İbadet ve Ubudiyet’in Mânâsı
Allah'ın emirlerini yerine getirme, O'na kullukta bulunma ve kulluğunun şuurunda olma manâlarına gelen ibâdet ve ubûdiyet; bazılarına göre aynı manâya hamledilmiş ise de, büyük çoğunluğun nokta-i nazarı, bu kelimelerin lâfızları gibi manâlarının da ayrı ayrı olduğu merkezindedir.
İbâdet, Cenâb-ı Hakk'ın emirlerini yerine getirip yaşama ve kulluk sorumluluklarını temsil etme manâlarına gelmesine mukabil, ubûdiyet, kul olma ve kölelik şuuru içinde bulunma şeklinde yorumlanmıştır. Zaten, ibâdette bulunana "âbid", ubûdiyette bulunana "abd" denmesi de açıkça bu farkı göstermektedir.
Ayrıca, ibâdet ve ubûdiyet arasında şöyle ince bir fark daha söz konusudur: Meşakkat ve külfetle edâ edilen, havf ve recâ derinlikleri olan, niyet ve ihlâs yörüngeli bütün malî ve bedenî mükellefiyetler birer ibâdet; îfâsında bu türlü buudların söz konusu olmadığı iş ve vazifeler de birer ubûdiyettir. Zannediyorum İbn-i Fard da: Seyr-i sülûkte aştığım mertebelerde her ubûdiyeti, ibâdet-i hâlisemle gerçekleştirdim" sözleriyle bu farka işaret etmektedir.
Ayrıca sofîlerden bir kısmı, ibâdeti avamın kulluğu, ubûdiyeti şuur ve basîret insanlarının îfa ettiği vazife, ubûdeti de saflar üstü safların sorumluluklarını yerine getirme şeklinde tarif etmişlerdir ki; birincisi, mücâhede insanının işi, ikincisi aşılmaz zorlukları göğüsleyen civanmertlerin tavrı, üçüncüsü de, kalp ve ruhlarının enginlikleri ile Hakk'a müteveccih olanların hâli olarak yorumlanabilir.
- tarihinde hazırlandı.