Mescid-i Aksa ve Hüzün
Mescid-i Aksâ ki, bir zamanlar olgun rûhunu dolduran binbir hâtıra ile taşkın; geniş, yaldızlı, ziyâlı ve sükûneti üfül üfül; kulakları semâda, dudakları kalbimizin kulaklarında bize huzur fısıldayan dupduru bir ilâhî nefehât kaynağı iken, şimdi gözlerimizi yaşlarla dolduran hâli, gönüllerimizi ezen melâli ile bize hüzün bestesi söyleyen kekeme bir dil...
Onun bu hâle düşürüldüğünü ilk gördüğüm gün: "Eyvah!" dedim! Demek içinde Hz. Âdem’in sesinin yankılandığı, çevresinde, Hz. İbrâhim’in soluklarının hissedildiği, kubbesinin altında Davut ve Süleymân peygamberlerin "hayy-hû"yunun çınlanıp durduğu, bağrında Peygamberler Sultânı’nın sonsuza yelken açıp dost vuslatına erdiği, ikliminde Hz. Ömer’in emniyet ve güven soluklarının duyulduğu, minberinde Selâhaddin’in tok sesinin işitildiği bu kubbe altında, bu duvarlar arasında artık, îmanlı gönüller coşkuyla bir araya gelemeyecek, sevgiyle kucaklaşamayacak ve gürül gürül "ALLAH" diyemeyecek! Eyvah! Demek artık bu kapılar, ne hızlı ne de yavaşça, ne sevinçle ne de heyecanla inanan gönüllere ardına kadar açılamayacak! Artık hiç kimse, oraya emeği geçmiş ve orayla alâkalı hâtıraların içinde yaşamış o büyük ruhlarla, onun bahçesinde, onun şadırvanının başında, onun semâya açık kubbesinin altında bir araya gelemeyecek ve geçmişin hülyâlarını yarınları rüyalarıyla içiçe yaşayamayacak! Kimse onun ukbâya açık pencerelerinde sır arayamayacak, Cennet yamaçlarını andıran ikliminde rûhânîlerin koşuştuklarını tahayyül edemeyecek!
Demek artık, Mescid-i Aksâ’ya ait bütün rüyâlar, bütün hülyâlar bitmiş.. çevresini aydınlatan ışıklar sönmüş, kubbesini aşıp göklere ulaşan tekbir, tehlîl ve temcîd sadâları susmuştu... Taşın da, ağacın da kulakları vardır derler. Dillerinin de olmasını ne kadar arzu ederdim! Evet; şu mübarek mabet dili olsaydı da, dün gördüklerini bugünkü çektiklerinin yanında ifâde edebilseydi! Belki o zaman, edenler ettiklerinden ürker, geri durur; belki vefâsız dostları da ürperir kendilerine gelirlerdi!
- tarihinde hazırlandı.