Efendimizin (sav) Şecaat ve Şefkat Ufku-2
İnsanlığın İftihar Tablosu (sav), misallerini zikrettiğimiz birbirinden farklı sıfatlara sahip olduğu gibi, aynı zamanda 'hilim' ve 'kerem' gibi birbirini takviye eden vasıflarında da eşsizdi. Bu vasıflar, bir yönüyle birbirinden farklı manaları ifade etseler de, esasen iç içe bir dairenin değişik yüzlerinden ibarettirler. Hilim, malum olduğu üzere yumuşak davranma, yumuşak huylu olma, af ve müsamahaya mütemayil bulunma, karar verirken de acele etmeme gibi manaları ifade eder. Görüldüğü gibi bu vasıf tamamen yumuşaklığa delalet etmektedir ki, kusurları görmeme, insanları bağışlama, diyalog adına herkese açık olma.. gibi tavırların hemen hepsi bu temel vasıftan kaynaklanır.
O'nun Keremi
Kerem kelimesine gelince; o da, az farklılığı bulunmakla birlikte 'ikram' kelimesi ile aynı kökten gelir ve iyilikseverlik ve ikram etme hissinden ibarettir. Bunu, Farsça bir terkiple 'civanmertlik' veya Türkçe 'cömertlik' kelimesiyle de ifade edebiliriz. İnsanın ruhundaki bu civanmertlik, ya da cömertlik ve iyilikseverlik hasleti, başkalarına raci bir menfaat ve ihsan şeklinde tecelli edince 'ikram' halini alır. Bize Allah'ın ikramı olduğu gibi, Rasulullah'ın (sav) de ikramı vardır. Ama O'ndaki bu ikram, engin bir kaynaktan gelir. Bu kaynak da, O'nun yaratıcısı tarafından mahiyetine derc edilen 'kerem' huyudur.
Buradan da açıkça görüleceği üzere 'hilim'le 'kerem' arasında herhangi bir zıtlık yoktur ve Allah Rasulü (sav), Alvar İmamı'nın,
'Kerem kıl kesme sultanım, Keremin bînevâlardan,
Keremkâne yakışır mı Kerem kesmek gedâlardan.'
mısralarında ifade ettiği keremkân bir sultandır. Bu mısralar, hem o Keremkân Sultan; hem de Zât-ı Ezel-i A'lâ hakkında kullanılabilir ve iki ihtimal de caizdir. Zira birinden dolaylı yoldan çok istifade etmiş, çok ikrama mazhar olmuşuzdur. Eğer asla göre ikinci sayılan ve o aslı da bize tanıtmada üzerimizde çok hakkı bulunan İnsanlığın İftihar Tablosu (sav) olmasaydı, bizim, ne mahiyetimizi, ne kâinatı, ne cennete giden yolu ve hatta ne de cennetin içindekileri bilmemiz mümkündü. O Muallim-i Ekmel ve Ekber'dir ki, varlığın çehresine çaldığı ışıkla kâinatı, okunan bir kitap; hayatı da, cennete doğru uzanan bir köprü haline getirdi. Böylece bizleri karanlıklar içinde ümitsiz dolaşmaktan kurtararak, Allah'a imanla itminana ulaştırmış ve rıza yoluna hidayete vesile olmuştur. Ama o, öyle büyük bir vesiledir ki, biz, o vesileyi çok defa gayenin yanında zikreder ve O'nun, bizim için 'gaye ölçüsünde bir vesile' olduğunu ikrarda bulunuruz.
Gaye Ölçüsünde Bir Vesile
Evet, biz şirkten, şirk de bizden uzaktır. O bizi Allah'a ulaştırmak için sadece bir vesiledir; fakat gaye ölçüsünde bir vesile! Zaten bizzat Cenab-ı Hak da tevhid ifadesi olan 'Lâ ilâhe illallah Muhammedün rasulullah' ifadesinde O'nun adını kendi adıyla yan yana zikredip ve bunu imanın esası sayarak böyle demeyenin kurtulamayacağını beyan buyurmuyor mu? Evet, Sadi'nin de dediği gibi; 'Muhammedun Rasulullah demeden râh-ı selamet muhaldir.' Yani Allah Rasulü'ne uğramayan yollar tıkanık yollardır. Bir başka yoldan giden insanın saadete ulaşması mümkün değildir.
Hilim, Allah Rasulü'ne (sav) Cenab-ı Hak tarafından verilmiş sırlı bir anahtar durumundadır. O, bu anahtarla nice gönülleri açmış ve o sinelere taht kurmuştur. O'nu tanıyanlar başta kendi huşunetlerini tamim ederek, herkesi öyle haşin kabul ettiler ve kendileri nasıl davranıyorlarsa O'nun (sav) da öyle davranacağını zannettiler. Vakta ki, Hudeybiye Musalahası'yla diyaloğa giden yollar açıldı ve Müslümanlarla kafirler iç içe yaşama fırsatını buldu ve yine bu anlaşma ile, Kur'an'la beslenen Müslümanın civanmertliğine, hilmine, silmine şahit oldular; oldu ve 'bize hakim olurlarsa kellelerimizi alırlar, bizi öldürürler ve dünya saadetinden bizi mahrum ederler' mülahazasıyla kovdukları ve haklarında kötü vehimler besledikleri bu insanlarla teşrik-i mesai kurunca Müslümanların adeta yeryüzünde gezen melekler olduğunu gördüler. Böylece hem Allah Rasulü'nü (sav), hem de Müslümanları daha iyi tanıma imkanı buldular.
Hudeybiye, Müslümanlar için daha sonraki günler adına sürprizlere gebe bir fetihti. Mekke fethi ise, Hudeybiye fethinin sadece bir buuduydu. Zaten çoklarına göre de 'Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.' (Fetih, 48/1) ayetindeki fetih, Hudeybiye fethidir. Bu açıdan Allah Rasulü (sav), küfre, ilhada, cehalete ilk darbesini Hudeybiye ile indirmiştir denilebilir. Hudeybiye'den evvel cereyan eden Bedir, Uhud ve Hendek muharebeleri, İslam tarihi bakımından çok önemli hadiselerdir. Ancak Hudeybiye bunlardan farklıdır. Nitekim Allah Rasulü (sav), Hendek'i müteakip adeta Hudeybiye'ye giden yolu görüyor gibi konuşmuş ve 'Bundan sonra onlar kaçacak biz takip edeceğiz.' demiştir. Evet Hudeybiye ve sonrasında takip edilen hareket tarzı, önceki dönemlere nispetle tamamen farklı bir çizgi takip etmiştir. Bunu Müslümanların, kafirleri avuçlarının içine alıp, balmumu gibi yoğurma ve onların gönüllerine kendi ruhlarının ilhamlarını boşaltma şeklinde özetleyebiliriz. Nebiler Serveri'nin bu stratejisi, kısa zamanda meyvesini vermiş ve onlardan çokları Müslümanlığı kabul etmişti. Hatta Ebu Süfyan gibi sertliğe, kötülüğe ve gurura kilitlenmiş bir insanın bile, Allah Rasulü'nün (sav), fetih öncesi 'Bugün, Ebu Süfyan'ın evine giren de emindir.' demesiyle, hem Allah Rasulü'ne, hem de Müslümanlara karşı taşıdığı kötü duygular, buzun güneş karşısında eriyip gitmesi misüllü eriyip gitmiş ve daha sonra da geç uyandığı İslamî hakaik çerçevesinde çok hızlı hareket ederek geçmişi telafi etme yoluna girmişti. Mesela o, Hz. Ömer'in Yermuk harbine katılanlara verdiği ganimetler, atlar, eğerler, kılıçlar gibi harp malzemeleri tedarik etmeleri için verdiği parayı reddetmiş, 'Ey Allah'ın Peygamberi'nin halifesi! Benim geniş imkânlarım var. Ben ondan kullanırım. Allah yolunda savaşırken hazineden alacağım şeyi kullanmak istemem.' diyerek istiğna göstermiş ve hissesini beytü'l-mâle bırakmıştır.
Hilim Kahramanı
Evet, böyle davranmış ve çok hızlı, âmûdi bir şekilde adeta füze hızıyla Hak ve hakikate ulaşma yoluna girmişti ki, temelinde de yine Allah Rasulü'nün o engin hilmi, af ve müsamahası yatmaktadır.
Allah Rasulü (sav), hep halimdi ama belli bir süre düşmanları O'na hilmini ifade etme fırsatını vermemişlerdi. Hasımları, onunla aralarındaki atmosferi sürekli sertleştirmiş ve O'nu hep o sert atmosferde mukabeleye zorlamışlardı; ancak hep yanılmışlardı; çünkü o, sertleşme niyetinde değildi.
Netice itibariyle diyebiliriz ki, Hudeybiye, Allah Rasulü'nün küfre hilmiyle indirdiği büyük bir darbedir. Daha sonra da O, hep bir hilim kahramanı olarak davranmış ve istidatlı gönülleri teshir etmişti. Evet Allah Rasulü, Mekke'nin fethini müteakip şehre girerken, bir kere daha o mahviyet ve tevazusunu sergilemiş ve bindiği merkubun üzerindeki eğerin kaşına, mübarek alnı değecek şekilde iki büklüm bu mübarek beldeye girmişti. Bir Batılı, buradan hareketle onun hakkında şöyle der: 'Hz. Muhammed (sav), öyle bir söz bestelemiş ve seslendirmiştir ki, başladığı zaman hangi perdede başlatmışsa, bitirirken onu iki perde daha yukarıda bitirmiştir.' Evet, Hz. Muhammed (sav), bu mevzuda da beklenenin ötesinde çok önemli bir performans ortaya koyarak yine kendi rekorunu kıran bir insandır.
Mekke Fethi
Allah Rasulü (sav), Hudeybiye'den sonra Allah tanımazlara ikinci darbeyi de Mekke fethinde vurmuştur. Bu kâfirler; 'Şimdi bize ne muamele yapacaksın?' diye sorduklarında da O: 'Size ne yapmamı beklersiniz?' diyerek sorularına soruyla cevap vermiştir. Onlar da; Hz. Ali'den (ra) öğrendikleri bir sözle onu cevaplamış ve 'Sen kerim oğlu kerimsin.' demişlerdi. Bunun üzerine de o Şefkat Peygamberi 'Öyleyse gidin, hür ve serbestsiniz. Size bugün kınama yoktur.' buyurmuştu. Bu söz, Hz. Yusuf'un, o kadar kendisine gadreden kardeşlerine karşı asırlarca evvel söylediği ve arkadan gelenlere bıraktığı bir mirastır; Peygamber mirası.. düşünce mirası.. hikmet mirası.. hilim mirası... ve Allah Rasulü'nün hilminin bir buudu olarak onlara ikramıydı. İnat, bu civanmertliği görünce de ikinci bir darbe daha yemişti. O darbe öyle müthiş bir darbeydi ki, -zannediyorum- İkrime değil de, Ebu Cehil bile hayatta olsaydı, o da oğlu gibi dize gelerek Allah Rasulü'ne teslim olacaktı.
- tarihinde hazırlandı.