Göklere çıkabilme ve onun zorlukları
"Allah (celle celâluhu) kimi doğru yola hidayet ederse, onun sinesini İslâm'a açar; kimi de saptırmak isterse, o kimse sanki göğe yükseliyormuşçasına onun göğsünü sıkıştırır ve tıkanıklaştırır, işte böylece Allah (celle celâluhu) imana gelmeyenlere rüsvaylık takdir eder." (En'âm sûresi, 6/125)
İnsanoğlu yaratıldığı günden beri hep gökleri merak edegelmiştir. Astronomi düşüncesi ve fezaları gözleme süreci bu merakla başlamıştır. Bu his ve bu bakışla o yukarı âlemler, bazen yıldızların yumuşak ve sıcak göz kırpışlarıyla recâ hislerimizi coşturmuş, bazen de değişik patlamalar, yıldız kaymaları, hatta gök gürültüleriyle içimize korkular salmıştır. Yine bu his ve bu bakışla bazen nazarlarımızın hayallerimize aksettirdiği resimlerde, zaman-mekân üstü âlemlerin tasavvur ve tahayyüllerine açılmış, ebediyet arzumuza, sonsuzluk mülâhazalarımıza şehadet âleminin dışında cevaplar aramışızdır. Kimi insanlar oraları bir kısım sırlı ve sihirli âlemler, hatta mevhum tanrıların otağları gibi görmüş, yıldızlara, aya, güneşe yönelmiş onları ilâh saymıştır. Kimileri de kaderlerini, tâli'lerini onlara bağlamış ve o yüce âlemlerdeki her nesneyi bir fal malzemesi olarak görmüştür.
Bugünün mü'minleri bu türlü çarpık telakkilere takılıp gitmemişlerse onu peygamberlere borçludurlar. Hz. İbrahim, önce düşüncelerdeki bu çarpıklığı düzeltir; ayın, güneşin, yıldızların ne olup ne olmadığını ortaya koyar, sonra da zihinlerdeki zaferini, elindeki balta ile putları hurdahaş ederek taçlandırır. Kur'ân bu serencâmeyi: "Böylece biz, İbrahim'e şirkin çirkinliğini gösterdiğimiz gibi, imanda yakîne, kesinliğe ulaşması için göklerin ve yerin hükümranlığını (melekûtî esrarını) gösteriyorduk." (En'âm sûresi, 6/75) âyetiyle gayet net olarak ortaya kor.
Firavun'un yüksek kuleler yaptırtıp gökyüzünü rasata yeltenmesindeki saiklerinden birisi de, insanoğlundaki gökleri rasat merakı olduğu gibi, muhtemelen, Babil kulesinin projelendirilmesinde de bu merakın tesiri söz konusudur. Günümüzdeki göklerin fethi projelerinde de bu saik gözardı edilmemelidir. Şimdilerde buna ekonomik sebepler, uzay hâkimiyeti, hayata müsait yeni gezegenlerin keşfi, dünyanın değişik uydularla kontrol altına alınması.. gibi sebepler de inzimam edince, bugün de yarın da uzay her milletin matmah-ı nazarı olarak kalmaya, hatta her gün daha bir artan hırsla üzerinde durulmaya devam edecektir. Hırs artarak devam edecektir ama acaba göklere –yakın sema ve uzak galaksilere çıkmak kolay olacak mı? Kur'ân: "Sanki göğe çıkıyormuş gibi göğsü sıkışıp daralacak" diyor.
Burada semalara doğru yükselirken göğsün sıkışıp daralması dolaylı yoldan anlatılsa da imana karşı sinesi dar, kapalı ve tıkalı bir insanın yukarılara doğru çıkarken sıkışma yaşayan bir insana benzetilmesi gayet mânidardır. Bunlardan biri mânevî havasızlıktan sıkışmakta, diğeri de maddî havasızlıktan. Âyet, icmâlen vak'anın raporu şeklinde konuşsa da, yukarılara doğru yükselirken karşılaşılacak problemlerin başlıcasına işaret ettiği açıktır; havasızlık. Diğer problemler de, yerçekimi, sürtünme ve atmosfer şartları gibi hususlardır.
İnsanlık yükselme hedefinin uzaklık ve zorluğuna göre tekvînî emirlere riayet edip Allah'a sığındığı nispette, bugünkü feza teknolojisinin çok daha ilerilerine bir teşvik yapıldığı işareti alınabilir ki, Rahmân sûresindeki bir âyet, iyi bir donanımla arz ve sema kuturlarının aşılabileceğine sarahate yakın delâlette bulunmaktadır: "Ey cin ve ins topluluğu, gücünüz, takatiniz yetiyorsa, haydi geçin bakalım göklerin ve yerin çevresini ve çeperini; ama üstün bir güç, kuvvet ve tekvînî emirleri teshir gibi bir hâkimiyet olmayınca geçemeyeceksiniz." (Rahman sûresi, 55/33)
Gerçi burada Allah'ın (celle celâluhu) azabından kaçış olamayacağı vurgulanıyor; ne var ki ifade karakteristiğinin bu mülâhazaya açık olduğu da bedîhîdir. Hatta, ilim âşıkları ve araştırma meraklıları bu ifadeleri, Allah'ın (celle celâluhu) insana dünyaları aşması, güneş ailesinin ötesine geçmesi, bir sistemden başka bir sisteme açılması ve her gün yeni yeni âlemler keşfetmesi çağrısı şeklinde de algılayabilirler.
Âyet, açıktan açığa göklere nüfuz ve oralara açılmadan –imkân dahilinde veya değil– bahsettiğine göre, insanoğlunun, temelde ruhunda var olan bir duyguyu teyit ettiği açıktır. Burada ayrıca yerkürenin derinliklerine de öyle bir "sultan"la nüfuz edileceği vurgulanmıştır ki, zannediyorum, bu işaret küre-i arz adına şimdiye kadar bildiklerimizden çok farklı bir hususu işaretlemektedir.
Arz edilen bu hususlar bir işaret, üslûptan damlayan birer remiz, "müstetbeâtü't-terâkib"den dökülen birer mazmun olsalar da, Kur'ân'ın bazı vak'aları noktaladığı açıktır ve bu yaklaşım müfrit fennî yorumcuların tevil ve yaklaşımlarından da farklıdır.
هَدٰينَا اللّٰهُ وَإِيَّاكُمْ اِلىَ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ صِرَاطِ الَّذيِنَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ
وَصَلَّى اللّٰهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ الْكِرَامِ الْبَرَرَةِ أَجْمَعيِنَ
“Allah bizi ve sizi sırat-ı müstakîme; nimet ve lütfuna mazhar ettiklerinin yoluna hidayet eylesin. Allah'ın salâtı, Efendimiz Hz. Muhammed'in ve O'nun kerem ve iyilikle taçlanmış âl ve ashabına olsun.”
- tarihinde hazırlandı.