Peygamber Efendimiz’e sorulan sorular

Peygamber Efendimiz’e sorulan sorular

Soru: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine sorulan bazı sorular karşısında “bilmiyorum” derlerdi. Bunun hikmetini izah eder misiniz?

Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), sorulan sorulara karşı “bilmiyorum” şeklinde cevapları olmuştur ama vahiy menfî-müsbet her şeyi cevaplamıştır. Nebiler Serveri, sorulan sorulara cevap verirken bazen sorunun tam mukabili olarak, bazen de açıklayıcı başka kelimelerle cevap vermiştir. Mesela Cibril’in sorduğu kıyamet ile alâkalı bir soruya: مَا الْمَسْئُولُ عَنْهَا بِأَعْلَمَ مِنَ السَّائِلِ “Kendisine soru sorulan, soru sorandan daha fazla bir şey bilmiyor.” şeklinde cevap vermiştir.[1] Kur’ân, bir keresinde Efendimiz’e kıyametin sorulduğunu, O’nun da “Onu ancak Rabbim bilir.” dediğini kaydeder.[2] Mevzu ile alâkalı bir hadis-i şerifte de “Beş şey vardır ki onları Allah’tan başkası bilemez.” buyrulduktan sonra Lokman Sûresi’nin son âyetindeki malum beş bilinmeyen husus[3] ifade edilmişti.[4] Hadis şârihlerinin ifadesiyle, bu beş hususu Allah’tan başkası bütün özellik ve incelikleriyle bilemez.

Bir yerde de, Efendimiz’e, “Nebi ise her şeyi bilmeli, her şeyi göz önünde görüyor gibi konuşmalı.” demeleri üzerine O da: “Ben kendim için dahi Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim ve bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim.” buyurmuştu.[5] Binaenaleyh Efendimiz, doğrudan doğruya “bilmiyorum” demekten daha çok bu tür cevaplarla konuyu Allah’a (celle celâluhu) havale etmiştir. Binaenaleyh bu tür cevaplar, Aleyhissalâtü vesselâm’ın, “Gaybı sadece Allah bilir.”[6] hakikatine karşı o engin edebinin ifadesiydi.

Diğer taraftan Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem), peygamber olduğu için bizim gibi ulu orta konuşmayacağının bilinmesi gerekir. Çünkü O’nun her sözü, hayatı düzenleyici, hayata nizam getirici ve insanlara emniyet telkin edici, kendi sıdk ve emanetini aksettirici mahiyetteydi. O, en küçük bir sözü söylerken dahi, o kadar hassasiyet ve titizlikle söylerdi ki, belki melekler bile çok defa O’nun sözlerine hayranlık ifade ederlerdi. Yerde cinler ve insanlar O’nun sözüne göre hizaya girerken bütün küfür dünyası da O’nun bir kısım sözleriyle ne diyeceklerini bilemez hâle geliyorlardı. Binaenaleyh, Allah bu ısmarlama Zât’ın her söz ve davranışını mevârid-i sübhâniyesiyle belirliyor ve kontrol altına alıyordu. O’nun ifade ve hareketlerinde herhangi bir aşırılık ve yanlışlık olmamakla beraber O’ndan, kendisini mahçup edebilecek herhangi bir kelime asla sâdır olmamıştı. Bu bakımdan O, sorulan sorulara ulu orta cevap vermezdi/verdirilmezdi. Hatta bu tabiri, O’nun hakkında medhederken dahi kullanmak doğru değildir. Evet, O tamamen bir sıdk ve ciddiyet âbidesiydi. Davranışlarında, oturuşunda, kalkışında öyle örnek bir insandı ki, Kur’ân O’nu örnek olarak ele almayı, O’na uymayı emir ve tavsiye buyurmaktadır.[7]

“Ziyarete gücü yeten herkese Beytullah’ı ziyaret etmek, Allah’ın onun üzerindeki hakkıdır.”[8] âyeti indiğinde, ashabtan birisi: “Yâ Resûlallah! Her yıl mı hacca gideceğiz?” şeklinde bir soru sormuştu. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), hac ömürde bir kere farz olsa da, gücü yeten herkesin nafile olarak hacca gitmesini, orada diğer mü’min kardeşleriyle beraber kaynaşmasını istiyordu. Bu sebeple Allah Resûlü susmayı tercih etmişti. Fakat “Her yıl mı?” şeklindeki ısrarlı sorulara mukabil hoşnutsuz bir şekilde: “Hac, ömürde bir keredir.” cevabını vermişti. Bu olay üzerine de şu âyet inmişti: “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde hoşunuza gitmeyecek şeyleri O’na sormayın!”[9] Allah Resûlü’nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) kendisine sorulan bu soru karşısında ihtimal, hac ömürde bir kere farz olmakla beraber, isteyen ve gücü yetenin daha fazla hac yapması şeklinde bir mülâhazası vardı. Israrlı sorular karşısında da, “Eğer ben ‘evet’ deseydim her yıl hacca gitmeniz zorunlu olurdu ve siz, bunun altından kalkamazdınız.” buyurmuşlardı. Bunların ardından da, lüzumsuz soru sormanın mahzurlarına dikkat çekerek şunları söylemişlerdi: “Ben sizi kendi hâlinize bıraktıkça siz de beni bırakınız. Zira sizden öncekileri, suallerinin çokluğu ve peygamberleri üzerindeki ihtilafları helâk etmiştir. Öyle ise sizi bir şeyden nehiy mi ettim, (niçin ve neden diye sormaya kalkmadan) ondan kaçının. Bir şey emrettiğimde de onu elinizden geldiğince yapmaya çalışın, (neticede sizi zora koşan sorular sormayın).”[10]

Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir keresinde de minberde ashaba vaaz u nasihat ederken bir ara: “Bugün bana her istediğinizi sorun!” buyurdu. Herkes soruyor, O da cevap veriyordu. O esnada bir genç ayağa kalkarak: “Benim babam kimdir yâ Resûlallah?” diye bir soru sordu. Herhâlde, az da olsa babası hakkında dedikodu vardı ki, bu tür bir soru sormuştu. Böyle bir yaygara ise genci tedirgin ediyordu. O gün bir fırsat bulmuş ve gayba gözleri her zaman açık Allah Resûlü’ne babasının kim olduğunu sormuştu. Efendimiz, “Senin baban Hüzâfe’dir.” deyince de genç, artık rahatlamıştı; zira aldığı cevap onu memnun etmişti. Artık bundan sonra o da bir babaya nispet edilecek ve kendisine Abdullah İbn Huzâfetü’s-Sehmî denilecekti.

İşte böyle herkesin bir şeyler sorduğu esnada Allah Resûlü’nün o anki ruh hâletini çok iyi kavrayan Hazreti Ömer (radıyallahu anh) birden ayağa fırlayarak, “Biz, Rab olarak Allah’tan, din olarak İslâm’dan ve peygamber olarak da Hazreti Muhammed’den (sallallâhu aleyhi ve sellem) razıyız.” demiş, Efendimiz’i soru yağmurundan kurtarmıştı.[11]

İşte bazen Efendimiz’in kendisine sorulan sorulara böyle cevap verdiği de olurdu. Diyebiliriz ki, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) değişik zamanlarda pek çok soru sorulmuştu. Ashab tarafından da, yeni Müslüman olmuş kimseler tarafından da O’na bu kabîl sorular hep soruluyordu. Daha sonraları edebi de yine Efendimiz’den ve Kur’ân’dan öğrenmeleri sayesinde kendilerinden asla edep dışı bir davranış sâdır olmamıştı.

Ashabın içinde istifham meydana getiren pek çok mevzu oluyordu ve Kur’ân, peyderpey nâzil olan âyetleriyle o istifhamların hepsine cevap veriyordu. Mesela, iman hakikatlerinin perçinleştirildiği Mekke dönemini müteakip, Müslümanların mücadele ruhunun geliştirilmesinin esas alındığı Medine’nin ilk dönemlerinde, ileride tesis edilecek site İslâm devletine ve aileye müteallik veya bizim bugün merak ettiğimiz hakâik-i kâinata dair bir kısım meseleler adına öğrenmek için pek çok hususun sorulduğu da oluyordu. Daha sonra kısa kısa dahi olsa, çapına göre ve mevsimi gelince bu hususların hepsine cevap veriliyordu. Kur’ân’da bir düzineden fazla يَسْأَلُونَكَ “Sen’den soruyorlar ey Nebi!” ifadeleri vardır ki bunlar hep Efendimiz’e sorulan hususları anlatmaktadır. Kur’ân’da on üç âyette, on beş defa[12] يَسْأَلُونَكَ iki âyette de[13] يَسْأَلُكَ şeklinde Efendimiz’e sorulan sorular bildirilmiştir. Mesela bunlardan bazıları: “Yetimleri sana soruyorlar.”,[14] “Sana enfâlden (harplerde alınan ganimetler) soruyorlar.”,[15] “Sana kıyameti soruyorlar”,[16] “Allah yolunda neyi infak edeceklerini sana soruyorlar.”,[17] “Sana Zülkarneyn’i soruyorlar.”[18] Bütün bu soruların çoğuna cevap verilmiştir. Ama kıyametin ne zaman kopacağı sorulduğunda, onunla alâkalı malumatın sadece Allah’a ait olduğu vurgulanmıştı.[19]

Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) sorulan suallerin bir kısmı da Yahudilerin, Nebiler Serveri’ni ilzam etmeye matuf sordukları sorulardan oluşuyordu. Kur’ân, sorulan bu çeşit sorularda maslahat olanlarının bir kısmına cevap veriyordu ama bir kısım sorular da vardı ki sadece ilzam maksadıyla sorulmuşlardı ve bir mârifet ifade etmiyorlardı/etmekten de uzaktı. Kur’ân onların sordukları sorulara cevap olarak kendileri için öğrenilmesi gerekli olan şeyleri söylüyordu. Mesela, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) hilâllerin niye önce küçük olduğunu, sonra büyüyüp kalınlaştığını, sonra tekrar hilâl olup yeniden büyümeye başladığını sorduklarında Kur’ân, bu hususun onları alâkadar eden bir mesele olmadığını bildiren bir cevap veriyordu. Evet, Kur’ân bu soruya cevap olarak Ay’ın menzillerinden, dünyanın etrafında dönmesinden değil de hilâlin insanlara vakitleri bildirmesinden bahsederek hakîm bir cevap veriyordu.[20]

Cevap böyle değil de Allah’ın birliğine delil olarak anlatılan bir şekilde verilseydi, delil müddeâdan daha karanlık bir hâl kesbedecekti. Biz zaten bu meseleyi astronominin adesesiyle görebilmekteyiz. Onun için Kur’ân onların sualine onların istedikleri gibi cevap vermedi. “O, insanlara vakitlerini bildirmek içindir, Ramazan’ı, bayramı, zekât ve hac mevsimini, kadınlar için özel olan hâlleri tespit etmek, bir nev’i takvimcilik içindir.” diyerek cevap veriyordu. Hâlbuki, bu soruyu soranların maksadı bu değildi, onlar, hilâlin teşekkül ve erime keyfiyetini soruyorlardı. Ama Kur’ân-ı Kerim, o gün onu onlara anlatsa da onların onu anlayacak hâlleri yoktu. Sonradan ilme dair verdiği malumatlar o devrin insanının istifade edeceği hususlar olduğu gibi günümüzün insanının ve belki gelecekteki insanın da istifade edeceği esneklik içinde mütalâa edilmişti.

[1] Buhârî, iman 37; Müslim, iman 1.
[2] A’râf sûresi, 7/187.
[3] Bkz.: Lokman sûresi, 31/34.
[4] Buhârî, tefsiru sûre (31), tevhîd 4; Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 2/24, 52, 58, 122.
[5] A’râf sûresi, 7/188.
[6] En’âm sûresi, 6/59; Cin sûresi, 72/26.
[7] Bkz.: Ahzâb sûresi, 33/21.
[8] Âl-i İmrân sûresi, 3/97.
[9] Mâide sûresi, 5/101.
[10] Müslim, hac 412; Nesâî, menâsik 1.
[11] Buhârî, ilim 28, 29; mevâkît 11; tefsir 5,12; fiten 15; i’tisam 3; Müslim, fezâil 134-138.
[12] Bakara sûresi, 2/189, 215, 217, 219, 220; Mâide sûresi, 5/4; A’râf sûresi, 7/187; Enfâl sûresi, 8/1; İsrâ sûresi, 17/85; Kehf sûresi, 18/83, Tâhâ sûresi, 20/105; Nâziât sûresi, 79/42.
[13] Nisâ sûresi, 4/153; Ahzâb sûresi, 33/63.
[14] Bakara sûresi, 2/220.
[15] Enfâl sûresi, 8/1.
[16] A’râf sûresi, 7/187; Nâziât sûresi, 79/42.
[17] Bakara sûresi, 2/215.
[18] Kehf sûresi, 18/83.
[19] Bkz.: A’râf sûresi, 7/187.
[20] Bakara sûresi, 2/189.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.