Kur'ân'ın lafız-mânâ bütünlüğü
Kur'ân'ın seçtiği lafızlar, hedeflenen mânâyı eksiksiz olarak ifade ederler. Her bir lafız, hangi mânâ için seçilmişse, o mânâyı eda etmesinde herhangi bir eksikliğe veya ihmale rastlamak mümkün değildir. Kur'ân-ı Kerim'deki hemen bütün lafızların bu tarzda olduğu söylenebilir ve bu konuya misal teşkil edecek birçok misal getirmek mümkündür. Ne var ki, sözü uzatmamak için biz burada sadece bir-iki misal ile iktifa etmeyi düşünüyoruz:
Birinci Misal: وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ فِيهَا رَبَّنَۤا أَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذِي كُنَّا نَعْمَلُ "Onlar orada; 'Rabbimiz, bizi çıkar, (önce) yaptığımız (menfi şeylerden) başkasını yapalım' diye feryat ederler..." (Fâtır sûresi, 35/37)
Bu âyette, Cehennem ehlinin, hem yüzlerine bakılmayacak şekildeki hâlleri hem de ağlayıp feryat etmeleri dile getirilir. Kur'ân burada, صَرَخَ fiilini "iftiâl" bâbında يَصْطَرِخُونَ olarak kullanmaktadır ki, kısaca:
- Şiddetli bağırmak,
- Avaz avaz feryâd u figan etmek,
- Çığlık atıp yardım talep etmek,
- Ehl-i Cehennem'in kulak verilmeyen bağırış ve haykırışları,
- Kadının, ölen oğluna feryat etmesi gibi mânâlara gelir.
Kelime, değişik kalıplara girdikçe, ihtiva ettiği mânâlar da çoğalmaktadır. Ancak, hemen hepsinde de, "yavrusunu yitirmiş bir ananın feryadı" temel anlam gibidir. Yani Cehennem ehlinin hâli, "yüreği yanmış ananın, bağırıp çağırarak sağdan soldan imdat istemesi"ne benzetilir. Mânâ bunu ifade ederken, lafızlar da aynı hâlet-i ruhiyeyi soluklamakta ve bilhassa boğazdan çıkan خ harfiyle خُونَ lafzı, mûsıkî olarak da ümitlerini yitirmiş insanların şaşkın ve yeis içindeki çığlıklarını hatırlatmaktadır.
İkinci misal: قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ مَلِكِ النَّاسِ إِلٰهِ النَّاسِ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ اَلَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ "De ki; 'Sığınırım ben, Rabbine nâsın. Melikine nâsın. İlâhına nâsın. Şerrinden o sinsi vesvâsın. Ki vesvese verir sinelerinde nâsın. (Onlar) gerek cin gerekse insden." (Nâs sûresi, 114/1-6)
İfadenin bu şekildeki sıralanışı, önceden sıfatı zikredilmek suretiyle o sinsi vesveseci hakkında duyguların tepkiye geçmesi ve o sinsi vesveseciye karşı bir metafizik gerilim içindir.
Bu âyetler, şeytanla/şeytanlarla alâkalıdır. Ancak burada, sadece lafız ile mânâ arasındaki uyuma dikkat çekilecektir.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi şeytan, çok sinsi bir varlıktır. O, bu sinsiliğiyle şüphe ve desiselerini hiç sezdirmeden insanın içine atıverir. İşte bu mübarek âyetler, şeytanın bu sinsice işlerine karşı insanı uyarmaktadır. Kur'ân, hâdiseyi öyle bir üslûpla anlatmaktadır ki insan, onun seçtiği her kelimede bu sinsiliği ve bu esrarengizliği duyabilmektedir.
Sûrenin bütün âyetlerinin sonu "s" ile bitmektedir ki bununla biraz da aliterasyon esprisi çerçevesinde şeytanın fısıltıları, vesvese ve fitneleri nazara verilmekte ve ona karşı insan uyarılmaktadır. Bundan anlaşılan da, şeytanın bütün gücü, silahı ve malzemesinin, sadece hile ve vesveseden ibaret olduğudur. O, her an insanın zayıf bir anını yakalamaya ve bir çelme ile onun sırtını yere getirmeye çalışır. Tabiî böyle bir şeye azmettiği zaman, öncelikle sinsiliğin bin türlü tuzağını kullanarak kalbde ve kafada tahribat yapmayı ve insanı değişik zaaf noktalarından yakalayarak kendi sultası altına almayı planlar.
Evet, bu sûre, her harfiyle, bu vesvâs ve sinsi varlığa karşı insanı uyarmakla beraber, insanoğlunu her an her şeye nigehbân olan Rabbine teveccüh etmesi için de teşvikte bulunur. Çünkü şeytan, tam bir hilekâr olarak hiç ummadığı yerde insanın karşısına çıkar. Esasen her sinsi ve fitneci ruhta bu şeytanlığın var olduğunu da Nâs sûresinin kelimeleri arasında bulmak mümkündür. Öyle ki, mânânın gizliliği ve bilinmezliği kadar lafızlar da fısıltılarıyla bu mânâya iştirak etmektedir. Binaenaleyh, insan bu âyetleri okurken, sesini ne kadar yükseltirse yükseltsin, yine de lafızların ifade ettiği ses ve nağmenin üstüne çıkamaz.
Bu mevzuda çok daha çarpıcı misaller getirmek mümkündür. Ancak hepsini burada teker teker serdetmenin imkânı yoktur. Zaten mevzuumuz da bütün Kur'ân-ı Kerim'i anlatmak olmayıp, sadece birkaç misal ile onun bu meseledeki mucizevî yönüne dikkat çekerek akılları, vicdanları, hisleri ve zevkleri Kur'ân'a karşı uyarmak ve duyarlı kılmaktır.
Görüldüğü gibi Kur'ân'ın seçtiği lafız ve kelimeler, mânâyı, maksudu ve matlubu asla ve en küçük tarzda bile ihmal etmemenin yanında, iç ve dış bütünlüğüyle de ayrı bir mûsıkî, ayrı bir şiiriyete sahiptir. Onu okuyan her hâhişkâr ruh, ondaki bu taklit edilemez âhenk ve mûsıkîyi, bütün his, zevk ve kabiliyetleri ile duyar ve bu zevkle iliklerine kadar ürperir. Mevlâ-yı Müteâl, İslâm'a ve Kur'ân'a bel bağlamış her ferdi, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyan'ın semasına i'lâ buyursun..!
- tarihinde hazırlandı.