Kur'ân'da insan terbiyesi
İnsan, mânen terakki edip Cennet'e ehil hâle gelmek için gönderildiği ve bir talimgâh, bir terbiye yeri olan şu imtihan dünyasında bütün duygularıyla tekemmül ettiği zaman Allah'a yakınlık pâyesi ve O'nun cemalini müşâhede etme mazhariyet ve seviyesini kazanmış olur. Duygu ve latîfelerinin herhangi birinde bir deformasyon veya tefessüh edip sönme söz konusu olduğunda da, akıbet endişesiyle titrer ve döner ahd ü peyman yenilenmesinde bulunur. Bu itibarla insan olan insana düşen vazife önceki selim tabiat ve keyfiyeti kazanma yolunda bütün duygu ve latîfelerini yaratılış hikmeti istikametinde inkişaf et-tirme çizgisini takip etme olmalıdır. O, kalb, kafa, vicdan, latîfe-i Rabbaniye; sır, hafî ve ahfâ gibi duygularını yaratılış hikmet ve gayesi yönünde geliştirdiği ölçüde, ilahi emanet olan potansiyel derinliklerine saygılı davranmış olacaktır.
İnsan, mânen terakki edip Cennet'e ehil hâle gelmek için gönderildiği ve bir talimgâh, bir terbiye yeri olan şu imtihan dünyasında bütün duygularıyla tekemmül ettiği zaman Allah'a yakınlık pâyesi ve O'nun cemalini müşâhede etme mazhariyet ve seviyesini kazanmış olur. Duygu ve latîfelerinin herhangi birinde bir deformasyon veya tefessüh edip sönme söz konusu olduğunda da, akıbet endişesiyle titrer ve döner ahd ü peyman yenilenmesinde bulunur. Bu itibarla insan olan insana düşen vazife önceki selim tabiat ve keyfiyeti kazanma yolunda bütün duygu ve latîfelerini yaratılış hikmeti istikametinde inkişaf ettirme çizgisini takip etme olmalıdır. O, kalb, kafa, vicdan, latîfe-i Rabbaniye; sır, hafî ve ahfâ gibi duygularını yaratılış hikmet ve gayesi yönünde geliştirdiği ölçüde, ilahi emanet olan potansiyel derinliklerine saygılı davranmış olacaktır.
Evet, onun, böyle davranması hem kendine hem de Rabbine karşı bir saygının gereğidir. Vâkıa insan, sadece imanıyla dahi Allah'ın huzuruna vardığı zaman O'nun iltifatını görebilecek ve –inşâallah– Cennet'e girecektir; ama bir de insanî donanımın insana yüklediği özel bir hukuk söz konusudur ki, mutlaka korunması gerekir.
İnsanın bütün duygularının inkişaf etmesi ve eksiksiz tam bir insan hâline gelmesi, onun yaratıcısıyla olan sağlam münasebetlerine bağlıdır. Bu da ancak, Kur'ân-ı Kerim'de öğretildiği şekliyle, insanın kendisini çok iyi okuması, yer ve konumunu çok iyi anlaması ve etrafında cereyan eden hâdiseleri takip edip kendi hesabına değerlendirmesiyle mümkün olacaktır.
Cenâb-ı Hakk'ın "RAB" ism-i şerifi etrafında örgülenen bu hususu noktalamadan evvel özel bir-iki meseleye daha dikkatlerinizi rica edeceğim:
1. Belli bir sistem içinde kemale ermek ve kemale ulaşmak için çırpınıp duran ferdin, Yüce Yaratıcı'nın Kur'ân-ı Kerim'de tesbit ettiği çerçeveye göre bir yönlendirilmeye tâbi olması çok önemlidir.
2. Böyle bir kimsenin kalbî, ruhî, fikrî, vicdanî bütün gücü, Allah'a nisbeti içinde, insan, eşya ve kâinat iyi idrak edilip iyi yorumlanarak aydınlatılmalıdır ki, aslında yaratılışın gayesi de bu olsa gerek. Biz buna, "varlığın diliyle ilâhî ahlâkın seslendirilmesi" diyoruz. Bunun pratiğe yansıyan yönü ise, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın telkin ettiği, ahireti netice verecek olan yüce ahlâktır. İnsan, bu ahlâkla yaşadığı zaman ahiretini ve ona her şeyi bahşeden Allah'ın rızasını, Resûl-i Kibriya'nın (sallallâhu aleyhi ve sellem) da şefaatini kazanmış olacaktır.
Allah Teâlâ, Rubûbiyet-i âmme tecellîsiyle kâinattaki cebrî kanunlar içerisinde, insanlara bir ahlâk nizamı göstermektedir. Buna karşılık onlar da ilimlerin diliyle o ahlâka uyarak buna mukabele etmelidirler. Cenâb-ı Hak, o ilimleri, Kur'ân-ı Kerim ile bize anlatmakta ve şahsî hayatımızda, ruh dünyamızda, kalb ve sır âlemimizde inkişaf etmemizi, Kur'ân'ı anlamaya bağlamaktadır. Aslında biz, yukarıda zikredilen bu iki meseleyi birlikte mütalaa ederek, namazlarımızda laakal günde kırk defa "Hamd, bütün âlemlerin terbiyecisi Allah'a mahsustur." (Fâtiha Sûresi, 1/1) diyor ve bu ahd ü peymâna olan sadakatimizi tekrar ber tekrar ilan ediyoruz.
- tarihinde hazırlandı.