Hak Yolcusunun Nübüvvet Çizgisine Göre Durumu
Seyahatlerini mişkât-i nübüvvetin ziyasına bağlayamayan/bağlayamamış olan bir kısım hak yolcuları bazen bu gibi ahvâlde ittihad ve imtizaç mânâlarına gelebilecek sözler söylemiş olabilirler. Bunların temel akideleri sünnet çerçevesinde ve usûlüddin prensiplerine de uygun ise, biz onları hâle mağlup olmuş kabul eder ve haklarında hüsn-ü zanda bulunuruz. Yok, bazı mutasavvıfînin yaptığı gibi böyle bir anlayışı akîde olarak kabulleniyor ya da o mülâhazaya bağlı felsefe yapıyorlar ise, bunların da hayatta bulunanlarına Peygamber (aleyhi ekmelüttehâyâ)'nın yolunu göstermeye çalışır; ölüp gitmiş bulunanları da Allah'a havale ederiz.
Bence, hucub-u inâyet'in ifade ettiği/edeceği mânâlardan biri de işte budur; kısmen dahi olsa, onunla, biraz da temâdîden kaynaklanan iltibaslar önlenmiş olur; sâlik, yer yer kendi kendine: "O Rab, ben ise abdim, O Hâlık, ben ise mahlûkum, O Kâdir, ben bir âciz, o Ganî, ben de bir muhtac u fakirim.. varlığım O'nun ziya-i vücudundan, hayatım O'nun hayat tecellisinden, benim ve başkalarının devam-ı vücudları da O'nun kayyûmiyetindendir." der ve fark'ı vurgular. Sekr, mahv ve ıstılâm hâllerinde bazen böyle bir temyiz kaybolsa da her zaman "sahv" hâlinde o hep bunları mırıldanır.
- tarihinde hazırlandı.