Vâsıl Olan İnsanların İkinci Kısım Özellikleri
Vâsılûnun diğer kısmına gelince onlar, vahdet deryasında istiğraklarını yaşadıktan sonra, yani nefis ve enâniyet cihetiyle yokluğa erip, tasavvufî ifadesiyle "fenâ fillâh"a mazhariyeti duyup tattıktan sonra, ihraz ettikleri hâl ve makamların menfezleriyle rûhânî haz ve zevkleri adına bütün ihsaslarını başkalarına da duyurmak ve elde ettikleri pâyeleri müstaid ruhlarla paylaşmak için "mahv" deryasında eriyip gitmeyi "sahv" ufkunda dirilip diriltmekle taçlandırır ve peygamberlere tam vâris olmanın gereği olarak döner, bizim ufkumuza tenezzül ederler.
Hakk'ın bu mükerrem ibâdı, mebde'de ilâhî emir ve yasaklar mevzûunda hassaslardan hassas davrandıkları gibi, nihayetler nihayetine ulaştıklarında da hep aynı titizliği gösterir.. ve ne cezb ü incizab yaşarken, ne de sübühât-ı vechin her şeyi yakıp kül ettiği müşâhede ve mükâşefe zirvelerinde kat'iyen şatahata girmez ve kulluk tavırlarında asla kusur etmezler; kusur etmez de hep, " Va’büd rabbeke Hattê Ye’tiyeke-lyakîın" - Ölüm gelip sana çatıncaya kadar Rabbine ibadet içinde ol" fehvâsınca, mârifet ve muhabbetleri, aşk u şevkleri, cezb u incizapları ölçüsünde hemen her zaman Allah'a kulluk adına iradelerinin hakkını tamı tamına yerine getirmeye çalışır ve Hak kapısının bendeleri olmayı bütün pâyelere tercih ederler. Her zaman Hakk'a kulluğu O'ndan gelecek mükâfatların önünde tutar. O'nun hakkındaki ilim ve mârifetlerini yetersiz görür ve her fırsatta mazhariyetlerinin şükrünü edâdan âciz olduklarını vurgularlar. Öyle ki, kulluklarını değerlendirirken: "Mâ abednake hakka ıbadetike Ya Ma’bud" diyerek ubûdiyet adına hiçbir şeyi yapamadıklarını mırıldanır, mârifetlerini gözden geçirirken: "Ma arefnâke hakka ma’rifetike Ya Ma’ruf" sözleriyle bilgi ufuklarının yetersizliğini ortaya kor ve itizarda bulunur; Cenâb-ı Mün'im'in nâmütenâhî ihsanları karşısında gerektiği ölçüde şükredememenin ezikliği ile de: "Ma şekarnake hakka şükrike Ya Meşkur"der ve sürekli inlerler.
Evet bu yüce kâmetler, en derin bir sorumluluk duygusuyla vazifelerini yerine getirirken bile olabildiğine temkinli, fevkalâde teyakkuz içinde ve sürekli mehâfet ve mehâbet soluklamaktadırlar ki, "Vellezine yü’tüne mâtev ve kulûbühüm ve ciletün ennehüm ilâ rabbihim râciun, ulâike yusâriune fi-lhayrâti vehüm lehâ sâbikun" Rablerine döneceklerine inandıklarından, verdiklerini verirken bile kalpleri tir tir titremektedir. İşte hayır işlerinde hakkıyla koşan ve yarışı başta götüren de bunlardır" meâlindeki âyetin onların iç dünyalarını aksettiren en mükemmel bir çerçeve ve resim olduğunu söyleyebiliriz. Yine de, her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
- tarihinde hazırlandı.