Allah ahlâkıyla ahlâklanmak
Cenâb-ı Hak, kâinattaki en devâsâ nebülözlerden, insanın vücudundaki hücrelerin en küçük parçacıklarına kadar her şeyi hareket ettirmekte ve insanla, bu âlemler arasında sürekli münasebetler kurmaktadır. İşte Allah'ın bu türlü icraatı ve böyle bir icraatla her şeyi belli bir kemale sevk etme gibi O'na mahsus mukaddes ahlâkın keyfiyetinden şu hususları anlamak mümkündür:
Allah ahlâkı ile ahlâklanmak, O'nun dış âlemler (âfâk) ve iç âlemler (enfüs)de bize duyurmak istediği şeyleri bir vâhidin birbirini tamamlayan iki yüzü gibi duyup değerlendirmek ve bütün hissettiklerimizi Kur'ân'a bağlayıp onda dinlemeye çalışmak... Evet biz, Kur'ân-ı Kerim'de hayat prensipleri olarak vaz'edilen meseleleri amelî olarak tam tatbik ettiğimiz zaman –Allah'ın tevfik ve inayetiyle– umum hayatımız da düzene bir ölçüde girecek, zannediyorum biz de işte o zaman ikilemlerden kurtulmuş olacağız.
Şu anda, hayatımızdaki bütün aksaklıkların arkasında böyle küllî bir nazar ve küllî bir değerlendirmenin bulunmayışını düşünüyor ve yerimizde saymayı böyle bir düalizme bağlıyoruz. Günümüzdeki süper devletlerin teknik ve teknolojik alandaki gelişmeleri kimseyi aldatmamalıdır. Zira onların bu hâlleri, bir ara ortaya çakan sonra da kaybolan şimşekler gibidir. Bu sözlerin mânâsı, bazı totaliter sistemler örneğinde olduğu gibi, birkaç sene sonra kırılmalar ve çatırdamalar duyulduğu zaman daha iyi anlaşılacaktır.[1]
Fıtrî olmayan ve kâinatta cari kanunlara uymayan hiçbir sistemin uzun ömürlü olması mümkün değildir. Zira fıtrata muhalif şeylerdeki iyilik emareleri, insanın bedeninde tedafüî tesiri olan bir kısım mualecelerin meydana getirdiği muvakkat sıhhat ve afiyet gibi bir duruma benzer ki kat'iyen mütemadi değildir. Bu, daha çok, beş dakika önce gözlerini açıp tebessüm ederek, yakınlarını sevindiren ve hemen arkasından da ahirete göçüp giden bir hastanın hâline benzer ki, çok parlak ve cazip görünen bu gayr-i tabiî ve fıtratı inkâr esası üzerine kurulmuş bütün bu kabil sistemler, kat'iyen uzun ömürlü olamayacakları gibi insanlığı da mutlu edemeyeceklerdir.
Bunun aksine bir de öyle devletler vardır ki bunlar temel esasları itibarıyla kâinatta cari kanunlara riayet ettiklerinden ötürü ayaktadırlar, ayakta durmaya devam etmektedirler ve işte bunlar istikbal vaadetmektedirler. Belli bir süreden beri mü'minler kâinatta cari kanunları ve şeriat-ı fıtriyeyi inkâr edip Kur'ân'ın düsturlarını da yaşamadıklarından sürüm sürümdürler ve hep gerilerin gerisinde kalmışlardır. Müslümanların içine düştükleri bu feci durumdan kurtulmaları için uyuşukluk ve tembelliği terk etmeleri, hem âyât-ı Kur'âniyeyi hem de âyât-ı tekvîniyeyi çok iyi okumaları şarttır. Zira Mukaddes kitabımız olan Kur'ân-ı Kerim ile kâinat kitabı, bir bütünün ayrılmaz iki parçası gibidir. İster bizim iç âlemimize, ister dış âlemimize, ister kâinatın öteki yüzü, ister zâhirine dair yazılan her kitap, bir yönüyle Kur'ân-ı Kerim'in tefsiridir. İnsanlık, ancak bu kitaplara sımsıkı sarıldığı zaman, dünyasını cennetlere çevirip ötelerin koridoru hâline getirecektir.
[1] Bu ifadeler, 1976-1977'li yıllarda Manisa'daki bir camide, vaaz esnasında söylenmiştir.
- tarihinde hazırlandı.