Haşir, 59/10
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْإ۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
"Rabbimiz, bizi ve bizden önceki mü'min kardeşlerimizi yarlığa ve iman edenlere karşı kalblerimizde hiçbir kin bırakma." (Haşir sûresi, 59/10)
Evvelâ şunu çok iyi tespit etmek gerekir ki; kalbten gıll ü gışşın çıkartılmasının asıl yeri ahirettir, Cennet'tir. Eğer, insanın imtihan edilmesinde birer esas olan bu duygular daha dünyada iken insanın içinden çıkartılsaydı, o, fıtrat itibarıyla bir melek olurdu. Hâlbuki Cenâb-ı Hak, bu dünyada insanı hem iyiye hem de kötüye açık bir mahiyette yaratmıştır. Bu itibarla farz-ı muhal dünyada insanın kalbinden gıll ü gış gibi duygular çıkartılacak olsa dahi, onun mahiyetindeki bu duygular, tıpkı tırnağın ve kılların yeniden çıkması gibi, bir gün yeniden ortaya çıkacaklardır. Bu sebeple âyet-i kerime, إِنْزِعْ "sök, at, çıkar" mânâlarına gelen fiil-i emr sigası yerine, fâil-i hakikî olan Allah'a yönelerek: "Rabbimiz, iman edenlere karşı kalblerimizde hiçbir kin bırakma!" diyor. Öyleyse bu çerçevede insana düşen fiilî ve kavlî dua yaparak kalbine yerleşmiş bulunan ve birer mânevî diken sayılan bu duyguları söküp atmaya çalışmaktır. Herhâlde bu sayede o, fena duygulardan arınıp Cennet'e ehil hâle gelecek ve Cenâb-ı Hak da onu rıdvanına mazhar edecektir.
Ayrıca bu âyet-i kerimede, biraz da selef-i salihîne karşı bakış açımızı gözden geçirme adına sanki bir mesaj verilmektedir. Yani tâbiînin sahabeyi, tebe-i tâbiînin tâbiîni kabullenmesi gibi, geçmişte dinî hayatımız, duygu ve düşüncemiz, akidemiz; hatta tefsir, kelâm, fıkıh anlayışımız adına bizlere büyük bir miras bırakmış o aksiyon, o kelâm ve kalem erbabına saygılı davranmaya davet etmektedir.
Burada anlatılmak istenen bir diğer husus da, zannediyorum, herkesin hislerinin inkişafı ölçüsünde zevk alıp elem duymasının nazara verilmesi olsa gerek. Meselâ, hassas bir insanın, sezme duygusu iyi inkişaf etmişse, karşısındakinin bakışından ayrı, oturuş ve kalkışından ayrı mânâlar çıkartır ki bu da onun için bazen ayn-ı azap, tabiî bazen de ayn-ı rahmet olacaktır. Bu noktadan hareketle denebilir ki, insanın Cennet'ten alacağı zevk ve lezzetin sınırı, dünyada iken ona ait hislerinin inkişafı ölçüsünde olacaktır. Kim bilir belki de hisleri inkişaf etmeyen kimseler, Cennet'e girdiklerinde: "Keşke Cennet'e girmeden daha bir inkişaf etseydim." temennisinde bulunacak veya "Allah'ım, beni dünyaya geri gönder de hislerimi inkişaf adına seyr-i ruhanîmi tamamlayayım." diyeceklerdir... Bu açıdan denebilir ki, insanın Cennet'te tam lezzet alabilmesi için onun kalbinden kin-haset vb. gibi duygularının çıkarılması çok önemlidir. Bu âyete bir de bu açıdan bakmak icap edecek.
Aslında إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ إِخْوَةٌ "Mü'minler başka değil kardeştirler."[1] fehvâsı, اَلْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاءُ بَعْضٍ "Mü'min ve mü'minat biribirlerinin dostu ve yardımcılarıdır."[2] misdakınca aralarındaki iman bağının ve İslâmî irtibatın gereği onların birbirlerini sevmelerini ve hususiyle seleflerine saygılı olmalarını; hatta muhtemel bir kısım kusurları söz konusu ise, onları da görmezlikten gelerek gelmiş-geçmiş o insanlar için dua dua yalvarmalı ve kat'iyen o zatlara karşı kin, adavet ve düşmanlık duymamalıdırlar. Hz. Muhammed'e intisap iddiasında bulunanlar
وَتَعَاوَنُوا عَلٰى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰى وَلاَ تَعَاوَنُوا عَلٰى اْلإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ
"Sizler iyilik etme ve fenalıklardan sakınma konusunda biribirinizle yardımlaşın; (sakın) günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinize destek olmayın."[3] mantukunca hep iyilik düşünmeli, iyilik konuşmalı ve iyilikle oturup kalkmalıdırlar.
Şimdilerde böyle bir mülâhaza ve ruh hâletine ne kadar ihtiyacımız var.
رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا وَلِإِخْوَانِنَا الَّذ۪ينَ سَبَقُونَا بِالْإ۪يمَانِ وَلَا تَجْعَلْ ف۪ي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَ رَؤُوفٌ رَح۪يمٌ. اٰم۪ين
[1] Hucurat sûresi, 49/10
[2] Tevbe sûresi, 9/71
[3] Mâide sûresi, 5/2
- tarihinde hazırlandı.