Kur’ân-ı Kerîm’in Bütün İlimlerden Açıkça Bahsetmemesinin Sebepleri
1. Eğer Kur’ân-ı Kerîm, bütün ilimlerden açıkça bahsetmiş olsaydı, bu onun Allah Kelâmı olduğuna daha açık bir delil teşkil ederdi diye düşünülüyorsa, bu yanlıştır. Çünkü, her şeyden önce Kur’ân, modern ilimler kitabı olmadığı gibi, yukarıda temas ettiğimiz üzere takib ettiği esas mevzû da, dünya ve bilhassa Ahiret saadetini kazandıracak şekilde topyekûn insan hayatıdır. İlimlerin her zaman ve mekânda, her şart ve seviyedeki dünkü ve bugünkü insanın hayatında, bu hedef ve mevzû noktasından yeri nedir ki, Kur’ân, sayfalarını mufassalan onlara ayırsın? Ayrıca, ilimlerin tafsîli bahsi, Kur’ân gibi bir kitabın îcazına da ters düşerdi. Bunun içindir ki, Kur’ân-ı Kerîm’de Ma’rifet-i İlâhî, tevhid, nübüvvet, haşir ve ibadet gibi temel maksatlar çerçevesinde çok özlü ve îcazlı biçimde temas veya işaret ediliveren dünyanın yuvarlaklığı ve dönmesi, kutupların basıklığı, insanın yaratılışı ve ceninin anne karnında geçirdiği safhalar, atomlar ve parmak izleri, yağmurun teşekkülü, bulutların aşılanması ve ses ve görüntü nakli gibi pek çok ilmî ve teknik bahis, O’nun i’caz ve îcaz yönü kesintiye uğramadan ve yeterince yer almıştır. Bu yönüyle de O, ilâhî kelam olduğunu ilân ve isbat etmektedir.
2. İlimler, tıpkı insanlar gibi doğuş, bebeklik, emekleme, çocukluk, delikanlılık ve olgunluk devirlerini yaşarlar. Önce nazariyeler ortaya atılır; sonra da üzerlerinde yapılan deney, tecrübe ve gözlemlere dayalı çalışmalardan ve muhakeme ve mukayeselerden sonra bu nazariyeler, ya çürütülür ya da o zamanki bilgi ve gelişmeler çerçevesinde doğru kabul edilirler. Çok zaman bu doğru kabul ediş bile, belli bir zaman dilimiyle sınırlı kalmaya mahkûm olup, daha sonraki araştırma ve gelişmeler, o doğruları da yalanlar ve neticede ortaya yeni doğrular çıkar. Bu doğruların da zamanla yalanlandığı ve yerlerini yeni doğruların aldığı çok zaman vâkidir. -Gerçi, ‘çekim kanunu’ gibi değişmeyen kanunlar da vardır; fakat bunlar, sayıca çok az olup, ilimler devamlı gelişmekte ve ilmî doğrular, zamanla doğruluklarını kaybetmektedirler- Meselâ, bir zaman Newton fiziği, bir zaman da Einstein fiziği doğru kabul edilmiş, bir zaman ikisi de bir arada doğru gibi görülmüş, bugün ise Einstein fiziğinin de yanlışlar ihtiva ettiği ortaya çıkmıştır. Yarının neler getireceğini ise şimdilik bilemiyoruz. Aynı vakıa, kimyada da, biyolojide de, astronomide de bahis mevzûudur. Bu durumda Kur’ân-dan, ilimlerin hangi devrinden bahsetmesini isteyeceğiz?
3. "Herhangi bir asrın, diyelim ki 20 ’nci asrın insanına o asırdaki gelişmelerden bahsetseydi" denilecek olursa, o zaman da şu mes’eleler ortaya çıkacaktır:
a) Kur’ân, belli bir devrin değil, bütün zaman ve mekânların ve bütün insanlığın Kitabı’dır; hattâ, insanlarla beraber cinlerin de Kitabı’dır.
b) Sadece belli bir asrın insanını memnun etmek, Kur’ân’ın cihanşümullüğüne ve ana maksatlarına ters düşer.
c) İlimlerin bu asırda ulaştığı noktadan bahsedildiğinde, dünün insanı bundan ne anlayacaktır? Batı’da dünyanın döndüğünü söylemenin bile insanları zindanlara ve giyotinlere götürdüğü bir asırda bugünkü ilmî seviye ve gelişmelerle, teknik vâsıtalardan bahsetmek, o asır insanını inkâra, taaccübe ve çok yanlış değerlendirmelere sevketmek demek olmaz mı? Yalnızca bugüne hitap eden bir kitab, önceki asırlar için nasıl muğlâklık, müphemlik ve anlaşılmazlıktan kurtulabilir?
d) 21. ve 22’nci asırların yepyeni ilmî ve teknik gelişmeleri karşısında, o asırların insanları, Kur’ân’a ‘20’nci asrın modası geçmiş kitabı’ gözüyle bakmayacaklar mıdır?
e) Bugün doğru kabul edilen pek çok ilmî ‘faraziye’nin bir gün gelip de yanlış tarafları ortaya çıktığında Kur’ân, yanlışlar ihtiva eden bir kitap durumuna düşmüş olmaz mı? Yanlışlarla dolu bir kitabın İlâhî Kitab olduğunu kim kabul eder?
Kur’ân, bütün zaman ve mekânlara ve her seviye ve şarttaki bütün insanlara hitab etmektedir; dolayısıyla dili, üslûbu ve ele alıp ihtiva ettiği mes’ele ve mevzûlar da şüphesiz buna göre olacaktır.
4. Kitaplığınızdaki kaç kitabı okur veya bir kitabı kaç defa usanıp bıkmadan okuyabilirsiniz? Ayrıca, dünyada ilmin çeşitli sahalarında yazılmış kaç kitap vardır hiç düşündünüz mü? Kur’ân, ilimlerden mufassalan bahsetmiş olsaydı, acaba ortaya kaç kütüphaneyi dolduracak kadar kitap çıkar, çokları için sıkıcı gelecek bunca kitabı kim usanmadan okur ve bu kadar kitap, ya da bu kadar ciltlik bir kitap, insanlar için nasıl hidâyet ve dünya-ahiret saadeti kaynağı olabilirdi?
5. Kendisine akıl, idrak, düşünme, muhakeme, araştırma istek ve kabiliyeti, merak ve ihtiyaç duygusu gibi alabildiğine kompleks ve kullanılmak ve geliştirilmek isteyen nice meleke ve duygular verilen ve dünya hayatında imtihana tâbi tutulan insana ilimler adına herşey teferruatıyla takdim edilseydi, bu takdirde bunca istidat ve kabiliyetlerle donatılan bir insan oluşun ne hikmeti kalırdı? Sonra, aklın herşeyi kabul etme mecburiyetine düşmesi ve iradenin tercih hakkının da elinden alınmasıyla imtihanın, dolayısıyla dünya hayatının bir sebebi ve hikmeti olur muydu?
6. Her insan, ilimlerle ve ilmî inceliklerle meşgul olamaz; kaldı ki, buna lüzum da yoktur. Ayrıca, zekâ, kavrayış, tahsil durumu, bilgi ve kültür seviyesi ve içtimaî hayatın talebleri de böyle bir şeye mânidir. Sonra, ilimler, yalnızca ‘müsbet ilimler’den ibâret de değildir. Onlardan çok daha kıymetli ve insan hayatı için daha faydalı ilim şubeleri olduğu gibi, hangi şubesi olursa olsun, ilimle uğraşan insanların sayısı da azdır. Kur’ân ise, belli bir azınlığa değil, çocuklardan yaşlılara, erkeklerden kadınlara, çiftçiden esnafa, okumuştan okumamışa ve yüzde doksanlık bir nisbetle avama hitap eder. Bu durumda Kur’-ân’dan, ruhu, kalbi, aklı, kompleks duyguları, arzu ve istekleri, gayesi, dünya ve âhiret hayatı, çok çeşitli problemleri, kulluğu, çok yönlü münâsebetleri ve ihtiyaçlarıyla insanı bırakıp da, bir devirde ortaya çıkmış ve her zaman için değişmeğe mahkûm bir kısım ilmî meselelerden açıkça ve teferruatıyla bahsetmesini istemek, hem Kur’ân’ı tanımamış olmanın ifâdesidir; hem de insanı, insan hayatını ve kâinatı bilmemenin tezahürüdür. İlimlerin ne hakkı var ki, Kelâm-ı İlâhî olan Kur’ân’ın bütününde kendilerine yer verilsin?
- tarihinde hazırlandı.