Hak Yolcusu ve Tecrid
Bir mübtedî gönlünde, marifet inkişafının ilk belirmesi esnasında, "ilm-i yakîn" diyeceğimiz kesbî malumat renk renk solar, matlaşır, sönükleşir ve derken hak yolcusuna yer yer eşyanın perde arkası ses vermeye başlar.. başlar da bütün cismanî ihtiyaçlar veya zaruretler, hatta bütün dünya ve içindekiler yavaş yavaş zâtî değerlerini yitirerek, hakikate mücellâ birer ayna veya onu aksettiren, ifadelendiren sırlı, buğulu birer aksesuar haline gelirler. Bu mazhariyetin duyulmasıyla bazen sâlik Fuzuli gibi: " Meslek-i tecriddir ferâğat evi/Terk-i mal ile hânumândan geç!" diye haykırır, bazen de Yunus Emre gibi: "Ballar balını buldum varlığım yağma olsun!" der inler...
Seyr-i sülûk-i ruhânî sayesinde bir müntehînin bütün benliğinden varlık endişesi silinip gidince, Hazreti Mâlum'dan gayrı artık ne bir iz ne de bir eser kalır. Böyle bir mazhariyete eren bir hak yolcusu, şayet seyr-i ruhânisini Hazreti Sahib-i Şeriat'ın minhacına muvafık sürdürmüyorsa, pek çok sâlikin müvelleh ve hayran yaşadığı böyle bir mertebede bazen "hakâik-i eşya"yı nefyetme gibi kaymalar da söz konusu olabilir. Seyr-i sülûk-i ruhânîlerinde "Mirsadü's-Sünne"yi esas alanlar ise, her yerde yalnız Bir'i görür, Bir'i bilir, Bir'i söyler, Bir'i çağırır ve bin bir şafak emareleri içinde Bir'i görür ve O'ndan başkasına da iltifat etmezler.
Ahmedî, bu mertebeyi kendi idrak ve zevki açısından şöyle seslendirir:
"Vârımı ol dosta verdim hânumânım kalmadı,
Cümlesinden el yudum, pes dû cihânım kalmadı.
Çünkü hubbullah erişti çekti beni kendine,
Açtı gönlüm gözünü, artık humârım kalmadı.
Aynı tevhid açılıp hakka'l-yakîn gördüm ânı,
Şirki sürdüm aradan, şekk ü gümânım kalmadı."
Müntehîler üstü müntehîlerin haline gelince, o ifadelere sığmayan, tecerrüdün tamamen tecride inkılâb ettiği ve sâlikin bir mânâda tam bir inhilale girdiği öyle derin bir zevk halidir ki, tatmayan bilmez, bilenler ifade edemez, ifade edebilenler de çok defa iltibastan kurtulamazlar. Zevken ve hâlen bu ölçüde inkişaf eden bir sâlikle, Cenâb-ı Hak arasındaki böyle bir münasebet, Hakk'ın has kullarına bir sır armağanı olsa gerek.. bize de bu sır armağanına saygılı olmak düşer.
- tarihinde hazırlandı.