına vahyettiği Hz. Muhammed'in (sav) dini, en doğru dindir. İnsanlar kendisine tercih etmek, emaneti yerine getirmek kuvvetli ve sarsılmaz bir iman hayır ve şer arasını ayırarak, bâtılı men etmek, işte eğer bunlar hayra dalalet ediyorsa, Hz. Muhammed'in (sav) risaleti bu hayırları getiren vahiyden başka bir şey değildir. [7]

O Zât getirdiği esas ve prensiplerin sağlamlığı, tabîliği, beşer ruh ve fıtratına uygunluğu.. Sonra da bu esas ve prensipleri çok kısa zamanda muasırlarına sevdirip benimsetmesi ve onları, asırlardan beri devam edegelen câhilî örflerin, âdetlerin, anlayışların yerine yerleştirmesi itibariyle eşi, menendi olmayan hârika bir insandır. Ve hele, ne büyük himmet ve organize gayretlere rağmen, bir kısım kimseleri sigara gibi en ehemmiyetsiz alışkanlıklardan dahi vazgeçiremediğimizi düşününce, o Zât'ın, dünya çapındaki inkılâplarının mahiyet ve buutlarını daha iyi anlıyor ve daha iyi kavrıyoruz. Evet o Zât, birbirinden çok farklı pek çok kavim ve milletlerin duygu ve düşüncelerine işlemiş, dem ve damarlarıyla bütünleşmiş nice fena âdet ve huyları, hem de çok kısa bir zaman içinde, zâhiren çok küçük bir kuvvet ve az bir himmetle söküp atmış ve onların yerlerine en yüksek ahlâkî prensipleri, en tutarlı disiplinleri, en değerli insanî faziletleri, ruhlarına perçinlercesine öyle sağlam yerleştirmiştir ki, tarihte aynı sürat içinde emsâli icraatı göstermek mümkün değildir. Ve olmaz da. Zira; o Zât öteler adına hareket eden bir meb'us ve hak katından gelmiş elçilerin en şereflisidir...

Şimdi, Saadet Asrı ve o Zât'ın inkılaplarını görmek istemeyenlere: 'Haydi, bütün medenî ve teknik imkanlarınızla, en çaplı psikoloji ve pedegoji 'uzmanlarınız' ve en kıymetli feylesoflarınızla câhiliye çağına gidiniz ve yüz sene çalışınız! Acaba o Zât'ın, o zamana nisbeten yaptığının yüzde birini yapabilecek misiniz?' sorusunu tevcih etmek gerekmez mi? Milletleri dört bir yandan kemiren, yığınları derbeder ve perişan eden bunca salgın hastalıklar karşısında elikolu bağlı kıvranan günümüzün düşünürleri, acaba, bu soruya 'evet' diye cevap verebilecekler midir..?!

Bugün sağırlık, albinizm, şizofreni, çeşitli damar anormallikleri ve zeka geriliği gibi çeşitli hastalıklarla yakın akraba evlilikleri arasındaki münasebetilim çevrelerince birçok defa vurgulanmıştır. Buraya bir nokta koyduktan sonra şimdi Mutlak Rehber'in sözüne kulak verelim: 'Yakın akrabalarla evlenmeyin zira çocuk zayıf olur. 'Zaten 'ilâhî Beyan de evlenilmesi yasak olan akrabalıkları açıklayarak bu hususu izah etmiştir.

Baştanbaşa bütün insanlık tarihi içinde, Hazret-i Muhammed'in (sav) şahsiyetine benzeyen tek bir insan mevcut değildir.
O'nun elinde bulunan maddi araçlar ne kadar azdı; göstermiş olduğu kahramanlıklar ise ne kadar büyüktü. Sadece bu yönde tarihi araştırmış olsaydık, Hazret-i Muhammed'in (sav) isminden başka, bu derece parlak ve bu derece ayan bir isim bulamazdık. [8]

Malumdur ki; herhangi bir cemaat içindeki yeri itibariyle önemsiz bir insan, o küçük şeref ve haysiyetiyle, ehemmiyetsiz bir topluma karşı, münazara ve münakaşa esnasında, en değersiz meselelere dair utandırıcı basit bir yalanı, hasımlarına hissettirmeyecek şekilde telâş ve teessür göstermeden, sıkılıp hicâp duymadan, pervasızca ve tereddüte düşmeden ifade edemez.. Şimdi bak; Hak ile halk arasında, dünya çapındaki en büyük bir vazifede o en haysiyetli, en şerefli Zât, emniyete çok muhtaç olduğu büyük bir cemaat karşısında, en ehemmiyetli bir mesele ve en ciddi bir davada, bunca hasımlarına rağmen, fevkalâde rahatlık içinde ve alabildiğine fütursuz, alabildiğine pervasız, kat'iyyen telaş göstermeden, hem de düşmanlarının damarlarına dokunduracak şekilde, yüksek bir üslup ve edâ, fevkalâde ciddiyet ve samimiyetle ortaya koyduğu şeylerde hiç hilâf bulunabilir mi? Hiç yalan karışabilir mi? Hayır; asla ve kat'a..! Onun söylediği herşey, getirdiği her esas 'başka değil O'na vahyolunmuş ilâhi mesajlardır'. Ve O, mesleğinin bu ulviyeti ve kudsiyeti itibariyle, kat'iyyen aldatmaz, asla hileye tenezzül etmez, eşi menendi olmayan bir Zât'dır.

Peygamberimiz (sav) suyun oturarak içilmesinin daha iyi olduğunu buyurmuşlardır. Midenin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu farklıdır. Ayakta içilince Waldeyer'in mide caddesinden doğrudan oniki parmak barsağına geçen su, oturur pozisyonda içilince midede bir süre kalmakta ve midedeki asit salgının tesiri ile içindeki mikroplar ölmektedir.

Hz. Muhammed (sav), hayatının sonunda da, peygamberliğinin başında iddia ettiği şeyleri iddia etmiştir. Ben onun meşrettiği şeyler karşısında şöyle düşünüyorum: Birgün, doğru olan felsefî cereyanlar ve hıristiyanlık O'nun peygamber olduğunu mutlaka kabul edecektir.
Bosorth Smith[9]

O hârika Zât, insanoğlu için devamlı merak mevzuu olmuş, en çarpıcı, en düşündürücü, en ehemmiyetli hakikatları gösteriyor, en dehşetli, en ürpertici meseleleri gözler önüne seriyor.

İnsanın düşünce ve davranışları üzerinde merakın tesîri inkâr edilemeyecek kadar büyük ve çaplıdır. Hatta merak, varlığın keşfinde devamlı, sırlı kapıları açan sihirli bir anahtar olmuş ve kâşif dimağlardan hiç ayrılmamıştır.

Nasıl olmasın ki, bugün biri çakıp Ay'da,Merih'de, Müşteri'de; başka gezegen ve başka sistemlerde olup bitenleri; insanoğlunun kader ve başına gelecekleri haber verecek olsa buna karşı lakayt kalmak şöyle dursun, pek çok meraklı yarı ömür ve ayrı servetini vererek, ruhunda uyanan merak ve arzuları tatmîn etme yollarını araştıracaktır.

Halbuki o eşsiz insan, öyle bir Sultanın mesajlarıyla gelmiş bulunuyor ki, o Sultanlar Sultanının akıllara durgunluk veren geniş ülkesinde, Ay, Arz etrafında, Arz de bütün ihtişam ve debdebesiyle Güneş çevresinde dönüp duran birer küçük kütler; Güneş ise, dünyamız dahil, sapan taşı gibi başının üstünde çevirip durduğu peykleriyle seyahat eden ve O'nun, milyonlarca ülkesindeki milyarlarca ışık kaynağından sadece bir tek lambasıdır. Bunlardan başka O Zât, bütün ayları, güneşleri, yıldızları, içine alan öyle müthiş bir inkılâp ve infilâkdan bahsediyor ki, binler-yüzbinler Küre-i Arz bomba olsa patlasa, o kadar dehşetli ve ürpertici olamaz. Hem öyle bir istikbalden ümit ve saadet mesajları sunuyor ki, bütün dünya saadetlerinin ona nispeti, belirip kaybolan bir şimşeğin, hiç gurub bilmeyen bir güneşe nisbetinden daha farklı değildir.

Efendimiz bir hadislerinde 'ara sıra aksırınız, eskimiş hastalıklarınız iyileşir' buyurmuşlardır. Uzun süre aksırmakla hastalıklar arası alâka anlaşılamadı. Fakat sonra öğrenildi ki, hipotalamustan geçen tek refleks aksırma refleksidir ve hayatî bazı merkezlerin bulunduğu hipotalamusun uyarılması ile birçok hayati mekanizma tembih edilmektedir.

Hz. Muhammed (as) düşmanlarının bütün hile ve dolaplarını toprağa gömmüştür. O, bir avuç yardımcısıyla, bir gün mutlaka muvaffak olacağına inanıyordu. Halbuki, düşmanlarının çokluğu ve stratejik bakımdan aleyhinde olan şartlar itibariyle önünde bir sürü handikap vardı. Fakat O, Hakk'ın kendisine bahşettiği o müthiş irade ve azmiyle bunların hepsini aşmasını bildi. Biz buna, İncil'de: 'Allah'ım senin milletin içinde benden başka kimse kalmadı' diyen Peygamber gözüyle bakıyoruz.
Sir William Mior[10]

Bir baştan bir başa hârikalar meşheri olan bu dünya, gözleri kamaştırıp akıllara durgunluk veren bir başka mucizeler dünyası hesabına hareket eder, onu besler ve onu büyütür bağrında... Burada elde edilen her marifet, kavranan her mânâ, esasta ötelere ait rûhanî zevklere birer buut teşkil eder ki; bu da insanoğlu ve onu davranışlarının, bu dünyadan daha ziyade öteki âlemlerle alâkalı olduğunu gösterir.

Hemen herkesin namzet olduğu, herkesin merak, iştiyak veya ürpertilerle beklediği ve insanoğlu için hârikalar ülkesi sayılan o meçhul duraktan, en tatminkâr mesajlar, en inandırıcı bilgilerle gelip gözlerimizi açan; takılıp yollarda kalanlara ışık ve burak vadeden; merakla bekleyenlerin merak ateşlerini söndüren; ölüm ve yokluk karşısında ra'şelerle titreyenlerin sinelerinde ümit meş'aleleri yakan hârikalar kahramanı o Zât olduğu gibi, bizleri çeşit çeşit nimet ve ihsanlarıyla lütuflandırıp memnum eden bütün varlığın gerçek sahibi, Yüce Yaratıcı'nın, bizlerden neler istediğini, nelerden hoşnut olup nelerden olmadığını, Yüce Zât'ıyla kulları arasındaki münasebetin keyfiyetini ve en kestirmeden kendisine varılacak yolları tarif eme nev'inden, insan aklıyla ulaşılamayacak binlerce muğlak meseleyi, herhangi bir tereddüde meydan vermeden izah edip düşüncelerimize ışıklar saçan da yine o Zât'tır..!

Şimdi bizler için, herbiri ayrı bir merak ve hayret mevzuu bunca meseleyi, aydınlatıp günyüzüne çıkaran, gönüllere iman ve ümit kapılarını açıp onları itinana ulaştıran bu Zât'a karşı , herşeyi bırakıp ona koşmak lâzım gelirken, bir kısım insanlara ne olmuş ki, hiç merak etmiyor, alâka duymuyor, hatta lakayt kalıyorlar..?

Hayır, hayır! Onlar, göz ve kulaklarını kaybetmiş veya divane olmuşlar ki, güneşlere taş giydiren bu ışık kaynağını görmüyor, O'nun nurlu beyanlarını işitmiyor ve anlamıyorlar...

Göz basıncının yükselmesi ile meydana gelen Glokom hastalığının neticesi körlüğe kadar gidebilir. Bu hastalıkta muhtelif ilaçlar kullanılmaktadır. Efendimiz (sav) mantarın kesilerek veya suyunun akıtılarak göze tatbikini tavsiye etmiştir ki, içinde bulunan muskarin, göz hastalıklarında yer alması yenmesini tavsiye etmiştir ki ihtiva ettiği inulin glokom tedavisinde kullanılan ilaçlardandır.

Hakimdi, hatipti, peygamberdi. Muharipti, fikirler fatihiydi, ma'kul itikadların muhyisi idi ve nihayet din kurucusu idi. 20 dünyevi devlet kurmuş ve bir tek ruhani millet yaşatmıştı. Muhammed (as) budur! İnsan büyüklüğü hangi ölçü ile ölçülürse ölçülsün, acaba O'ndan daha büyük bir insan bulunur mu?
A.D. Lamartine[11]

O hârika Zât, kâinatın dörtbir yanından yükselen milyonlarca lisanlarla, varlığını ve birliğini ruhlarımıza duyurmak isteyen Yüce Yaratıcı'nın, cihanda en yüksek, en parlak hakikat olması ölçüsünde, O'nu gösterip ilân eden, en güçlü bir dil, en nûrânî bir delil olduğu gibi, ikinci dirilişin de en aldanmaz şâhidi, en sağlam vesîlesidir.

Evet, O Zât, getirip gönüllerimize yerleştirdiği îman ve hidâyet hediyesiyle, bizler için ebedî saâdet yollarını açıp ruhlarımızın sonsuza uyanmasına sebep olduğu gibi; duâsı, niyâzı ve o derinlerden derin ibadetiyle de, ötelere ait rûhânî ve cismânî saâdetlerin, insanoğluna armağan edilmesine en birinci şefaatçı olmuştur.

Zira O, en samimi teveccüh ve dilekleri, en yürekten yalvarış ve yakarışları, en hâlisâne zikir ve fikirleri, en kâmilâne îman ve ibadetleriyle o kadar umûmi ve o kadar herkes için olmuştur ki; kulluk hisleriyle iki büklüm olup Rabbisine her yönelişinde, âdetâ Küre-i Arz el bağlayıp O'nun arkasında durmuş; Ay, Güneş, yıldızlar, O'nun duâ ve münacâtıyla velveleye gelmiş; bütün kevn-ü mekanlar koşup O'nun dilek ve taleplerine 'evet, ya-Rabbi ver, biz dahi ayni şeyleri istiyoruz..!' diye, O'nun o içten, o hüzünlü, o Hak sevgilerine yarışır şekilde yalvarış ve tazarrularına iştirak edip 'âmin!' demişlerdir.

Zira O, bütün insanları, hatta topyekün varlığı, aşağıların aşağısından, kıymetsizlikden, faidesizlikden, kurtarıp, yüksekliklerin yükseğine, kıymet ve değerliliğe ulaştırma gibi, öyle yüksek maksat ve yüce gâyeler için yalvarıp yakarmış.. yürekleri rikkate getirecek öyle tatlı bir şive, öyle şirin bir edâ ile sızlanmıştır ki, O'nun bütün varlık hesabına bu iç-çekip inlemelerine karşı, topyekün mevcudât, hatta arş ve kursî vecde gelip 'ver Allah'ım ver! O'nun isteği hepimizin de isteğidir' diye duâ ve dilekte bulunduklarını söylemek hiç de mübalâğa olmaz...

Şimdi, hiç mümkün müdür ki, her şeyi görüp bilen, her şeye sonsuz lütuf ve ihsanlarda bulunan; hatta en küçük bir varlığın en ehemmiyetsiz arzu ve istediklerini yerine getiren Yüce Yaratıcı, yeri, göğü velveleye veren bu en şumullü, en lüzumlu, en samimi, en yürekten duâ ve dilekleri duyup cevap vermesin? İnsanlık için ebedî saadete giden yolları açmasın ve onlar için cennet saraylarını yaratmasın..?

Ateşi düşürmede deriyi su ile soğutma tıpta sık kullanılan bir metottur ve 'periferik soğutma' adını alır. Hastanın bütün vücudunu soğuk suyla yıkamak da tercih edilebilir. Efendimiz (sav) 14000 yıl önce 'Ateşli hastaları soğuk su ile yıkayınız' diyerek bu metoda işaret etmiştir.

Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü ise, modern tarihin en büyük şahsiyetlerini dahi Hz. Muhammed'le (sav) mukayeseye kim cür'et edebilir ki..?
Carlyle[12]

Evet, insanlığın iftihar tablosu, zaman ve mekânın Efendisi, Allah'ın yeryüzünde en şerefli, en namlı halifesi o Zât (as) dünden bugüne insanoğlunun, ayları, güneşleri, yıldızları sayılan en temiz düşünceleri, en duru gönülleri, en dürüst ve çaplı ruhları arkasına alıp, rahmetlerin, inayetlerin, hikmetlerin, adaletlerin ışık ışık akıp geldiği 'arş-ı a'zam' iklimine el kaldırarak dua dua yalvarmış ve koşup atmosferine girenlere, girip ayağının tozuna yüz sürenlere cennetler, ebediyetler, ebedî saadetler istemiş.. ve cennetleri cennet, ebediyetleri ebediyet yapan bütün güzelliklerin kaynağı, binlerce güzel ad ve ünvanlara yâd edilen ve o kudsîlerden kudsî sıfatlarıyla gönüllerimize hayret ve hayranlık salan Hakk'ın cemâlini görüp göstermek dilemiştir.

Eğer, öldükten sonra dirilme ve öteler gerçeğinin, her tarafta ışık ışık ışıldayan o sonsuz rahmet, herkesce müşâhede edilen o hesapsız inâyet, herşeyin çehresinde çakıp duran o göz kamaştırıcı hikmet ve baştan bir başa bütün kâinatlarda hüküm fermâ olan o incelerden ince adalet gibi kuvvetli sebepleri olmasaydı, her sene yeryüzünde yüzlerce cennet nümûnelerini sergileyen Yüce Yaratıcı, akıllara durgunluk veren o müthiş kudretiyle-ki o kudrete nispeten cennetin yaratılması, baharın yaratılmasından daha zor değildir-beşere iman tayin ettiği bu mübârek Zât'ın, o içli yalvarış ve yakarışlarına merhamet edip cennetleri yaratacak ve insanlığa armağan edecekti... Yaratmış ve edecektir de...

Evet, bu imtihan yurdu, bir sırlı anahtar olan O'nun peygamberliğiyle açıldığı gibi, bir mükâfat ülkesi olan âhiret de, yine O'nun o içten kulluğu, o bütün varlığı alâkadar eden dualarıyla açılacak ve arkasında durup onun bütün istek ve dileklerini can kulağıyla dinleyip 'âmin' diyenlere (Selâm sizlere, hoş geldiniz! Haydi girin içinde ebedî kalmak üzere o cennetlere) denilecektir.

Fırçanın henüz bahis mevzuu edilmediği bir dönemde Zaman ve Mekanın Efendisi (sav) misvak kullanmayı tavsiye etmişlerdir. Nitekim misvak mikrop öldürücü, tükürük salgısını arttırıcı hususiyetlerinin bulunması, pH'i ile aynı olduğu için ağız için dengesini bozmaması, kullanımı kolay ve ekonomik olması sebebiyle tercihe şayan bir diş temizleme vasıtasıdır.

Ben, Müslümanlığın, yarının Avrupa'sı için mutlaka kabule değer olacağı kanaatindeyim. Aslında, Avrupa, çoktan Müslümanlığı kabule değer bulmaya başladı bile...
G. Bernard Shaw[13]

Hiçbir mektep ve medrese görmeyen o Zât, öylesine mükemmel imâni esaslar, öyle hârika İslâmî prensipler ve ruhlara inşirah veren öyle bir ibadet ve dua anlayışıyla ortaya çıkmış ki, o günden bu güne, onlardan daha mükemmeli ne bulunmuş, ne de bulunabilir.

Hele, bindörtyüz seneden beri, insanoğlunun hemen hemen beşte bir gibi büyük bir bölümünü, Hak'dan getirdiği o eskimez, yıpranmaz, ilâhî prensiplerle, kılı kırk yararcasına âdilâne ve hakkâniyet üzere idare etmesi kat'iyyen beşer tarihinde benzeri olmayan bir hâdisedir. Evet, ümmî bir Zât'ın hareket, söz ve davranışlarından meydana gelen bir nizam ve sistem, hele her asırda yüzmilyonlarca insanın rehberi, mercii olup onların akıllarını ilimlerle donatması, kalplerini feyizlere gark etmesi, nefislerine istikamet kazandırması ve ruhlarını inkişaf ettirip onları imrenilecek hâle getirmesi itibariyle O'nun eşi ve menendi yoktur.

Bilhassa bedevî ve ümmî bir muhitde, ictimâî ve idârî kanunların bilinmediği bir dönemde ve fetret asrının karanlıkları içinde, çok kısa zamanda etrafındakileri uyarıp medenîlerden daha medenî, âlimlerden daha âlim; ictimâî ve siyâsî hayatta en ileri, hatta büyük devlet ve büyük milletlere üstad ve rehberler olabilecek seviyeye getirmesi ve alabildiğine ibtidâî bir topluluktan dünyaları idare edebilecek büyük diplomatlar yetiştirmesi tarihte emsâl gösterilemeyecek vak'alardandır.

İşte câhîliye çağı, işte o Zât; işte asrımız, işte asrın büyük diplomatları; işte selîm akıl, işte müstakîm düşünce; işte değişik muvazene usulleri ve işte hiç kimseyle muvâzene edilmeyecek olan hârikalar harikası O büyük insan..!

Geceleyin kılkurdları barsaktan dışarı çıkar ve kaşıntı yapar. Uyuyan kişi habersiz olarak orayı kaşır. Uyandığı zaman elini yıkamadan elini ağzına götürdüğünde yumurtalar sindirim yoluna gider ve barsakta rabditiform kurtçuk açığa çıkar. Nitekim yüce Rehberimiz buna işaretle 'sabahleyin kalkınca ellerinizi yıkayınız. Çünkü onların gece nereye değdiğini bilemezsiniz' buyurmuştur.

Hakim, hatip, Allah elçisi, kanun koyucusu, savaşçı, en mükemmel bir ibadetin muhyîsi ve sayısız dünya devletlerinin kurucusu, işte Hz. Muhammed (as). İnsan büyüklüğünün ölçüldüğü bütün mikyaslarda hangi insan ondan daha büyük olabilir ki..?
Lamartine, Histoire la Turquie[14]

İman, teslimiyet ve hakka itimatda, melek ve ruhanîleri gıptaya sev edecek kadar erişilmez noktalara ulaşmış bulunan o Zât; ibadet adına ümmetine tebliğ ettiği vazifelerin hemen hepsinde herkesten ileri olması, açık-kapalı mükellefiyetlerini ciddi bir disiplin içinde yerine getirmesi, en sıkıntılı anlarında dahi bütün sorumluluklarını fevkalâde bir hassasiyetle takip etmesi.. herkesten ziyade haramlardan kaçınması, hatta haramlara girme endişesiyle şüpheli şeylerden uzak kalması.. Hakk'a kullukta daima, en ilerilerden daha ileri olması.. bütün bir hayat boyu fevkalâde takvası, fevkalâde Allah korkusu ve Allah'a karşı saygısı itibariyle de eşi menendi olmamış olamaz da...

Hele, Rabbisine bağlılık ve irtibatın ifadesi olan, her meselede O'na sığınıp O'na müracaat etmesi, O'na yönelip O'na yalvarıp yakarması, yalvarıp yakarırken de ifadelerin en can alıcısı, üslûpların en çarpıcısı ve Yüce Yaratıcı'ya en yaraşır ve yakışırı ile yalvarıp yakarması ve bilhassa kullandığı şive, ortaya koyduğu edâ ile öyle erişilmez bir kulluk örneği olmuştur ki, o zamandan beri gelen bütün hak dostları, gerçeğe uyanmış bütün erenler, teveccüh, dua ve yakarışlarında hep O'nun, o derinlerden derin tavsiflerine, o yürekleri hoplatan sihirli niyazlarına müracaat etmiş ve O'nun marifet ve düşünce ırmağına sığınmışlardır.

Ellerin et ve yağ gibi maddelerle bulaşık olması hem haşere hem de mikropların üremesi için zemin teşkil eder. Yüce Rehberimiz 'ellerinde et veya yağ kokusu eseri olduğu halde yatan bir kimse bir hastalığa müptela olur veya hayvan ve haşerelerden bir zarara uğrarsa, kedisinden başkasını suçlu bulmasın' buyurmuştur. Burada haşerenin yanında hayvan tabirinin kullanılması enteresandır. Hayvan, hayat sahibi yani canlı mânâsına da gelmektedir. Dolayısıyla mikrop mefhumuna işaret edilmektedir.

Hz. Muhammed (sav) toplu halde yapılan ibadetin o muazzam gücünü, tarihte ilk temsil edip gösteren insandır. Hiç şüphe yok, ki, çok geniş mikyasta, İslâm'ın kudreti, günde beş vakit kılınan namazın kudretinden kaynaklanmaktadır.
J. H. Lenison, Emotion as the basis of civilisation[15]

O Zât, Hakk'a bağlılık, dua ve ibadette eşi olmadığı gibi, peygamberlik vazifesini tebliğe ve halkı, Hakk'a davette gösterdiği yüksek metânet, hârika sebat ve cesaret de dahi dengi ve benzeri yoktur.

Evet, büyük devletler, büyük dinler, hatta en yakın akrabalarına kadar kendi oymak ve kabîlesi, akla-hayâle gelmedik en şiddetli düşmanlıklarla O'nun karşısına çıktıkları halde, zerre kadar sarsılmaması, telâş ve tereddüt göstermemesi ve hele korkaklığa asla düşmemesi.. değil tereddüt, telâş, korkaklık; tek başına bütün dünyaya meydan okuması ve âlem şümûl mücadelesini zafere ulaştırması hatta bu kadar ağır şartlar altında getirdiği o ilâhî mesajı dünyanın yarısına ve insanlığın büyük bir kısmına tebliğe etmesi davet ve irşatta dahi O'nu eşi menendi olmadığını gösterir.

Evet O, yaşadığı döneme ait çeşit çeşit düşünce akımları, inanç sistemleri, rûhanî reislerin bilgi dünyaları ve daha binbir muâraza, muhalefet ve inkâr karşısında, o dağları yerinden söküp atacak müthiş imanı, o cihanları yeniden şekillendirebilecek hârika yakîni ve hiçbir şey karşısında 'pes' etmeyen cihanpesendâne iradesiyle karşıladı, hesaplaştı ve geçtiği yolun bir kenarına itiverdi.

Bütün bunları yaparken de, rüyalarında dahi bir lâhza, tereddüt, şübhe, vesvese ve za'fa düşmedi, Yakîni, itikadı, itminânı ve Hakk'a itimadıyla daima herkesin önünde bulundu; bulundu ve bütün hayatı boyunca inancın zirvelerinde dolaştı.. Hem öyle bir dolaştı ki, başta Sahabe olmak üzere herbiri birer iman ve mâneviyat kahramanı sayılan bütün evliyâ ve asfiyâ, inançta, itikatda, itminânda hep O'nu rehber kabul edip, O'nun aydınlık iklimine yenilenip ayrı birer buuda ulaştılar.

Yüce Rehberimiz 14 asır önce misvak kullanılmasını tavsiye etmiştir. Bugün Avrupa ilaç sanayiinde diş macunu üretiminde misvaktan faydalanılmak istenmektedir. Araştırmacılar bu bitkinin dişte tabaka meydana gelmesini önleyici kimyevî tedavi edici maddeler ihtiva ettiğine inanıyorlar. Bazı Afrikalı araştırmacılar da bu bitkini özlerinin ağızda bakteri üremesini önlediğini bulmuştur. Bir raporda bu maddelerin diş etlerini harekete geçirdiği, şişme ve kanamaları iyileştirdiği bildirilmiştir.

Hz. Muhammed: (sav) Arap putperestliğinin artıklarını, Yunan ve Yahudi ilâhiyatının ananelerini ve dînî liderlerinin, faydasız ve lüzumsuz bütün fikirlerini bir yana atmış o temizlerden temiz kalbi, o şimşek gibi parlak gözleriyle hakikatın ruhuna girmişti.
Carlyle, Kahraman Muhammed[16]

Gelmiş-geçmiş bütün o en temiz duygulu, en derin düşünceli, en doğru anlayışlı ve en dürüst davranışlı Hak kapısının sadık bendeleri peygamberler, istisnasız o Zât'ı kabullenmiş ve O'nun peygamberlik nazmının kafiyesi saymışlardır.

Evet bütün peygamberler, bir taraftan, başta yüce Yaratıcıya iman olmak üzere inanç esaslarını avâz âvaz ilân ederken, diğer yandan da, ellerindeki Tevrat, İncil, Zebur vs. küçük kitapların şehadetiyle ileride gelecek bu hârika zât hakkında işaretlerde bulunup müjdelemeyi ihmal etmemişlerdir.

Günümüze kadar bunca tahrif, tağyir ve tebdîle rağmen, allâme Hüseyin Cisri'nin bu kitaplardan yüzon küsur işaret ve müjde bulup çıkarması.. Prof. Rahip Peder Dawid Benjamin'in 'Tevrat ve İncil'e göre Hz. Muhammed' adlı kitabıyla modern araştırma usulüne göre aynı şeyleri tespit edip ortaya koyması ve Asr-ı Saâdet'den günümüze kadar daha yüzlerce araştırıcının mütalâa ve tespitleri öyle gür, öyle doğru, öyle muhteşem ve öyle cerhedilmez bir şahadettir ki, bütün dünya şeytanları biraraya gelse, bu mevzuda itminâna kavuşmuş temiz ruh ve temiz vicdanlarda en ufak bir şüphe ve tereddüt meydana getiremezler.

Zira, insanlık semasının ayları, güneşleri mesabesinde olan, ve çağlar boyu milletleri, devletleri arkalarına alıp ahlâka, fazilete ve insanlığa yükselten bu hârika zâtlar, kendilerine uyan milyonlarca düşünce insanı, araştırmacı, ilim adamı ve kâşifleriyle susturulamayacak en sağlam şâhitlerdir ve bu şahitlerin şehadet ettiği en yüksek hakikat da Hz. Muhammed hakikatıdır.

Yüce Rehberimiz (sav) ilaç olarak kullanmak üzere alkollü içki imal ettiğini söyleyen bir kişiye 'O, tedavi edici değil, hastalık yapıcıdır' buyurmuştur. 14 asır sonra Amerikan Pediatri akademisi, ilaçlara çeşitli gayelerle az miktarda dahi olsa alkol konulmasının çocuklarda çok zararlı olduğunu tespit etmiştir.

Ben şunu iddia ediyorum ki, Hz. Muhammed en seçkin bir kıymettir. Yaradan'ın, böyle ikinci bir vücudu imkan sahasına getirmesi de ihtimalden uzaktır. Ya Muhammed, sana muasır bir vücut olmadığımdan dolayı müteessirim...
Prens Otto Von Bismarck[17]

O Zât'ın Allah'tan getirdiği esas ve düsturlara uyarak, O'nun ta'lim ve terbiyesiyle şekillenen, O'nun arkasından gitmekle hakka, hakikata, olgunluğa ulaşan ve alelâdelikleri aşıp kerametlere, keşiflere, müşahedelere mazhar olan buncu Hak dostu velîler, akıllara durgunluk veren o üstün halleri, öteden renklere ve çizgiler ifade eden o hârika tavırlarıyla, Yüce Yaratıcı'nın varlığını, güç ve hâkimiyetini, tasarruf ve nüfuzunu haykırdıkları gibi; malik oldukları herşeylerini O'nun eşiğine başkoymakla elde ettikleri; herşeylerini O'na borçlu oldukları hârikalar insanı, o mübarek üstadlarının da peygamberliğine, sunduğu mesajların Hak-kaynaklı olduğuna milyonlar diller olarak şehadet etmektedirler.

Evet, gözleri eşyânın hakikatına uyanan O'nun arkasındaki bu zâtlar, Üstadları'nın Hak'tan getirip ümmetine sunduğu mesajlar ve mesajların muhtevasını, yine O'nun dîninin esasları çerçevesinde, kendi rûhî tecrübeleri, manevî terakkîleriyle keşfedip çevrelerine duyurmaları, O'nun peygamberliğine, peygamberliği içinde hakkâniyet ve doğruluğuna, Allah yanındaki kadir ve kıymetine, diğer Hak-elçileri karşısındaki üstünlüğüne öyle gürül gürül bir şehadettir ki, hiçbir küfrün, hiçbir ilhadın bunu inkâra gücü yetmiyeceği gibi, hiçbir vehmin eli de O'na ulaşamayıcaktır.

Doğrusu, herbiri kendi dünyasında birer güneş sayılan bunca evliyâ, asfiyâ ve hakikat-erlerinin, O zât hakkındaki şehâdet ve takdirlerini nazar-ı itibare almayarak, karanlıkda çığlık atan üçbeş yarasanın tutarsız hezeyanlarıyla sarsılmak, güneşlere taç giydiren O Zât'ı ve O Zât'ın nûranî halkasını bilememe, yıldızla, yıldız böceğini birbirine karıştırma; bülbül nağmeleriyle saksağan sesini birbirinden ayırdedeme gibi muhakemesizlik ve mantıksızlıktan olsa gerek...

Yüce Rehberimiz (sav) 14 asır önce 'saçınıza, sakalınıza, vücuttaki yaralara kına yakınız' buyurmuştur. Nitekim kınanın içinde bulunan Lawsane adlı maddenin bazı mantar hastalıklarının amili olan dermatofitlerin ve ayrıca S. Aureus adlı mikrobun üremesine mani olduğu tespit edilmiştir. [18]

Bu kâinat, harika olarak yoktan varedilmesi, varedildikten sonraki nizam ve intizamı, parçaları arasındaki birlik ve bütünlüğü; büyük-küçük herşeyde gözetilen fayda, maslahat ve gâyeleriyle, onu icat edip, bir saray, bir kitap, bir sergi gibi en gözkamaşdırıcı şekilde tanzim eden, en mükemmel armonilerden daha mükemmel düzenleyip bir şiir, bir beste âhengine ulaştıran, en başdöndürücü sanat eseriyle temaşasına doyulmayan en renkli meşherleri sergileyen bir Zât'ı, ışıktan, renkden parmaklarıyla gösterdiği gibi.. dünyaların yaratılmasındaki ilâhî maksatları bilecek, bildirecek; varlığın sinesindeki ince ve sırlı hikmetleri ders verecek; kâinat sarayını gezip görme ve mânâsını anlamada seyircilere rehberlik yapacak, bu muhteşem varlık kitabının anlaşılması için şerh ve îzahlarda bulunacak, güzellikler meşheri yeryüzündeki sergileri temaşaya gelenlere Hak adına teşrifatcılık edecek doğru sözlü bir Dellala, güvenilir Üstad bir Tefsirciye, yaradıcının maksatlarını bilip anlayan ve anlatabilen bir ta'rîf ediciye de ihtiyaç vardır.

Hiç şüphe yok ki, bütün bu önemli vazifeleri gelmiş geçmiş insanlar arasında, müstesnâ şahsiyet ve rehberliğiyle en mükemmel şekilde yerine getiren, arkasındakilerine her zaman ümit ve emniyet telkîn eden, varlığın sırlarını lif lif didikleyip seyircilerin mütâlâasına sunan, bu mevzuda biricik mürşit ve üstad da Hz. Ahmed-u Mahmûd-u Muhammed-u Mustafa'dır. Varlığın zerratı adedince Allah'ın salat ve selâmı üzerine olsun..!

Yüce Rehberimiz (sav) 'Udu Hindi'de yedi türlü şifa vardır' buyurmuştur. Nitekim bu bitkinin idrar söktürücü, kabızlığı önleyici, gaz çıkarıcı, pıhtılaşmayı önleyici tesirleri bilinmektedir. Muhtevasında bulunan maddelerin tesirlerinin araştırılması ile daha başka kullanma sahaları bulunacağı ise muhakkaktır.

İnsan ırklarından ideal birliği (cemiyeti) tahakkuk ettirmeye herhangi bir ideolojiden ziyade İslâmiyet yaklaşmıştır. Zira Hazreti Muhammed'in (sav) dini üzerinde kurulan cemiyet'i akvam bütün beşer ırklarının eşitliği prensibini, diğer toplulukları utandıracak derecede ciddiyetle ele alır.
Snouck Hurgonje[19]

Çevremize bakıp varlığı dinlediğimiz, eşyayı inceleyip hâdiselerle halleştiğimiz ve dört bir yandan yükselen seslere uyanıp vicdanımızı dinlediğimiz zaman, her tarafta başdöndürücü sanat eserleriyle, kendi hüner ve kendi sanatkârlığını sergileyip göstermek isteyen, pırıl pırıl süslü, zînetli ve göz kamaştırıcı tablolarıyla kendini tanıttırıp sevdirmek murat eden; semavî sofralar halinde önümüze koyduğu en lezzetli, en kıymetli nimetleriyle bizlerde teşekkür ve senâ duygularını uyaran; ağızların en ince zevklerini, iştihâların meşrû her nev'ini tatmin edecek şekilde her çeşit ihsan ve ziyafetleriyle gözlerimizi, gönüllerimizi doldurup, o geniş şefkat ve himayesine karşı bizleri anlayışa, ibadete sevk eden mevsimlerin değişmesi, gece ve gündüzün birbirini takip etmesi gibi akıllara durgunluk veren haşmetli icraatıyla biricik ma'bud olduğunu göstererek akıl sahiplerini amana, teslime ve itaata çağıran... her zaman iyiliği ve iyileri himaye, fenalığı ve fenaları izâle ve semavî tokatlarıyla zâlim, gaddar ve yalancıları mahv-u perişan ederek hakkaniyet ve adaletle tecelli eden bir Zât'ın varlığını seziyor, duyuyor ve O'nu eksiksiz ve kusursuz tanımak istiyoruz.

Evet, O'nun kendisini bize tanıttırıp şükür istemesine mukabil, bizler O'nun kendisini bize tanıttırıp şükür istemesine mukabil, bizler O'nu tanımayıp nankörlükde bulunursak, bize insan denmeyeceği gibi, O'nun lütuflarından istifade hakkını da kaybederiz.

Onun içindir ki Yüce Yaratıcı, eşya ve hâdiseleri konuşturup kâinatla varlığını ruhlarımıza duyurmanın yanında nezdinden gönderdiği peygamberlerle de aynı hakikatları tayidetmiştir.

Evet, önümüze serdiği bu muhteşem sergilerde, bahsi geçen gayeler gibi, pekçok maslahat ve hikmetleri takip eden yücelerden yüce Yaratıcının; bu maksat ve gayelerini gürül gürül ilân edecek, onları her ruh ve vicdana duyuracak bir kısım dellalları, tarif edicileri ve teşrifatcılarının bulunması elzemdir. Yoksa, o sergi ve meşherleri temâşaya davet ettiği aziz misafirleri ne eşyanın hakikatını, ne ifade ettikleri mânâları, ne de işaret ettikleri yüce gerçeği anlamayacaklardı.

Bu itibarladır ki Allah, tarihin hiçbir devrini bu aydınlık insanlardan mahrum etmediği gibi insanlığı da onların nûrundan ve feyzinden mahrum bırakmamışlardır.

Bu dellal ve rehberlerin hepsi de Hak katından gelmekle beraber, içlerinde en gür seslisi, en müthiş iradelisi, en çaplısı ve âvâzını dünyanın dörtbir yanına duyurarak arş-u ferşi çınlattırıp her tarafı velveleye veren ve gelmiş geçmiş peygamberlerin yolunu bir şehrâh haline getiren Hazret-i Muhammed'dir (sav) ve bu mevzuda O'nun eşi ve menendi yoktur. [20]

[1] Sızıntı, Nisan 1987, Cilt 9, Sayı 99, Sayfa 100
[2] Sızıntı, Mayıs 1987, Cilt 9, Sayı 100, Sayfa 142
[3] Sızıntı, Haziran 1987, Cilt 9, Sayı 101, Sayfa 181
[4] Sızıntı, Temmuz 1987, Cilt 9, Sayı 102, Sayfa 220
[5] Sızıntı, Ağustos 1987, Cilt 9, Sayı 103, Sayfa 260
[6] Sızıntı, Eylül 1987, Cilt 9, Sayı 104, Sayfa 300
[7] Sızıntı, Ekim 1987, Cilt 9, Sayı 105, Sayfa 340
[8] Sızıntı, Kasım 1987, Cilt 9, Sayı 106, Sayfa 380
[9] Sızıntı, Aralık 1987, Cilt 9, Sayı 107, Sayfa 420
[10] Sızıntı, Ocak 1988, Cilt 9, Sayı 108, Sayfa 460
[11] Sızıntı, Şubat 1988, Cilt 10, Sayı 109, Sayfa 20
[12] Sızıntı, Mart 1988, Cilt 10, Sayı 110, Sayfa 68
[13] Sızıntı, Nisan 1988, Cilt 10, Sayı 111, Sayfa 116
[14] Sızıntı, Mayıs 1988, Cilt 10, Sayı 112, Sayfa 116
[15] Sızıntı, Haziran 1988, Cilt 10, Sayı 113, Sayfa 196
[16] Sızıntı, Temmuz 1988, Cilt 10, Sayı 114, Sayfa 236
[17] Sızıntı, Ağustos 1988, Cilt 10, Sayı 115, Sayfa 276
[18] Sızıntı, Eylül 1988, Cilt 10, Sayı 116, Sayfa 316
[19] Sızıntı, Ekim 1988, Cilt 10, Sayı 117, Sayfa 356
[20] Sızıntı, Kasım 1988, Cilt 10, Sayı 118, Sayfa 388

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.