Telvin’den Temkin’e Geçiş
Hak yolcusu, bidâyet-i hâl itibarıyla, hâlin gereği, hep televvün edâlıdır; zira o, seyr-i sülûk-i ruhânîde, esmâdan müsemmâya, sıfattan mevsufa, hâlden makama, yolcular için uzun bir mesafe sayılan eb'âdı aşarken, sürekli farklı şeyler görür, farklı şeyler duyar, farklı şeyler hisseder; bu duyuş, bu görüş ve bu hissedişler, her zaman sâlikin benliğini tesir altına alacağından, onun tavırlarından hep televvün akar.. ve bu yolda olma hususiyeti, hakikat yolcusunun hedefe ulaşacağı "ân"a kadar devam eder. Gün gelip de "fenâfillah" ufkunda, "bekâbillah" hakikatı zuhur edince, telvin de yerini temkine bırakır ve televvün temekkünle becâyiş olur. Ve artık Mizanü'l-İrfan Sahibinin de dediği gibi:
Çün ere Maksûd'una merd-i Hüdâ,
"İrciî" remziyle eyler nidâ..
Kâbe-i maksûda bulunca vusûl,
Matlab-ı a'lâya erdikde yol;
İşte temkin-i tarikattir bu hâl!
Ekmel olmuş burda erbab-ı kemâl...
der ve itmi'nan soluklar.
- tarihinde hazırlandı.