Ra'd, 13/31
وَلَوْ أَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ أَوْ قُطِّعَتْ بِهِ اْلأَرْضُ أَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰى بَلْ لِلّٰهِ اْلأَمْرُ جَم۪يعاً
"Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı, yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o kitap yine bu Kur'ân olacaktı.) Fakat bütün işler Allah'a aittir." (Ra'd sûresi, 13/31)
1) Mealde de belirtildiği gibi, dağların yürütülmesi, yerin parçalanması, ölülerin konuşması bir kitap ile olacak olsaydı, bu, Tevrat, Zebur veya İncil değil, muhakkak Kur'ân olurdu diyerek, Allah (celle celâluhu) dikkat nazarlarını Kur'ân'a tevcih buyuruyor.
2) Eğer bu meseleler tahakkuk etseydi, mucize olacaktı. Kavimlerinin iman etmeleri için peygamberler bunları istese bile, olmadığına göre, dava-yı nübüvveti tasdik için olan mucizeler de, demek ki Allah'ın meşîet ve iznine tâbi...
3) Kur'ân'ın بَلْ لِلّٰهِ الْأَمْرُ جَم۪يعاً "Bütün işler Allah'a aittir." âyetinde, düşüncedeki inhirafa dikkatler çekilerek, neyin kimlerden ve nereden istenmesi gerektiği ihtar edilip, maddî-mânevî bütün kuvvet ve tesirin O'nun elinde olduğu, dilediğinde bütün bunları yapabileceği; hatta harikulâde şeyler olmadan dahi, kalblerin imana açılması, onların itminana ulaştırılması.. hepsi O'na aittir ve asla zorluk da söz konusu değildir. O isterse, arzı paramparça eder, dağları yürütür, nice bin seneden beri çürümüş canları konuşturur; haddizatında bunların hiçbiri Kur'ân'ın, Allah'ın dilediği gönüllerde bıraktığı tesir ölçüsünde kalıcı bir tesir icra etmezler. Bu açıdan sizin gözünüzde büyüttüğünüz o şeyler, Kur'ân'ın meydana getirdiği âlemşümul inkılâbın yanında çok önemsiz kalırlar. Eğer tahayyül ve tasavvurlarınıza göre çok büyük gördüğünüz bu harikulâde hâdiseler için bir sebep düşünülecekse, umumî ve köklü tesirleri açısından o Kur'ân olmalıdır. Ama Hak dileyince, dağlar gibi en sağlam cisimleri sağa sola fırlatacak, yeri paramparça edip savuracak, ölüme hayat soluklatacak ve ölüleri kendi hesabına birer enstrüman gibi konuşturacak bu Kur'ân'ın iniş sebebi bunlar değildir. Onun hikmet-i tenzili -Allah'ın izniyle- mevcut insanlardan yeni bir insan tipi inşa etmek; kimsenin nüfuz edemediği kalblere girerek insanlar üzerinde iman gücünün hâkimiyetini sağlamak; fâni insana bekâ yollarını göstererek onu bütün beklentilerine ulaştıracağı sözünü vermek ve hatta, daha öbür âleme gitmeden insana vicdanının menfeziyle ebediyeti ve ebedî saadeti temâşâ ettirmek gibi şeylerdir. Asıl mârifet de onun hikmet-i tenzili sayılan bu gibi hususlara karşı açık hâle gelmektir. Evet dağlar sağa sola savrulsa, yer parçalanıp didik didik olsa, mezarlardaki kemikler dile gelip konuşsa, bunların gelip geçici o muvakkat tesirleri, Kur'ân'ın insanlar üzerindeki kalıcı ve ebedî tesirinin yanında çok sönük kalır.
لَوْ أَنْزَلْنَا هٰذَا الْقُرْاٰنَ عَلٰى جَبَلٍ لَرَأَيْتَهُ خَاشِعًا مُتَصَدِّعًا مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ
"Eğer Biz bu Kur'ân'ı bir dağın tepesine indirseydik onun, Allah'a tazimi sebebiyle başını eğip parçalandığını görürdün." (Haşir sûresi, 59/21)
- tarihinde hazırlandı.