Gece ve gündüzün başına sarılan sarık
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın, ilim, fen ve tekniğe ışık tutacak mesajlarından biri de "gece ile gündüzün birbirinin başına sarık gibi dolandığı" türünden mecazî fadeleridir. 14 asır öncesinin mantık ve idrak ufkuna riayetle beraber 20. asır ve daha sonraki dönemlere de ışık tutan bu âyetler, bilhassa güneş ile dünya arasındaki ilginç münasebeti ortaya koymada fevkalâde orijinaldir:
خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ بِالْحَقِّ يُكَوِّرُ اللَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى اللَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ كُلٌّ يَجْرِي لِأَجَلٍ مُسَمًّى
"(Allah) Gökleri ve yeri hak ile yarattı. O sürekli geceyi gündüzün üzerine doluyor, gündüzü de gecenin üzerine doluyor. O güneşi ve ayı buyruğu altına aldı ve her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir.." (Zümer sûresi, 39/5)
"Tekvir" kelimesi, Arapça'da bir şeyi sarmak, yumak hâline getirmek ve dolamak demektir ki, sarığın başa sarılmasına da "kevru'l-ımâme" denmektedir. Her şeyden önce âyetteki ifadeler ve seçilen kelimelerin hususiyetleriyle açıkça dünyanın küre şeklinde olduğu vurgulanmaktadır. Evet, gece ile gündüzün dünyanın başına birer sarık gibi sarılmakta olduğu ifadesi gayet mânidardır. Aynı zamanda âyet, bu işin sürekli olduğunu ifade etmekte ve her zaman gecenin, zulümatıyla etrafı karanlığa boğup gündüzü takip etmesini ve böylece mevcut sistemin, âdeta bir mekik gibi işleyip durmasını anlatmaktadır ki, bunlar oldukça ciddî ipuçları sayılırlar.
Şu âyet, ilk beyandaki iphamı daha bir açar:
إِنَّ رَبَّكُمُ اللّٰهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثًا
"(Allah gökleri ve yeri altı günde yarattıktan) sonra iradesini Arş'a tevcih etti. Gündüzü kovalayan geceyi de gündüzün üstüne örtmektedir." (Zümer sûresi, 39/5)
der.
Burada geçen يُغْشِي fiilinin mastarı غَشْي kelimesi, örtmek, bürümek, örtü üstüne bir örtü daha getirip örtmek gibi mânâlara gelmektedir. Bu örtü gece olsun, gündüz olsun fark etmez; gece ve gündüzün birbirini bürüdüğünü ifade ettiği açıktır.
Ayrıca bu ifadeyi nahiv açısından tahlil edecek olursak; اللَّيْلَ ve النَّهَارَ'ın her ikisi de mefuldür. Arapça gramer esaslarına göre, burada olduğu gibi iki meful peş peşe geldiğinde ikisinden birini fâil takdir etme durumu söz konusu olur. Bu kaideye göre ilk kelime olan اللَّيْلَ fâil olur. Bu husus da, "Gündüz mü geceyi, gece mi gündüzü takip ediyor?" konusuna açıklık kazandırma açısından fevkalade önemlidir. Zira burada hangi kelime önce gelmiş ise örten ve süratle diğerini takip eden odur. İkinci kelime ise örtülen ve takip edilen durumunda kalır. Bu demektir ki her zaman gece, gündüzü takip etmekte ve karanlık ışığı örtmektedir.
Ayrıca âyet-i kerime diğer bir detaya da حَثِيثًا kelimesi ile işaret eder. Şöyle ki, "bu, seri bir şekilde ve baş döndürücü bir hızla" hareket demektir. Meşhur Rus astronotu Gagarin'in biri çirkin, diğeri de güzel olan iki tespiti vardır: Birincisi, bu tâli'siz insan, atmosferin üstünde muvakkat bir seyahatten dönünce şöyle demişti: "Gökyüzüne çıkıp dolaştım. Fakat orada Allah diye bir şeye rastlamadım." İkincisi ise, "Dünyadan uzaklaştığımda mütemadiyen arz üzerindeki dairelerde karanlığın ışığı takip ettiğini gördüm.. evet güneşe ters düşen taraftan dünyanın etrafında sürekli karanlık bir perde dolanıyordu." sözüdür.
Evet, dünya, küre şeklinde olup süratle güneşin etrafında döndüğünden, güneşe ters gelen taraftaki karanlık, âdeta bir perde gibi sürekli ışığı kovalamaktadır. Ne var ki insanın bunu tam kavrayabilmesi için mutlaka bir feza yolculuğu yapması gerekmektedir. Kur'ân-ı Kerim, asırlar önce bu hususu, يَطْلُبُهُ حَثِيثًا tabiriyle işaretler. Yani "Karanlık, süratle ışığı kovalamaktadır." sözcüğüyle buna dikkatleri çeker.
Bundan da anlaşılmaktadır ki, karanlık olan dünyadır; ışık olan da güneş. Buna göre süratli bir şekilde ışığı takip edip kovalayan dünyadır ve o bir sapan taşı gibi hep güneşin etrafında dönmektedir. Şayet dünya, küre şeklinde olmayıp bir satıh gibi olsaydı, karanlık sürekli ışığı kovalayamazdı. O zaman bu sathın bir yüzü daima ışık, diğer yanı da karanlık kalırdı.
Evet, bütün bunlar birer işaret olup ilmî tespitlerle çelişmemektedir ki, Kur'ân bunu iki kelimelik bir ifadeyle ortaya koymuştur. Ama bu işaretler öyle komprimeler hâline getirilerek sunulmuştur ki, asrımızda dahi, bu ifadeler tahlile tâbi tutulup incelendiği, dahası dev teleskoplarla müşâhede edildiği zaman Kur'ân'ın hakikatlerinin pırlanta gibi nazarlarda arz-ı dîdar ettiği görülecektir. Evet, insanlık, ilim ve teknolojide ilerledikçe, Kur'ân'ın ifadelerinden daha pek çok sırlı nükte ortaya çıkacak ve böylece Kur'ân, bir kere daha hakikat diliyle ilâhî kelâm olduğunu haykıracaktır.
- tarihinde hazırlandı.