İslâm'da aile terbiyesi
"...Kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de sa-parsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen (Ey Şanı Yüce Nebi) onların üzerinde bir vekil değilsin." (Zümer sûresi, 39/41)
Bu âyet-i kerimede Allah (celle celâluhu), Resûlü'ne hitaben, "Ey Habîb-i Zîşânım! Kim hidayete ererse, lehine olabilecek bir yola girmiş sayılır; kim de doğru yoldan çıkıp sapıtırsa o da sonuç itibarıyla kendi aleyhinde sayılan bir yola girmiş demektir. Evet hidayete yönelen kimse iradesini iyilik istikametinde kullanacak; Cenâb-ı Hak da onun gönlünde iman nurunu yakarak onu hidayete erdirecektir. Dalâlet ve sapıklık yolunda gitmekte ısrar edenlere gelince, "Habibim sen onların vekili değilsin." buyurarak, hem peygamberin vazife ve salahiyet sınırlarını belirliyor hem de iman etmeyen kimseler karşısında kalb-i pâk-i Nebi'yi teselli ediyor. Bu iki mevzuu birbirine bağlayan şu âyet de burada hatırlanabilir:
"Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun." (Tahrîm Sûresi, 66/6)
Yani önce nefsinizin, sonra da aile fertlerinizin Cehennem'e yakıt olmalarına meydan vermeyin ve onları duyguda, düşüncede istikamete yönlendirin. Evet, bu böyle yapılabildiği takdirde, aile fertlerinden her biri kendiyle yüzleşecek ve kendisine çekidüzen vererek istikamete erecektir.
Sıhhatli bir toplum için aile çok önemlidir. Şimdiye kadar ailenin çözülüp dağıldığı milletlerden pâyidâr olan hiç görülmemiştir. Evet, anne, babanın sefahete dalıp çocuklarına karşı vazifelerini unuttukları, çocukların da sahipsiz, hissiz ve duygusuz yetiştiği toplumların kalıcı olmaları mümkün değildir. Toplum, böyle bir hissizlik içinde belli bir süre devam etse de, o toplumun sürekli ayakta kalması ve başka milletlerle dünyanın nimetlerini paylaşması imkânsızdır. O bakımdan biz, millî prensiplerimize göre bir toplumdaki anne-babanın evlâdıyla, evlâdın anne-babasıyla, hanımın kocası, kocanın hanımıyla münasebetlerinin sıhhatli ve kalıcı olması nispetinde ailenin, dolayısıyla da toplumun sağlam kalabileceği inancındayız.
Gerek anne-babanın çocuklarına, gerekse çocukların anne-babalarına karşı terettüp eden vazifelerini yerine getirmemeleri ve aralarındaki sevgi ve hürmet hislerinin kırılmasından dolayı bir kısım problemler meydana geleceği ve geldiği açıktır. Bu problemlerin giderilmesi ise her ferdin kendisine terettüp eden vazifeyi bihakkın ifa etmesine ve aralarındaki sevgi ve hürmet bağlarının canlandırılmasına, canlandırılıp temadî edilmesine bağlıdır.
Günümüzde anneler-babalar, hiçbir asırda görülmedik şekilde evlat ve torunlarının saygısızlık ve hakaretlerine maruzdurlar. Evlerde bir fazlalık ve huzursuzluk kaynağı olarak görülmeye başlanan anne ve babalar, evlat ve torunlarının sevgi ve ilgisine en fazla muhtaç oldukları bir dönemde, "huzurevleri" adı altında "huzursuzluk evleri"ne kapatılmaktadırlar ki bunun mânâsı, anne ve babayı, kapı ve penceresi olan, demir parmaklıkları eksik bir hapishaneye tıkıp onlardan kurtulmak demektir.
Böyle bir davranış, anne ve babasına karşı sözde çok saygılı olan evlatlarının güya onlara karşı yaptıkları bir vazifedir. (!) Aslında böyle bir muamelenin arkasında "Gidin ne hâliniz varsa görün. Hayattan kâm almamız konusunda bize ayak bağı olmayın!"mülâhazası söz konusudur. Bu mânâyı kamufle edip anne ve babayı psikolojik olarak rahatlatmak için o huzursuzluk evine "huzurevi" denmesi neticeyi değiştirmeyecektir. Zira böyle bir muamelede anne-babanın nefret edilip istenmediği açıktır. Gerçi o anne-babalar da –istisnalar hariç– böyle bir muameleye müstahak gibidirler. İhtimal onlar da, zamanında evlatlarına karşı yapmaları gereken vazifelerini yerine getirmemişlerdir. Türkçemizde bir atasözü vardır: "Ne ekersen onu biçersin." Demek ki iyi şey ekilmemiş ki şimdilerde de iyi bir şey biçilmiyor. Bu açıdan da, huzurevlerini hazırlayanlar, anne ve babalarının huzurunu isteyen evlatlar değil (!) daha evvel evlatlarına sahip çıkmayan zavallı anne ve babalardır denebilir.
- tarihinde hazırlandı.