Allah'ın Rızasını Kazanma Yolunda Diyaloğa Açık Olmak
Hizmet-i imaniye ve Kur'aniye yolunda çalışma, gayret gösterme, tamamen Allah rızası için olmalıdır. Zira kullukta en önemli mertebe, rıza-yı İlahi mertebesidir. Bu itibarla da insan, hayatı boyunca hep onu avlama ve onu elde etme peşinde olmalıdır. Bu mertebe, tasavvuftaki 'nefs-i mutmainne' pâyesiyle de irtibatlandırılabilir; evet Cenab-ı Hak: 'Ey mutmain olmuş nefis, Rabbine dön!..' (Fecr, 89/27-28) buyurarak buna işaret eder. Bu itminanı elde etmiş Sahabe Efendilerimiz için de: 'Allah onlardan razı, onlar da Allah'tan' (Beyyine, 98/8) ifadesi kullanılır ki, bu da rıza vasfının çok önemli olduğunu gösterir. Bu konu üzerinde hemen bütün büyük mutasavvıf ve alimler kemal-i hassasiyetle durmuş ve rıza mertebesinin, ihlas ve muhabbet pâyesi olduğunu vurgulamışlardır.
Muhibbiyet-Mahbûbiyet Makamı
Muhibbiyet Allah'ı sevme, mahbûbiyet de Allah tarafından sevilme makamıdır. Buradaki mukabele, yani hangisinin mebde, hangisinin münteha olduğu hususunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Mesela Rabia Adviye; Allah'ın sevmesinin önce geldiğini; dolayısıyla Allah'ın bir insanı sevmesi sonucunda onun da Allah'ı sevmeye başlaması söz konusudur ki, buna göre insan, evvela mahbûb, sonra da muhib olur.
Ameli esas alan ve insan iradesine önem verenlere, hususiyle de Ehl-i Sünnet içinde Maturidilere göre, öncelikle muhibbiyet, yani ferdin Allah'ı sevmesi, sonra da Allah tarafından sevilmesi gelir. Batı'da bu esası kabul eden Bergson gibi düşünürler de olmuştur. Ancak sonuçta kişi için önemli olan şey; Allah'ın rızasını elde etmek ve O'nun sevgisine ulaşabilmektir. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, bir anlık rü'yet-i cemalin, cennetin binlerce sene hayatına muadil olduğunu beyan eder. Halbuki Cemalullah'ı müşahede, cennette mü'minlere bir lütuftur ve verilecek şeylerin en önemlisidir. Mü'minler cennet yamaçlarında, Cenab-ı Hakk'ı müşahede eder ve her gün o tecelliye mazhariyetin ayrı bir buudunu yaşarlar. Cennet hayatı ki, onun da bir saati binlerce dünya hayatına bedeldir. Allah rızasına gelince; rüyet içinde o, bütün bunlardan daha öte bir mazhariyettir. Kur'an-ı Kerim'de onun büyüklüğü; 'Allah'ın rızası her şeyden büyüktür' (Tevbe, 9/72) ayetiyle ifade edilir. Mesele gidip Hak hoşnutluğuna dayanınca, bizim hayatımızda da her şey, gidip Allah'ın rızasına bağlanmalı, ona göre planlanıp ve hep rıza yörüngeli olmalıdır.
Sadece Allah'ın Rızası
Diğer bir yaklaşımla, her yapılan şeyin Allah rızası için yapılması, her kazanılan şeyin O'nun rızasına bina edilmesi bu konuda en inandırıcı emaredir. Sofilerin bakışı daha da farklıdır. Cüneyd-i Bağdadi Hazretleri, ben cehennemden korkup ibadet edene 'abdü'n-nar=cehennemin kulu'; cennet arzusuyla ibadet edene 'abdü'l-cenne=cennetin kulu', sana kulluk yapmanın zevki ile coşana da 'abdü'l-lezze=lezzetin kulu' diyerek ibadetlerin sırf Allah emrettiği için yapılması gerektiğine işaret edermiş. Bu itibarla Kur'an hizmetkarları, gönüllerinde rıza-yı İlahi'den başka hiçbir şey taşımamalıdırlar. Onlar, gönüllerinde maddi-manevi hiçbir şey taşımadıkları halde, şayet beklenmedik bir surette, Allah'tan bazı şeyler gelecek olursa, o zaman da bunları birer armağan ve hediye olarak alıp öper ve başlarına kor, şükranla iki büklüm olurlar.
İnsanın Kendi Rağmına Yaşaması
Diğer bir ifade ile rıza hissi, insanın kendi rağmına yaşaması demektir. Mesela insan bir şeyler anlatır ve bu anlattığı şeylerde başkalarına yararlı olmayı düşünebilir. Tabii başarılı olmayı da. Ancak bunda, Allah'ın hoşnutluğunu gözetmesi çok önemlidir. Allah (cc), onun tumturaklı laflar etmesinden, hadisin ifadesiyle 'alîmu'l-lisan' olmasından hoşlanmayabilir. O halde eğer onun yüreği varsa, 'Allahım! Eğer senin hoşnutluğun benim burada sükut etmemde, hatta bu insanlar karşısında 'kemküme bağlı ise vallahi ben onu istiyorum..' diyebilmelidir. Evet, işte bu şekilde bir rıza düşüncesi hayatımızın yörüngesi olmalı ve hiçbir zaman başkalarının takdiri ya da tahkiri bizim için kriter sayılmamalıdır. Üstad'ın vermiş olduğu ölçüler içinde, halkın teveccühü Allah'ın rızasının bir gölgesi bir neticesi olması itibariyle hüsn-ü kabulle karşılanıp kabul edilebilir. Değilse katiyen ona iltifat edilmemelidir. Cahiliye şairlerinden biri, halkın teveccühünü, hiçbir zaman ulaşılamayan bir ümniye olarak niteler. Allah Rasulü (sav), yüzüne tükürükler atılıp, başına topraklar saçıldığı ve olmadık hakaretlere maruz kaldığı halde, rızadan geri durup halkın teveccühünü aramamıştır. Çağımızın fikir mimarı da aynı şekilde, köy köy kovulmuş, kasaba kasaba sürgün edilmiş, bir avuç insanla o nurani ömrünü tamamlamış olduğu halde, kimsenin himaye ve iltifatını aramamıştır.
Sevgi Yolu
Evet, iman ve Kur'an hizmetinde bulunanların hedefi sadece ve sadece i'la-yı kelimetullah olmalı ve rıza-yı ilahiden başka bir gaye gözetmemelidirler. Her zaman, Kur'an'ın elmas düsturlarıyla hareket edip, her kapıyı sevgiyle çalmalı ve yine sevgiyle insanlara bir şeyler anlatma yolları araştırmalıdırlar. Bunun için de zannediyorum her zaman, insanlarla diyalog yolunun açık olması gerekecektir.
Burada bir hatıramı nakletmede faide mülahaza ediyorum: Bir arkadaş vasıtasıyla tanıdığım bir doktor oldu. O, bana belinde disk olup, sabah namazına kalkmakta zorlandığını söyleyen onlarca başı açık insanın gelip tedavi olmak istediğini söylemişti ki, benimle beraber başkaları da hayret etmişti. Yine tanıdığım öyle insanlar oldu ki, evlerinde bir mevlid okunması halinde bile, hıçkıra hıçkıra ağlıyor ve gözyaşları içinde Allah'a dua ediyorlardı. Bazı kimseler, bir zamanlar onları tenfir etmiş; dinden, imandan soğuttuğundan ötürü Müslümanlığa farklı bir nazarla yaklaşıyor olabilirler. Eğer bunlar, dinin temel esasları olan Allah'a, Kur'an'a, Peygamber'e.. inanıyorlarsa, bu insanların kucaklanması gerekir. Birtakım yanlışları varsa, o yanlışlar pekala uygun bir üslupla izale edilebilir.
Dinde Vaz' Edilen Prensipler
Dinde vaz'edilen prensipler, genel olarak temel meselelerdir.. teferruata ait meselelerde ise, büyük ölçüde bir esneklik vardır. Mesela, füruuta ait bir mesele hiçbir zaman Allah'ı inkarla kıyaslanmamalı. Evet çeşitli sebeplerle başlarını kapatmayıp ve dinin bazı emirlerini yerine getiremeyen insanlar, yılda bir-iki defa da camiye geliyorlarsa onların başlarını gözlerini yarma yerine, zihinlerine bir şeyler koyma yolları araştırılmalıdır. İşte asıl bu tarz bir hareket, Allah hatırı ve O'nun rızasını arama istikametindeki harekettir. Hadis-i şerifin ifade ettiği mana ile, halk içinde olup ondan gelen sıkıntılara katlanmak, tek başına inzivaya çekilip halvet yaşamaktan daha hayırlıdır.
Diyalog Ufkunu Yakalamak
Burada yine kendi başımdan geçen bir olayı anlatmak istiyorum. Komünizmin revaçta olduğu dönemlerde, birçok kez bu düşüncenin taraftarlarıyla görüşmüş ve onlara bir şeyler anlatabilmek için, belki saatlerce küfürlerini dinlemiş ve saygısızca tavırlarına katlanmışımdır. Hele bir defasında, konuştuğum insan ayağını ayağının üstüne attı, -haşa- şu Tanrı denen şey nedir, peygamber denen kimdir, şu kader denen mevzu da neyin nesi.. bunları bize anlatabilir misin?. gibi sorular tevcih etti. Sadece böyle bir sual tarzı karşısında bile, insanın çıldırıp cinnet getirmemesi mümkün değildir. Ama bütün bu sözleri dinlerken çoğu zaman ağlayarak: 'Allah'ım bu laflar benim içimi deliyor ama, senin hatırın için dinliyorum' demişimdir. Bu, bir histir; mü'minin daima içinde beslemesi gerekli olan bir his. Üstad Hazretleri: 'Bana ceza veren mahkeme heyeti, yazdığım bu risalelerle imanlarını kurtarsınlar, ben onlara hakkımı helal ediyorum' der. Evet, eğer sunulacak mesajlar, bu anlayış içinde sunuluyor ve bir yakınlık hissediliyorsa, böyle düşünüp hareket etmede bir mahzur yoktur. Zaten insanlarla böyle bir barışıklık, bizim de aradığımız şeydir. Zira bizler senelerden beri, insanların ruhumuzda bizden kaçışının ızdırabını yaşayıp durduk.
Hasılı; yeniden İslam'ın kendi ruhuna uygun olarak anlaşılması ve anlatılması bu ölçüde engin bir müsamahaya bağlanabilirse o nisbette hüsn ü kabul görecektir.
- tarihinde hazırlandı.