Kur'ân'da insanın terbiyesi
Allah (celle celâluhu), Fatiha sûresinde terbiye ile alâkalı çok önemli bir hususu hatırlatır: "Hamd, bütün âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur." (Fâtiha Sûresi, 1/2)
Cenâb-ı Hak, kâinatta aynı malzeme ve materyali icraatına perde ve vesile yaptığı gibi, aynı prensip ve aynı kanunları da icraat-ı sübhâniyesine perde yapmıştır. O (celle celâluhu), insanların, hayvanların, bitkilerin, zerrelerin, galaksilerin, meleklerin.. hâsılı bütün âlemlerin Rabbidir. Bazı müfessirler kesretten kinaye olarak Allah'ın 18 bin âlemin Rabbi olduğunu söylerlerse de, bu rakam, O'nun Rab olduğu âlemlerin sayısının yanında çok küçük kalır. Zira nâmütenâhî âlemleri terbiye eden, her şeyi kendi istidadı istikametinde kemale sevk eden, âlemlerin Rabbi Allah'tır ve hamd de O'na mahsustur.
Burada, farklı bir hususa temas etmekte de fayda mülahaza ediyorum: "Hamd, bütün âlemlerin terbiyecisi Allah'a mahsustur." âyetinin ruhunda öyle bir genişlik ve şümûl söz konusudur ki, O'nun fizik ve astronomiye ait kanunları vaz'etmesinden insan bünyesinde hücreler arası münasebetleri tanzim etmesine kadar her şey, bu şümûllü rubûbiyetten hissesini alır. Evet, Allah (celle celâluhu), hücreler arasındaki veya hücrenin içindeki RNA ve DNA molekülleri arasındaki münasebetleri tanzim ettiği aynı kanunla sistemler ve galaksiler arasındaki münasebetleri de tanzim eder. Her nesnenin farklı istidat ve kabiliyetlerine göre bir tecellî ve zuhur söz konusu olsa da, bir tohumun filizlenerek koca bir ağaç hâlini almasından, bir sperm ve yumurtadan yavrunun dünyaya gelmesine kadar kâinatın her yerinde aynı kanunlar caridir.
Bu açıdan eğer insan, bütünüyle kâinatı, insan ruhunu, insan hissiyatını birden nazara alarak Kur'ân'a kulak verebilse, onda topyekün eşya ve hâdiselerin sesini-soluğunu duyabilir. Ne var ki bunu, köhnemiş anlayışların dehlizlerine çekilerek orada kendi kuruntularıyla meşgul olanlara anlatmak ve kalb-kafa ikilemi yaşayanlara kabul ettirmek çok zor olacağı gibi, sırf bilimin kuru ve ruhsuz kanunlarıyla avunan, aklına yenik düşmüş kimselere anlatmak da kolay olmasa gerek.
Bugün bir kısım kimseler, insanları dünyadan tamamen uzaklaştırıp Hint fakirlerinin yaşadığı hayata sevk etmelerine karşılık, bazıları da maddenin darlığında insanların ses ve soluklarını kesmektedir. İşte bütün bu olumsuzluklara rağmen, insanlık kendi içinde derinleşerek fikrin, ruhun ve kalbin terbiyesini birlikte ele almayı başardığı gün –Allah'ın tevfik ve inayetiyle– hakikat semalarında pervaneler gibi pervaz etmeyi de başaracaktır.
Evet, Cenâb-ı Hak Kur'ân'da, her zaman insanla kâinatı birlikte ele alarak yorumlamakta ve değerlendirmektedir. İşte bu hususu esas kabul ederek "Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanın."[1] hadis-i şerifinde ifade edildiği gibi, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmak ve Allah'ın kâinattaki icraatına uygun hareket ederek kendi konumumuzu çok iyi belirleme mecburiyetindeyiz. İhtimal, işte bu sayede, terakki etmiş ruhlar olarak ulaşmak istediğimiz zirvelere kolaylıkla ulaşacak ve olmamız gerekli olan yerde olacağız.
Kur'ân, her ferdi "mükemmel bir fert" olarak ele almak ister. Zaten fert, mükemmel olmadan sağlam bir aile ve cemiyet düşünmek de mümkün değildir. Kur'ân, ferdi yoğurup olgunlaştırarak fıtrata yönlendirir ve onu kâinattaki kanunları anlar hâle getirir. Derken daha sonra onun olgunlaştırıp belli bir kıvama getirdiği bu fertlerden mükemmel aile ve mükemmel bir toplum oluşmaya başlar.
Kur'ân-ı Kerim'e göre, anne-baba bu konumlarının ötesinde aynı zamanda birer muallim ve mürşittirler. O, pek çok yerde, babanın evlâda nasihati üzerinde durur ve bu önemli hususu sık sık vurgular. O bir âyette aynen şöyle buyurur: "Yavrucuğum! Allah'a ortak koşma. Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür." (Lokman Sûresi, 31/13)
Evet, kâinatta işlenilecek olan en büyük zulüm, Allah'a ortak koşmaktır. Gönül dünyası lâhûtî esintilere açık hüşyâr bir dimağ böyle bir zulmün büyüklüğü karşısında ürperir. Şirk, Cenâb-ı Hakk'a karşı bir zulüm olduğu gibi aynı zamanda hukuk-u ilâhiyeye karşı da bir tecavüzdür. Çünkü Allah, kâinatı bir kitap, bir meşher şeklinde hazırlamış, çeşit çeşit antika sanatlarıyla süslemiş ve insanların istifadelerine arz etmiştir.
İnsan, bu sanatların teşhir edildiği yerde gezip dolaştığı ve onları gördüğü hâlde, gözünü yumup geçiyor, ya da bunları tesadüf ve tabiata havale ediyorsa, Allah'a karşı büyük bir zulüm işliyor demektir. İşte bu, Allah'a eş ve ortak koşma mânâsına gelen "şirk"tir ve bundan daha büyük bir zulüm de tasavvur edilemez.
[1] Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu'l-ğayb 7/60, 9/53, 16/81, 23/157.
- tarihinde hazırlandı.