Dünyanın şekli
Allah semaları bir kanun ve nizam ile intizama koyup zapturapt altına aldıktan sonra dünyaya da İrade ve Kudretini tevcih ederek onu da düzenleyip yuvarlak bir şekle sokmuştur.
Kur'ân-ı Kerim, bu gerçeği, وَأَغْطَشَ لَيْلَهَا وَأَخْرَجَ ضُحَاهَا وَالْأَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحَاهَا "(Sema ve dünyanın) Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşini) açığa çıkardı. Bundan sonra da yeri yayıp yuvarlak olarak döşedi." (Nâziât sûresi, 79/29-30) âyetiyle ortaya koymaktadır.
Âyetten anlaşıldığına göre, semanın tertip ve tanzim işi bitmiş, gece ve gündüz takdir edilmiş; sonra da dünya "udhiye" hâline getirilmiştir.
Âyetteki bazı tabirler üzerinde durmadan önce burada bilhassa bir hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Herhangi bir cismi tarif etmek isteyen bir insan, meselâ cisim yuvarlaksa, "yuvarlak" diyerek tarif eder. Aynı zamanda daha bir vuzuha kavuşturma adına tarif etmek istediği o cismin yuvarlaklığını, "elmamsı", "portakalımsı" gibi yuvarlaklığı bilinen bir nesneye benzetme yaparak tarif eder. Böylece o, bu benzetmeyle hem o cismin yuvarlaklığına, hem de yuvarlaklığın özelliğine işaret etmiş olur.
Bunun gibi Kur'ân da, anlatmak istediği meselelerin hakikatini söylemenin yanında, bir benzetme ile de o hakikatin ayrı bir hususiyetine dikkatleri çeker. Zikredilen âyet-i kerimede geçen دَحَى fiili, özellikle seçilerek kullanılmıştır. Zira bu kelime, دَحْو veya دَحْي kökünden gelmektedir. Bu kökten türetilmiş bir isim olan أُدْحُوَّة veya أُدْحِيَّة de "deve kuşu yumurtası" demektir. Dolayısıyla دَحَى kelimesinin karakteristik yapısından anlaşılmaktadır ki, Allah (celle celâluhu) semayı tanzim ve tertip ettikten sonra yerküreye yönelmiş ve onu da deve kuşu yumurtası gibi "elipsoid" şeklinde düzenlemiştir. İlk devirden beri Müslüman müfessirler, dünyanın yuvarlak olduğunu söylemişlerse de bu hakikat tam olarak ancak bugün anlaşılabilmiştir. Bazıları böyle bir yaklaşımda tekellüf görseler de, Kindî'den Gazzâlî'ye, ondan da Fahreddin Râzî'ye pek çok eski müfessirin yanında modern yorumcular da bu ve benzer âyetlerden yeryüzünün küreviyetini istinbat etmektedirler.
Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan, kendine has ifade ve üslûbuyla ele aldığı konuları öyle bir titizlikle ortaya koyar ki, fünûn-u müspete onca geniş imkânlarla her şeyi gayet net tespit ettiği hâlde, onun Kur'ânî ifadelerin derinliği ölçüsünde ve ihtimallere açık bir üslûpla aynı şeyleri ifade edebildiği söylenemez. 20. asrın her şeyi tek gözle gören maddeci ve materyalist zihniyeti, Kur'ân'ın bu yüce hakikatlerini –hiç olmazsa çağla uyumunu– görmezlikten gelse de, onun neşrettiği hakikatlerin yayılmasına ve gönüllere girmesine mâni olamayacak ve buna gücü de yetmeyecektir. Zira ilimler geliştikçe Kur'ân daha da iyi anlaşılmakta ve gençleşmektedir.
İhtimal bir gün müspet ilmin bütün dalları, Kur'ân'ın Allah kelâmı olduğunu haykıracak ve yeryüzünde yeni bir Kur'ân çağı başlatacaklardır. Zira ilmin araştırma alanı, Allah'ın baş döndüren bir sanat meşheri ve sırlı bir kitabıdır. Yer küreyi yumurta gibi şekillendiren, güneşi dev bir mum gibi semaya yerleştiren, nebülözleri ve koca sistemleri tesbih taneleri gibi elinde evirip çeviren, mutlak kudret sahibi olan Allah'tır. Aynı zamanda insanın derinliklerine, kalbine ve hissiyatına nazar eden ve onun iç âlemini de baş döndürücü bir keyfiyet ve zenginlikte dizayn eden yine O'dur.
- tarihinde hazırlandı.