Nûr, 24/35
اَللّٰهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلأَرْضِ
"Allah semavat ve arzın nurudur." (Nur sûresi, 24/35)
Varlığı günyüzüne çıkaran, kâinatın bu yüzünü-öbür yüzünü ortaya çıkaran; onu temâşâ edilen bir meşher ve okunan bir kitap hâline getiren, gözlere ışık, gönüllere inşirah veren mânâlarla vicdanlarımızı besleyen O'dur. O'nun nurunun olmadığı yerde göz görmez, basiret idrak etmez; ilimler evhama, hakikatler farazî şeylere karışır ve mevcudat mânâsı anlaşılmayan bir kaosa dönüşür; ne dimağlarda oturmuş bir ilim felsefesi, ne de sinelerde bir mârifet ziyası hâsıl olur.
Âfâk ve enfüsün birleşik noktasında ilimden imana, imandan mârifete, mârifetten daha derin bir kulluk şuuruna ulaşmak ancak göklerin ve yerin veya göktekilerin ve yerdekilerin nuru ya da münevviri bulunan Hz. Münevvirü'l-Envâr ile mümkün olacaktır.
Gökte güneş veya güneşler, yerde renkler ve güzellikler, gönüllerde basiret, idrak ve bu çekirdekler üzerinde neşv ü nema bulan mârifet, muhabbet ve aşk u şevkler; dimağda düşünme, muhakeme, mantık ve değişik istidlal yollarıyla hakikate ermeler hep bu nur sayesinde gerçekleşmektedir.
İnsanın basarı, renkleri, renkler arasındaki tenasübü her şeydeki âhengi ve umumî âhenk içindeki ezelî şiiri görür ve bir bilgi hâlinde kalbe havale eder; basiret de bu parça bilgileri veya küllî malumatı yeniden tahlil ve terkibe tâbi tutarak onları mârifete çevirir. Hakk'a intisap ve her şeye O'nun nur ve mârifetiyle bakmak, bir damla olan insan hakikatini derya, bir zerre olan insan mârifetini güneş, bir hiç olan insan kalbini kâinatın nabzı hâline getirir. İnsan, basarıyla dünü, yarını, hatta her yanıyla bugünü bile görüp bilememesine karşılık, basiretiyle hem kendini hem de diğer bütün duyulup hissedilebilecek şeyleri; hem parçaları hem de bütünü; hem eşyayı hem onun hakikatini hem de kâinat ve hâdiselerin delâlet, işaret ve iş'arda bulunduğu Hakikatler Hakikati'ni duyar, hisseder ve derecesine göre yakînin bir mertebesiyle O'nunla münasebete geçer.
Aklın idraki ve vicdanın sezisi de diyebileceğimiz böyle bir mârifette iltibaslara girmemenin yolu deliller, işaretler ve işaretçiler arasında bir seyyah gibi dolaşırken gözün bir ucuyla varlık ve hâdiseleri süzmeye mukabil, basiretle de nura, Münevviru'n-Nur'a, Musavviru'n-Nur'a nazar edilmelidir ki, ilimler mârifete dönüşsün ve insan, duygularıyla iltibaslara girmesin. Hz. Nuru'l-Envâr'a göre varlığa bakmanın yolu da, nurlu beyanı güneşlerden daha parlak ve قَدْ جَاءَكُمْ بُرْهَانٌ مِنْ رَبِّكُمْ 1 ile gönüller tahtına kadem basması ilan edilen, وَجَعَلَ ف۪يهَا سِرَاجًا وَقَمَرًا مُن۪يرًا 2 fermanı sübhanisiyle gökteki aya ve güneşe mukabil, dimağlarımızın Kamer'i ve vicdanlarımızın Güneş'i Hz. Ruh-u Seyyidi'l-Enâm'ın mişkât-ı nübüvveti altında her şeyi görüp değerlendirmektir.
Evet nur-u ilâhî nazara alınmadığı takdirde kâinat ve içindeki her şey birer zulmetten ibarettir. Hz. Nuru'l-Envâr mülâhazaya alınarak bakıldığı takdirde ise, görünür-görünmez bütün eşya aydınlanır ve hakikî mahiyetleriyle talâkatli birer beyan hâline gelirler.
Netice, her şey O'nun nurundan, nurunun tecellîsinden meydana gelmiştir. O'nun nuruyla tecellî ve inkişaf etmektedir. Mutlak ve asıl nur O'nundur. O'ndan başkasına nur isnadı ya havassın mecazı ya da avamın cehaletidir. Herkes bunu böyle bilmiyorsa, bu, O'nun zıddı ve niddi olmamakla beraber şiddetli tecellî ve müzahemesiz vicdan ufuklarındaki kemmiyetsiz keyfiyetsiz zuhurundandır. Evet bazen gayb, ihatanın önemli bir kapısı olduğu gibi şiddet-i zuhur da bazen hafânın menfezi hâline gelir.
Evet Allah, göklerin ve yerin nurudur; أوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ي 3 ufkundan başlayarak bütün eşya da o nurun değişik dalga boyundaki tecellîsi ve haricî vücud nokta-i nazarından da zuhurudur.
Ayrıca bu âyetin diğer bazı yönlerine daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bazıları ışık ile nuru karıştırıyor; ardından da "Işığın hızı belli, nurun hızı ne kadardır?" diyor. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, nur ile ışık birbirine karıştırılmamalıdır. Bir kere Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerimede, "Allah semavat ve arzın ziyasıdır." demiyor ki? Öyle ise nuru anlamak için nurun kaynağına yaklaşmak lâzım. Nurun kaynağı Allah'tır. Allah ise zamandan ve mekândan münezzehtir. O hâlde O'nun nuru da kısmen bu hususiyetler içinde değerlendirilmelidir. Evet, nur ve nuranî şeyler bir anda, milyon yerde bulunabilir ve bir ân-ı seyyâlede oradan oraya intikal edebilir. Nitekim Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) cism-i mübarekleri, tamamen nuranîleşmiş bulunan ruhuna refakat edecek hâle geldiğinden dolayı, miraç yolculuğunu birkaç dakikada tamamlayıp geriye döndü. Normal şartlar altında, trilyon defa trilyon seneye ihtiyaç olan böyle bir yolculuk için, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) hakkında, sahih rivayetlere göre "Gitti-geldi, yatağı hâlâ sımsıcaktı." gibi ifadeler göstermektedir ki, sanki zaman bütünüyle aşılmış da, bu seyahat öyle gerçekleşmiş.
Yalnız, bu ifadelerimizden, nurun mahluk olmadığı kanaatine de varılmamalıdır. Böyle bir yanlış anlamayı önlemek için, "sanki" tabirini bilhassa kullandım. Evet, nur mahluktur. O'nun hâlıkı Münevviru'n-Nur olan Allah'tır. Bu cümleden olarak Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) de buyururlar ki; أوَّلُ مَا خَلَقَ اللّٰهُ نُور۪ي "Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur."4 Yani varlığın bağrına bir tohum gibi atılan ilk nüve Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) nurudur.
Hulâsa; nur ile ışığı birbirine karıştırmamalı. Belki ışığın kaynağı nurdur ve ışık nurun yeryüzündeki tezahürlerinden ibarettir. O da daha önce de geçtiği üzere, serâdan Süreyya'ya geniş bir tecellî alanına sahiptir.
اَللّٰهُمَّ يَا نُورَ النُّورِ يَا مُنَوِّرَ النُّورِ يَا مُصَوِّرَ النُّورِ يَا مُقَدِّرَ النُّورِ نَوِّرْ قُلُوبَنَا وَحَوَاسَّنَا بِنُورِ مَعْرِفَتِكَ وَأَيِّدْنَا بِرُوحٍ مِنْ عِنْدِكَ وَصَلِّ اللّٰهُمَّ عَلٰى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ الَّذ۪ي جَعَلْتَهُ قَمَرًا مُن۪يرًا وَعَلٰى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ اقْتَدَوْا بِهِ شِبْرًا وَشِبْرًا
[1] "İşte size Rabbinizden kesin bir delil geldi." (Nisâ sûresi, 4/174)
[2] "(Gökte burçlar yaratan) onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay yerleştiren Allah, yüceler yücesidir, hayır ve ihsanı sınırsızdır." (Furkân sûresi, 25/61)
[3] "Allah'ın ilk yarattığı şey, benim nurumdur." el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, 1/311-312
[4] el-Aclûnî, Keşfü'l-hafâ, 1/311-312
- tarihinde hazırlandı.