Zekat ve Ramazan Ayı
Zekat ve Rahmet İlişkisi
Hem dünya hem de ukba adına, Allah'ın rahmetini celbedecek önemli hususlardan birisi de zekattır ve zekatın gerçekleştiği ortamda, insanların yanında diğer mahlukat bile İlâhî rahmetten istifade eder. Meselenin diğer bir yönü de, zekat verilmeyen toplumlarda şayet diğer canlılar olmasaydı, insanlar, İlâhî rahmetin tezahürü olan yağmurdan bile mahrum kalırlardı.
Zekat Rahmete Vesiledir
Zekat, kulu Allah'a yaklaştırmanın yanında, O'nun rahmetine de vesiledir. Zira, daha çok Allah'ın (cc) rahmetine nail olanlar, O'nun emirleri doğrultusunda hareket edenlerdir. Başkalarına merhamet edip ihtiyaçlarını gidermek ise, İlâhî rahmete karşı çıkarılmış en büyük davetiyedir. Allah Rasulü (sav): "Birbirlerine rahmet duygularıyla muâmele edenlere Rahmân da merhamet eder. (Öyleyse) siz, yeryüzündekilere merhamet edin ki ehl-i sema da size merhamet etsin" derken bu hakikati ifade etmektedir. Kur'ân-ı Kerim'de zekatın, Allah'ın rahmetini celbettiği meâlen şu ifadelerle anlatmaktadır:
"Rahmetim ise her şeyi kaplamıştır. Onu takva dâiresinde yaşayanlara, zekat verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım."
"Namazı kılın, zekatı verin, Rasul'e de itaat edin ki, merhamete mazhar olasınız."
Yoksulun elinden tutmak, maddî-manevî zayıf olanlara yardımda bulunmak, köleyi memnun etmek ve anne-babaya infak gibi maddeye dayalı fiillerin, Allah'ın rahmetine vesile olduğunu İnsanlığın İftihar Tablosu'ndan da öğreniyoruz:
"Şu dört özelliği kendisinde toplayana, Allah rahmetini neşreder ve onu cennetine koyar: Yoksulu koruyan, zayıfa yardım eden, köleye yumuşak davranan ve anne-babasına infak eden."
Aynı zamanda zekat, bela ve musibetlere karşı bir siper konumundadır ki, bu da Rahmet-i İlahî'nin tecellisidir. Zekat farizasının yerine getirilmediği durumlarda, Allah'ın rahmetinin de kesileceğini, yine Allah Rasulü (sav) bildirmektedir:
"Mallarının zekatını vermeyen topluluğa semadan rahmet kapıları kapanır, yağmurdan mahrum kalırlar. Şayet hayvanlar da olmasa, onlar yağmurdan nasip alamazlar."
Zekat Malı Bereketlendirir
Zekatı verilen mal zâhiren eksiliyor gibi görülse de, Allah'ın bereketine mazhariyetle devamlı artmaktadır. Zira bütün kevn ü mekân elinde olan Allah, malının zekatını veren insana malını artırma yollarını ilham etmektedir ki, bu hükmü aydınlatan pek çok müşahhas misal bulmak mümkündür.
Kalpler Allah'ın elindedir. O, istediği ve hikmeti iktiza ettiği zaman, kalpleri, emrini yerine getirip zekatını veren kimselere doğru yöneltir ve o insanın ticaretinde ciddi canlanmalar görülür. Bu Allah'ın, zekatı verilen mala bahşettiği bereketten başka birşey değildir.
Aynı zamanda bu mesele, sadece tecrübelerin ürünü olarak ortaya çıkmış bir hüküm de değil, Allah'ın va'di, Rasulü'nün müjdesi ve meleklerin de duâsının neticesidir.
Allah (cc) yüce beyanında meâlen: "İnsanların malları içinde, artması için verdiğiniz faiz, Allah katında artmaz. Fakat Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata gelince işte onu verenler, (sevap ve mallarını) kat kat artıranlardır" buyurmak suretiyle, mallarını artırma düşüncesiyle faize yatıranların gerçekte, maksatlarının aksiyle tokat yediklerini; Allah'ın rızası istikametinde tasaddukta bulunanların ise, daha fazlasıyla berekete nail olduklarını anlatmaktadır.
Bununla ilgili başka bir ayette de: "Allah, faizi mahveder. Sadakaları ise artırır" denilmektedir.
Bir başka ayette de: "De ki: "Rabbim kullarından dilediğine rızkı yayar (geniş rızık imkânı verir) (dilediğinin de) rızkını kısar. Allah için infak ettiğiniz her şeyin (mutlaka Allah) arkasını getirir. (Çünkü) O, rızık verenlerin en hayırlısıdır" te'minâtı vardır.
Zekat Malın Garantisidir
Allah Rasulü (sav) sadaka ve zekatın malı eksiltmediğini bilakis artmasına sebep olduğu üzerinde ısrarla durur: "Sadaka (zekat), maldan hiçbirşey noksanlaştırmaz."
Rasûlullah (sav)'ın bu ifadesinden, Allah'ın emtiaya bereket vermesi neticesinde, zâhirdeki noksanlaşmanın, bu bereketle izale edilmesi anlaşılabileceği gibi; getirdiği sevap cihetiyle, az fedakârlıkla çok sevap kazandırması da anlaşılabilir.
Zekatın hem Hakk'a hem de halka karşı bir te'minât unsuru olduğunu Muhbir-i Sadık olan Efendimiz'den (sav) öğrenmekteyiz:
"Mallarınızı zekatla koruyun, hastalarınızı sadaka ile tedavi edin, belalara karşı duâlarla hazırlıklı olun."
Yani fakirin eli ve dili zekatla başkalarına zarar veremez hale gelecek ve siz, başkaldırmaya müheyya bir sınıfın önünü, hem de daha onun aklına kötü duygular gelip taht kurmadan evvel izale etmiş; malınızı, sağlam kalelerin, yüksek surların koruması altına almış ve onu emniyete, güvene kavuşturmuş olacaksınız.
"İnfak et ki, infaka mazhar olasın" diyen Allah Rasulü (sav), sadakanın, Allah tarafından artırılacağını da şu ifadeleriyle anlatmaktadır: "En temizinden -ki Allah en temizini kabul eder- veren birisinin sadakasını Rahman olan Allah alır. Bu bir hurma bile olsa, Rahman'ın elinde öyle bereketlenir ki, Uhud'dan daha büyük olur. Aynen sizden biriniz, tayını veya deve yavrusunu besleyip büyüttüğü gibi, Allah da (cc) sizin sadakalarınızı öyle geliştirir."
Görüldüğü gibi zekatı verilen mal, Allah'ın teminatı altında ve Rasulü'nün müjdeleriyle, eksilme değil bilakis artma durumundadır: Zaten, yaşanmış ve yaşanmakta olan birçok hâdise de bunun açık delilidir.
İbadetlerdeki Hikmet
Bütün ibadetler, fıkhî deyimiyle, taabbudî alana girer ve vahye göre şekillenmiştir. Hanefi fûkahası, taabbudî olan ve illetlerinin akılla kavranması mümkün olmayan hususlarda kıyas bile yapılamayacağına kâildirler. Evet, ibadetler "taabbudî"dir; yani, onları Allah emrettiği için, O'nun istediği zamanda, O'nun gösterdiği şekilde ve O'nun rızasını kazanmak niyetiyle yaparsak ya da sırf Allah yasakladığı için bazı şeylerden sakınırsak, işte o zaman o amelimiz ibadet hükmüne geçer. Kur'an nasıl getirmiş, Peygamberimiz nasıl göstermişse aynen öyle koruyup uyguladığımız, onlarda değişikliklere, artırma ve eksiltmelere girmediğimiz, Peygamberimiz tarafından öğretilen şekline dokunmadığımız sürece ibadetlerimiz ibadet olarak kalır.
Tabii ki, bu ilahî emir ve yasakların pek çok hikmetleri ve menfaatleri de vardır. Fakat, sadece bu hikmet ve menfaatler gözetilerek yapılan, kulluk düşüncesiyle ve Allah'ın rızasını kazanma niyetiyle yapılmayan şeyler ibadet sayılmazlar ve insana sevap da kazandırmazlar. Çünkü o ibadetlerin teşrîi doğrudan vahye dayalıdır ve o bilinen hikmetler, bilinmeyenlere göre çok azdır. Namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerin emredilmesinde, içki ve kumar gibi kötülüklerin de nehyedilmesinde "illet" başkadır, "hikmetler" başkadır. Bunların yapılıp yapılmamasındaki asıl "illet" Allah'ın emretmesi veya nehyetmesidir.
Evet, ibadetlerde önemli olan Cenâb-ı Hakk'ın va'z ettiği formüllere uygun hareket etmektir. Yani, format Allah tarafından ortaya konmuş ise o bir kıymet ifade eder. Yoksa bir ibadetin şekil olarak, kendi mantığınıza göre daha mükemmelini, daha ağırını ve daha müşkilini ortaya koysanız da onun bir değeri yoktur. Aslında, yaptığımız ibadetler bizim almak istediğimiz şeylerin karşılığı olamaz; kulluk adına ortaya koyduğumuz niyet, gayret ve ameller talip olduğumuz Allah rızasına, Cennet ve cemalullah gibi nimetlere bedel sayılamaz. Beklediğimiz netice karşısında ortaya sürdüğümüz bedel çok küçük ve yetersiz kalır. Fakat beklentilerimizi bize lûtfedecek olan Allah'tır. Sahip olmak istediğimiz emtia, o mutluluk, o saray, o köşk, o villa..., her ne ise, onu satın alabilmemiz için vermek zorunda olduğumuz nakdi yaratan, o parayı basan da Allah'tır. Yani, darphane de ona aittir.
- tarihinde hazırlandı.