Mâide, 5/97
جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَاماً لِلنَّاسِ
"Allah, Kâbe'yi (Beytü'l-Haram'ı) insanlar için (ona tutunup kalkındıkları) bir (mahall-i kıyam ve mesned-i) kıyam kıldı." (Mâide sûresi, 5/97)
Bu âyet-i kerime değişik açılardan değerlendirilebilir:
1- Kâbe, yeryüzünün kalbi durumundadır. O, arzın merkezinden "Sidretü'l-Müntehâ"ya kadar ins-cin ve meleğin her zaman çevresinde dönüp durduğu öyle nurdan bir sütundur ki, her an, görünen görünmeyen milyarlarca temiz ruh, onun harîmine ulaşmak için, ciddî bir vuslat arzusuyla can atıp durmaktadır. İşte sadece bu yönüyle Kâbe'ye, yeryüzünde Sidre'nin iz düşümü dense yeridir. Sanki Cenâb-ı Hak, umum insanlara ve hususiyle de peygamberlere bakarken, bu ikiliği bizler için gez-göz-arpacık gibi kullanmakta ve değerlendirmelerini ona göre yapmaktadır. Bu bakımdan çok rahatlıkla diyebiliriz ki, Kâbe'nin durumu âdeta bir ölçü birimidir ve dünyanın varlığı dahil pek çok şey mevcudiyetini onun varlığına göre programlamış gibidir.. evet Kâbe olmasa, onların da bir anlamı kalmayacaktır. Nitekim birçok peygamber sözünde, Kâbe'nin yıkılması, bu hususa işareti de ihtiva eder şekilde kıyamet alâmeti olarak anlatılmıştır.[1] Bunun mânâsı şudur: "Kâbe'nin yıkılması, yeryüzünün gök ile olan irtibatının kesilmesi demektir. Gökten kopuk bir dünyanın mevcudiyetinin ise hiçbir anlamı yoktur. Evet mademki dünya, onu varlığının gayesine ulaştıracak hedef ölçüsünde bir vesilesini yitirmiştir. Öyleyse o dünya, varlık sahnesinden de silinmelidir...
Görüldüğü gibi Kâbe, bu hüviyetiyle yeryüzünün ayakta kalabilmesinin tek rüknüdür ve o, melekûtî yanıyla hep bu misyonu eda etmektedir. Demek ki, eğer bir gün Kâbe, varlık gayesini yitirirse, gidip aslına avdet edecektir. Bu gerçeği teyit eden bir müşâhedeyi bilhassa arz etmek istiyorum. Müşâhede, İmam Rabbânî müntesiplerinden bir kutba aittir. O zat şöyle diyor: "Kâbe'yi tavaf ediyordum. Birden Kâbe'nin göğe doğru yükseldiğini müşâhede ettim. Bir taraftan yükseliyor, diğer taraftan da insanların lâyıkıyla kulluk yapmamalarından şikâyetini dile getiriyordu. Eteklerinden tutup yalvardım ve geri dönmesi için istirhamda bulundum..."
Ruhu ve sırrıyla gitmeyip yerinde kaldı mı, kalmadı mı?.. o ölçüde bir müşahid olmadan bir şey söylemek çok zor...
Günümüzdeki durumun da ondan daha farklı olacağı kanaatinde değilim. Ancak Allah'ın lütfunun enginliğine güveniyoruz. Kim bilir, belki de, inanan insanların yürekler acısı hâli, öyle bir saygısızlığa maruz kalan Kâbe intizarından kaynaklanmaktadır..!
2- İnsan, İslâmiyet'i ferdî olarak yaşayabilir ve şahsına ait mükellefiyetleri bakımından bunda muvaffak da olabilir, ancak, umumî mânâda Cenâb-ı Hakk'ın lütuflarına mazhariyet ve bu mazhariyeti kâmil mânâda temsil, ancak ve ancak cemaatle mümkündür. İşte Kâbe böyle bir cemaatleşmenin kayyimi ve koruyucusu durumundadır. Milyonlarca insanın ona yönelerek namaz kılmasından alın da, hac ve umrede yine milyonlarca insanın onun harîminde bir araya gelip onun etrafında kenetleşmesine kadar, pek çok vesile ve vasıta, inanan insanlardaki cemaat şuurunu pekiştirmekte ve sürekliliğini de temin etmektedir. Burada haccın evrensel bir kongre olma esprisini de unutmamak gerekir. Evet, lâyıkıyla eda edilen bir hac, aynı zamanda bütün Müslümanlarca yapılmış dünya çapında bir kongredir. Şuurunda olunabilse, İslâm âlemine ait problemlere bu vesile ile bir kısım çareler bulmak mümkün olacaktır. Bugün hac bu fonksiyonunu eda edemiyorsa, kusur Müslümanlardaki şuur eksikliğindendir. Yoksa hacda, her zaman böyle bir potansiyel güç mevcuttur. Görüldüğü gibi Kâbe, bu vasfı itibarıyla da her zaman insanlar için bir kıyam ve onları ayakta tutan bir güç kaynağı durumunda.
3- Kâbe teker teker her mü'minin kuvve-i mâneviyesini takviye açısından da bir kıyam ve destektir. Zira Kâbe'ye yönelen her mü'min, içinden geçen bazı şüphe ve tereddütlere karşı, milyonlarca insanın -ki bunların arasında yüz binlerce evliyâ, asfiyâ ve kalb gözü açılmış insan da vardır- Kâbe'ye yönelmesini önemli bir hüccet olarak görür ve itminana ulaşır. Hatta insan, Kâbe'nin de taştan topraktan bir bina olduğu ve hiçbir kudsiyetinin bulunmadığı yolunda kalbine sürekli şüpheler atmak isteyen nefis ve şeytanı da bununla susturabilir. Evet, "Eğer Kâbe'nin mahiyetinde böyle kudsî bir cazibe olmasaydı, yüz binlerce deha çapında mâneviyata açık insan, hiç ona bu denli yönelir ve alâka gösterir miydi?" der ve bununla bir ölçüde imanını takviye eder.
4- Yeniden diriliş hareketinin de, Kâbe'nin insanlar için kıyam olma vasfıyla ciddî bir alâka ve irtibatı vardır. Dirilişin hangi seviyede gerçekleştiğinin ölçü birimi, Kâbe hakikatinin anlaşılması oranındadır. Bir gün bu oran en üst limite ulaşırsa, diriliş de en üst seviyede gerçekleşmiş olacaktır.
Hâsılı, Kâbe, her zaman insanların gözlerinin nuru, dizlerinin dermanı, hislerinin de güç ve heyecan kaynağı olagelmiştir. İnanan insanların din ve dünyaları onunla âhengini korumuş ve o âdeta kalb-i umumî için her zaman bir balans vazifesi görmüştür. Allah'a yönelenler onunla yönelmiş; namaz, hac onunla sımsıkı irtibat içinde yerine getirilmiş; itminan arayanlar, onun ve çevresinde olup bitenlerin mülâhazasıyla sükûnet ve doygunluğa ermiş; gurbet hisleriyle inleyenler onun harîminde üns esintilerini duymuş ve vahşetlerinden sıyrılabilmişlerdir. O, kalbden Sidretü'l-Müntehâ'ya uzanan çizgide hem bir mihrap ve mihrap ötesi, hem de bütün kevn ü mekânların, arzın mübarek bir buk'asında tahaccür etmiş en anlamlı sesidir.
Allah (celle celâluhu) onun vesayetini üzerimizden eksik etmesin!
[1] Buhârî, hac 47, 49; Müslim, fiten 57-59; Nesâî, hac 125; Ebû Davud, melâhim 11; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/220, 328, 417; 5/371; Münâvî, Feyzü'l-kadir, 3/375; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, 3/269; 7/461
- tarihinde hazırlandı.