Hûd, 11/70-71
فَلَمَّا رَأٰى أَيْدِيَهُمْ لاَ تَصِلُ إِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةً قَالُوا لاَ تَخَفْ إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلٰى قَوْمِ لُوطٍ * وَامْرَأَتُهُ قَآئِمَةٌ فَضَحِكَتْ فَبَشَّرْنَاهَا بِإِسْحَاقَ وَمِنْ وَرَاءِ إِسْحَاقَ يَعْقُوبَ
"Ellerinin yemeğe uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içine bir korku düştü. Dediler ki: 'Korkma! (biz melekleriz). Lut kavmine gönderildik.' O esnada hanımı ayakta idi ve (bu sözleri duyunca) güldü. Biz de ona İshak'ı, İshak'ın ardından da Yakub'u müjdeledik..." (Hûd sûresi, 11/70-71)
O dönemin törelerine göre misafir, misafir olduğu evde kendine ikram edilen yemekten yemeyince, ziyaret sebebinin hayırlı olmadığı düşünülürdü.. ve aslında bu elçilerin getirdikleri mesaj da, hele Hz. İbrahim gibi "Evvâh" ve "Halîm" olan birisi için oldukça garip ve bir o kadar da ürperticiydi. Gerçi elçi olarak gelenler melekti ve onlar için de, bizim anladığımız mânâda yeme-içme söz konusu değildi ama Hz. İbrahim'e, ilk mesajı tabiatlarının o dalga boyuyla arz etmeleri, halîm ve evvâh bir sineye meseleyi yumuşata yumuşata sunma üslûbuyla izah edilebilir ki; karşılıklı selâmla başlamış bir mülâkatın siyakı olarak da fevkalâde uygun düşmektedir.
Peygamberin, aldığı bazı sinyallerle korkulu dakikalar yaşaması, nübüvvet firasetinin tevil-i ehâdisle vardığı bir neticedir ki, onun idrak ve mârifet ufkuna göre, içinde bulunduğu atmosferde bazı garip olaylar cereyan edeceğini sezmiş, korku-üstü ve mehâbet televvünlü bir mehâfetle ürpermiştir. Az sonra sadme-i ûlânın şoku atlatılacak; his ve heyecanın yerini peygamber mantığı alacak; o da hilm ü silmini bir kere de sözle ifade edecektir ama, mebdede duyulup yaşananlar bunlardır.
Bu muhaverede Hz. Sâre Validemiz'in ayakta olması ile alâkalı şu hususlar söylenebilir:
1) O, yemek esnasında misafirlere bizzat hizmet ettiği için ayaktadır. Veya hizmetçileri olsa bile misafirlerine tazimen ayakta bulunmayı tercih etmiştir.
2) Misafirlerin davranışlarındaki gariplik onu da tedirginliğe sevk ettiğinden ayakta tetikte bekliyor gibi bir hâl içindedir. Bu tedirginlik ya meleklerin müjdesi veya kendinde sezebildiği değişikliğin ortaya çıkacağı âna kadar da devam eder.
3) Hz. Meryem, ruhu veya Cebrail'i (aleyhisselâm) görünce hamile kaldığı gibi, ihtimal, Hz. Sâre de bu melekleri görünce mucize kabîlinden hamile kalmış ve bunu hissedince de biraz önceki telaşın yerini tebessümle ruhtan fışkıran bir hayret almıştı.
4) En kuvvetli ihtimal, Hz. Sâre âyise idi. Yani hayızdan kesilmiş yaşlı bir kadındı. Âdet görmeyen bir kadının çocuğu olması ise, sebepler dairesinde mümkün değildi. İşte tam o arada kan gelerek, hayız görmeye başlamış olabilir ki, bunun anlaşılması da daha çok ayakta iken olabilir. İşte Hz. Sâre bunu hissedince güldü ve arkasından da kendisine İshak müjdelenerek, bişaretin hakkaniyeti ile bişaret aynı anda tezahür ediverdi. Arapça'da ضَحِكَتِ الْمَرْأَةُ sözünün kadın hayız oldu mânâsına gelmesi de bu mülâhazayı destekliyor gibidir.[1] Her şeyin en doğrusunu Allah bilir.
[1] Bkz.: İbn Manzur, Lisanü'l-arab, d-h-k maddesi
- tarihinde hazırlandı.