Vahdet-i Vücud Hakkında Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar
Kanaatimce bu konuda yapılması gerekli olan tek şey, varlığı nefy ve inkâra dayanan vahdet-i vücûdu, bir hâl, bir zevk işi olarak kabullenip, istiğrak, hâle mağlubiyet, duyulup hissedilen şeyleri ifadede kelime yetersizliği, beyan darlığı diyerek onları mazur görmek; "Bütün alem Allah'tır ve O'nun vücûdu bir vücûd-u âmmdır" mülâhazasıyla vahdet-i mevcûd şeklindeki bir mülâhazayı ise, felsefî düşüncenin bir uzantısı kabul ederek böyle bir anlayışa karşı koyarak Müslümanların zihinlerini sıyânet etmektir. Bu itibarla, çerçevesi korunamadığı takdirde, her zaman vahdet-i vücûdda bir kısım yanlış anlamalar söz konusu olabilir. İlm-i ledünne mazhariyetle eşya ve hâdiselerin gerçek kıymet-i harbiyelerini görüp, hissettikten sonra onlardan yüz çevirerek Hazreti Şahid-i Ezelî'ye yönelmeyi, işaretlerden ve işaretçilerden istiğnâ-i mukayyetle Hazreti "Vücûd"un nurlarına müstağrak olmayı ve böyle bir istiğrakla nefis ve benlik cihetiyle eriyip gitmeyi hatarsız tevhid saymamıza mukabil; felsefî ve nazarî bir kısım mülâhazalarla, bütün eşyaya ulûhiyet isnadını bir şirk, bir haddini bilmemezlik ve esmâsıyla mâlum, sıfatlarıyla muhât, ilim, kudret ve irade gibi evsâf-ı celilesiyle her şeyi kuşatmış Hazreti Hakk'ı -hâşâ- ta'til etme sayıyor ve imanımızın gereği ürperiyoruz.
Evet, nefsi, benliği dahil her şeyi Hazreti "Vücûd" adına fâni gören ve bekâsını Hakk bekâsında bilen ve "heme ezost" diyen bir "fenâ fillah" ve "bekâ billah" eri nerede?. Bütün eşya ile beraber kendini de ulûhiyetin mahall-i hulûlu veya O'nunla ittihad etmiş bir parçası gibi gören bencil, mağrur, hâl ve zevkten habersiz bir mütefelsif nerede?. Birinciler, Hakk'ın varlığı karşısında kendilerini deryada damla, güneşte zerre, eşya içinde hiç ender hiç kabul etmelerine karşılık, ikinciler, damlayı ayn-ı derya görmekte, zerreyi güneş kabul etmekte ve bütün kâinatları O'nun bir tezahürü saymaktadırlar. Birinciler temkin düşünceli, mehâbet eksenli ve hak hedeflidirler. İkinciler lâubâli, gayrı ciddî, hedefsiz ve gayesizdirler. Mizanü'l-İrfan sahibi birincileri şöyle resmeder:
"Müntehîler ehl-i temkindir bütün,
Onlar erbâb-ı kemâldir büsbütün.
Bunların ahvâline derler vücûd,
Etmez onları işgal bûd u nebûd (=var-yok)
Bu makamda kâl ile olmaz beyân,
Hâl ile anlar, olurlar müstebân.
Onlar ermişler fenâ-yı zâta çün,
Geçmiş onlar bu vücûddan büsbütün.
Çün vücûd-u Hak'ta bulmuşlar fenâ,
Vecd ü ahvâlden bütün gelmiş gınâ.
Görmemişler Hak'tan artık bir vücûd,
Kalblerinde bir hüdavendi vedûd.
Nisbet-i abdiyet kalmıştır hemân
Benzemez bu hâle hâl-i dîgerân.
Ehl-i nisbet işte bunlardır ahî,
Bundan artık söylemez kâtib dahî."
- tarihinde hazırlandı.