Melekler ve ruhanîler dışında başka kürelerdeki cismanî varlık ihtimali
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَثَّ فِيهِمَا مِنْ دَۤابَّةٍ
وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ إِذَا يَشَۤاءُ قَدِيرٌ
"Göklerin ve yerin yaratılması ve oralarda canlıların üretilip yayılması da, O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerindendir. O dilediği zaman onları bir araya getirip cem'etmeye de kadirdir." (Şûrâ sûresi, 42/29)
Göklerde ve yerdeki cismanî, gayr-i cismanî varlıkların ötede bir araya getirilecekleri açıktır. Bu hususu teyit eden âyetlerin yanında bir hayli de hadis-i şerif vardır. Ancak, burada bugün var olan ve Allah dilediğinde de bir araya getirileceklerinden bahsedilen varlıklardan "dâbbe" unvanıyla bahsedilmektedir ki, bir ölçüde önemli olan da bu olsa gerek. Meleklere ve ruhlara hakikî mânâda dâbbe denmemesine ve onlar arasında erkeklik-dişilik, dolayısıyla da üreme söz konusu olmadığına göre, burada, aralarında erkeklik ve dişilik bulunan üreyip çoğalan bir kısım cismanî varlıklardan bahsediliyor gibi bir işaret söz konusudur ki, Zemahşerî, Râzî, Ebu's-Suud.. gibi pek çok tefsirci, göklerde de tıpkı insanlar ve hayvanlar gibi debelenip gezen canlıların var olabileceği ihtimali üzerinde durmuş ve olaya daha geniş bir açıdan bakmışlardır.[1]
Arz ve semadaki canlıların "haşr-i ekber"de buluşacakları bedîhîdir. Dünyada böyle bir buluşmanın gerçekleşmesi ise hususî bir meşîete bağlanmıştır. Allah (celle celâluhu) dilerse, mucizevî şekilde olabilir; küllî mânâda olmasa da cüz'iyat planında gerçekleşebilir. Bu itibarla da burada araştırmaya, gökleri fethetmeye bir kapı aralama ve bir teşvik söz konusudur. Bu, bizim öyle bir kabiliyetle donatılmadığımızdan ötürü ilmen bize bakan yanıyla mümkün görülmese de başka kürelerde böyle bir kabiliyetle donatılmış olanlar için aynı problem kat'iyen söz konusu değildir.
Şu bir gerçek ki, kâinat nâmütenâhî denecek kadar geniştir. Bu koca kâinatta, yerküre tipinde başka gezegenlerin bulunması da imkân-ı aklî dahilindedir. Bugüne kadar ortaya konan çalışmalarda konuyla alâkalı herhangi bir ize rastlanmaması, kâinatların büyüklüğü, mekânın uçsuzluğu-bucaksızlığı, çalışmaların yetersizliği veya kabiliyetlerimizle sınırlı olması nazara alınınca, ya "Hâlâ bir hayli zamana ihtiyaç var" diyeceğiz veya bizim eksiklerimizden kaynaklanan boşlukları başkaları doldurmak suretiyle âyette işaret edilen hususun gerçekleşmesini zamana merhun beklemeye duracağız.
Elbette ki bu varlıkların türü ve hususiyetleri konusunda açık bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak, Kur'ân-ı Kerim'deki bazı genel ifadelerden, onlarla bazı şeyleri paylaşabileceğimize bir kısım imaların bulunduğu söylenebilir.
Ayrıca, Samanyolu sisteminde insanoğlunun yaşamasına uygun gezegenler de bulunabilir ve nev'en insanlık bir gün gidip oralara ulaşabilir.. arzın bütün hususiyetlerini orada ihya edebilir. Bütün bunlar, fizik ve astrofizik olarak zor görünse de وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “O her şeye kadirdir.” (Rûm sûresi, 30/50)'e göre kolaydır.. gitme de kolaydır, üreme de, vakti gelince bir araya gelme de... "Siz ne yeryüzünde ne de gökte Allah'ı âciz bırak(a)maz, O'na karşı koyamazsınız." (Ankebût sûresi, 29/22) âyeti, insanî temerrüde ve yerde olduğu gibi göklerde de münkirlerin aczlerinin yüzlerine çarpılacağına işaret gibidir..!
"Göklerde ve yeryüzünde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez Allah'a secde ederler." (Ra'd sûresi, 13/15) beyanındaki gölge, cismaniyete ait bir husus gibi görülmektedir.
Bu itibarla bu kabîl konularda kesip atma yerine, muhkemâta muvafakatı çerçevesinde imkân-ı aklîlere kapı aralamada yarar var. Önemli olan Kur'ânî çerçevenin korunmasıdır. Bana göre "Bu budur" deyip modern yorumcuların yaptığı gibi, konuyu çağın idrak seviyesine göre tek bir hususa bağlamak doğru olmadığı gibi, şer'î bir mahzur söz konusu olmadığı noktalarda ihtimalleri görmezlikten gelme de uygun değildir. Zira araştırmaya ve ilerlemeye bir esas ve teşvik ifade etmesi açısından, mevcut ihtimalleri ilim aşkına ve araştırma aşkına birer prim gibi sunma, Kur'ân'ın temel esprisiyle çelişmese gerek.
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَۤا إِنْ نَسِينَۤا أَوْ أَخْطَأْنَا
“Ya Rabbenâ! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma.” (Bakara sûresi, 2/286)
وَصَلَّى اللّٰهُ عَلَى سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ وَعَلَى اٰلِهِ وَأَصْحَابِهِ أَجْمَعيِنَ
“Allah'ın salâtı, Efendimiz Hz. Muhammed'e ve O'nun âl ve bütün ashabının üzerine olsun.”
[1] Bkz.: ez-Zemahşerî, el-Keşşâf 4/229; Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb 27/147; Ebu's-Suûd, İrşâdü'l-akli's-selîm 8/32.
- tarihinde hazırlandı.