Bakara, 2/25
وَبَشِّرِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا اْلأَنْهَارُ كُلَّمَا رُزِقُوا مِنْهَا مِنْ ثَمَرَةٍ رِزْقاً قَالُوا هٰذَا الَّذ۪ي رُزِقْنَا مِنْ قَبْلُ وَأُتُوا بِهِ مُتَشَابِهاً وَلَهُمْ ف۪يهَا أَزْوَاجٌ مُطَهَّرَةٌ وَهُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ
"O Cennetlerdeki bir meyveden kendilerine rızık olarak yedirildikçe: 'Bundan önce rızık olarak verilenlerden bu.' derler. Bu rızıklar onlara (bazı yönlerden dünyadakilerine) benzer olarak verilmiştir. Orada onların tertemiz eşleri de olacak ve onlar orada devamlı kalacaklardır." (Bakara sûresi, 2/25)
Âyet-i kerimedeki وَأُوتُوا بِهِ مُتَشَابِهًا"Bunların benzerleri verildi." kaydı, nimetler, lütuflar ve mazhariyetler açısından benzerliği vurguluyor ki, Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşımı ile, benzetilen nimetler bu dünyadaki lütuflar da olabilir, ahiretteki lütuflar da. Meselâ insan burada "Elhamdülillah" der, orada onu bir Cennet meyvesi şeklinde bulur. Yani buradaki her bir tekbir, tehlil ve tesbih, tıpkı toprağa atılan bir tohum gibi, ahirette değişik Cennet nimetlerini netice verir. Yalnız burada bir husus var ki, o da bizim bu iki şey arasındaki münasebeti tam anlayamayışımızdır. Aslında biz, her şeyi sebepler dairesi içinde mütalâa ettiğimizden, tahlil ve terkiplerimizde belli ölçüde sebeplerin tesirinde kalmaktan kurtulamıyoruz. Hâlbuki, bu sebepler dünyasında öyle şeyler cereyan ediyor ki bunlar, âyetin bahsettiği hakikati âdeta gözlerimize sokacak şekilde. Meselâ bizim buğday ektiğimiz tarladan arpa biçtiğimiz hiç olmamıştır. Oysaki bu ikisi neredeyse aynı cinsten sayılır. Elma ağacından armut devşirdiğimiz de görülmemiştir.. keza üzüm bağlarından incir topladığımız da.. Efendimiz'e (sallallâhu aleyhi ve sellem) vahiy geliyordu, O, Cibril'in ne dediğini tam anlarken, etrafındakiler arı vızıltısı gibi bir şey bile duymuyorlardı. Veya Cenâb-ı Hakk'ın gecenin üçte birinden sonra, sema-i dünyaya nüzul etmesi.. ve daha yüzlerce hususu, sebepler çerçevesinde ve tenasüb-ü illiyet prensiplerine göre anladığımızı söyleyebilir miyiz?
Evet, İmam Gazzâlî'nin deyimiyle bizler sahip olduğumuz "akl-ı meâş"la ukbâ buudlu bu şeyleri dünyada çok iyi anlayamıyoruz. Fakat ahirette "akl-ı meâd"la donatılacağımız ve her şey metafizik kanunlar çerçevesinde cereyan edeceğinden, işte o zaman "Sübhanallah" deme ile Cennet meyvesi yeme arasındaki münasebeti kavrayacak ve oradaki mükâfatlarla buradaki amelin nasıl bir sebep-sonuç alâkasıyla irtibatlı olduğunu apaçık göreceğiz.[1]
Evet, o âlemde artık fiziğin kanunları geçerli değildir. Meselâ, Efendimiz'in beyanlarına göre, namazımız kabirde bizim enîs ü celîsimiz, yoldaşımız, arkadaşımız olacaktır.[2] Keza bir kişi Cennet'in sekiz ayrı kapısından girebilecek,[3] Kur'ân temessül edip onu okuyanlara şefaatte bulunacaktır.
Gelelim âyete; Fahreddin Râzî'nin ifadesine göre Kur'ân‑ı Kerim'de bu misaller, meselelerin akılla daha iyi kavranabilmesi için verilmektedir.[4] İstib'ad edecek bir şey yoktur. İşin asıl mahiyetine gelince, o gerçek çizgileriyle ahirette zuhur edecektir; edecek ve amel-i salih işleyen mü'minler, Cennet meyve ve nimetlerinden her rızıklanışlarında, "Bu, dünyada veya az önce Cennet'te lütfedilen şeylerdendir." diyecekler.
Evet her nimet, ya bir amelin sevabı ve o sevabın temessülü veya oradaki sermedî lütuflar, amel, tohum ve çekirdeklerinin başak ve sünbül vermeleridir. Bu itibarla da ikisi birbirine bir iç benzeyişle müteşabihtirler. Cennet buudları itibarıyla ise, aralarında dünya kadar fark vardır; zira, biri hikmetin tohumu, diğeri kudretin meyvesidir. Biri sermedî televvünlü ve dupduru, diğeri gelip geçici ve küdûretli. Biri zevk-i mânevî derinlikli, diğeri cismanî haz buudludur. Biri "ayne'l-yakîn" seviyesinde bir ihsan, diğeri "hakka'l-yakîn" zirvesinde bir lütf-u Rahmân'dır.
[1] Bkz.: Tirmizî, daavât 59; İbn Mâce, edep 56.
[2] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/352; 4/287, 295.
[3] Bkz.: Buhârî, bed'ü'l-halk 9; Müslim, iman 46; Ebû Davud, taharet 65; Tirmizî, taharet 41.
[4] Râzî, Mefâtîhu'l-gayb, 2/72.
- tarihinde hazırlandı.