Hidayet Mektupları-1
Efendimizin (sav) Mekke'nin fethini müteakip Hz. Vahşi'ye yazıp gönderdiği rivayet edilen ayetleri izah eder misiniz?
Her şeyden önce şunu ifade etmeliyim ki, bu kabil rivayetler her ne kadar sünen kitaplarında zikredilse de; itikat ve ibadetlerle alakalı hadisler kadar sıhhatli sayılmazlar. Bu açıdan, bu ve buna benzer rivayetlerde, kısmen dahi olsa üslubun farklılaşmaya uğradığını kabul etmekte yarar var. Bu mülahazayı ifade ettikten sonra şimdi de, Efendimizin (sav), Mekke fethedildikten sonra Tâif'e kaçan Hz. Vahşi'ye (radiyallahu anh) yazıp gönderdiği rivayet edilen ayet-i kerimeler üzerinde durmaya çalışalım.
Bunlardan ilki 'Onlar, Allah ile beraber başka bir tanrıya ibadet edip yalvarmazlar. Allah'ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler ve zina etmezler. (Aksine) Kim de bunları yaparsa, o günahının cezasını bulur.' (Furkân, 25/48), ikincisi 'Şu kesin ki; Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ama dilediği kimse hakkında bunun altındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah'a ortak koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur.' (Nisa, 4/116), üçüncüsü ise 'De ki: 'Ey o çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, Gafûr ve Rahîm'dir. Çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.' (Zümer, 39/53) ayet-i kerimesidir.
Tevbede Diriliş
Bu çerçeve içinde mü'minlerin, Allah hakkındaki ümitleriyle alakalı olarak onlara anlatılmak istenen daha bir kısım hakikatler var. Şöyle ki, bütün mü'minler, 'Ancak şu var ki tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar bundan müstesnadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir. Çünkü Allah Gafûr'dur, Rahîm'dir, sınırsız mağfiret ve ihsan sahibidir.' (Furkan, 25/70) ayetiyle vaat edilen teveccühten belli bir ölçüde nasiplerini alabilirler. Mesela bir insanın aklına 'Ben adam öldürdüm, zina ettim, nefsime ve başkalarına karşı haksızlıkta bulundum..' vb. gibi düşünceler gelebilir. Ancak bu ayet-i kerimede de bildirildiği üzere, Allah (cc), tevbe ve iman edip iyi davranışlarda bulunan kimselerin nâmütenahi (sonsuz) kötülük yapma istidadlarını nâmütenahi hayır ve hasenat yapma kabiliyetine çevireceğini vaat etmektedir. Hatta işârî tefsirlerdeki bir tevcihe göre, Cenab-ı Hak, iyilik yapmaya başlayan bir kimsenin, geçmiş günlere ait amel sahifelerinin boş kalmaması için, onun daha önce yaptığı kötülükleri bile iyiliğe çevirecektir. Yani artık o kişi, tamamen Hak'a yönelince, sadaka vermek, anne-babaya saygılı olmak, komşu haklarına riayet etmek.. vb. gibi bir kısım güzel işler yaparak ve kötü işlerden de sakınarak hep iyilik peşinde koştuğundan dolayı onun geçmişte yaptığı kötülüklerin hiçbiri amel defterine yazılmayabilir. Evet bir insan, tevbe edip Müslüman olarak kendisini yenileyince, geçmişte güzellik adına yaptığı ne kadar şey varsa, bütün bunlar sanki yeniden hayatlanmış gibi, o insan amel cihetiyle bir umumi diriliş yaşayacaktır.
Afva Giden Yol
Mü'minlerden, Cenab-ı Hakk'a karşı reca yanları zayıflayıp havf yanları daha çok öne çıkmış olanlar, 'Şu kesin ki; Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; ama dilediği kimse hakkında bunun altındaki diğer günahları affeder. Her kim Allah'a ortak koşarsa, haktan çok uzağa sapmış olur.' (Nisa, 4/116) ayetine sarılırlar ve sarılmalıdırlar da; zira bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, bir orada bir burada yüzüp gezen, kendini bildiği halde hiç hatalardan utanmayan, her gün tevbe ettiği halde yeniden aynı hataları tekrar eden günahkar insanlara hitap etmekte ve dilediği kimselerin -kendisine şirk koşmanın dışında- bütün günahlarını affedeceğini vâat etmektedir. Bu vaat, Allah'ın kullarına engin bir lütfu ve rahmetinin gereğidir ama yine de O'nu hiçbir zaman bağlamaz. Zira ihtimal O (cc), böyle bir lütfu, insandaki bir liyakat ve onun göstereceği bir kahramanlık veya en azından dişini sıkıp fenalıklara karşı koyması mukabilinde vâdetmiş olabilir. Ancak burada bir 'dileme' (meşiet) şartı vardır. Dolayısıyla her insan, daima ruhunda İlâhî meşiete takılacağı korku ve endişesini taşımalıdır. Bu da hiç şüphesiz her ferdin kendi ruh haletine göre bir seviyede gerçekleşecektir.
Allah'tan Ümidi Kesmeyin!
Bunlardan başka bir de, inandığı halde hayatını, duygu ve düşüncelerini, zaman ve imkanlarını, hasılı sahip olduğu her şeyini israf eden, nefis ve şeytana uyup pek çok günah işleyen ve neredeyse Allah'ın rahmetine karşı bütün ümidini yitirecek gibi olan insanlar vardır ki, işte bu ayetle böylelerine, doğru yola girebilmesi için, değişik zamanlarda, değişik fırsatlar verilmiştir. Artık onun da, kendisine verilen bu fırsatlardan hiç olmazsa birisini değerlendirip doğru yola girmesi gerekir. Eğer o insan, kendi ihmalinden dolayı bu fırsatların bütününü kaçırmışsa, işte böyle bir insan, bazen günahını hacalet halinde, o hacaletini de ümitlerini sarsıcı mahiyette vicdanında duyarak, işinin bitik olduğunu düşünebilir.. düşünebilir ve böyle bir düşünce ile öyle bir sürece girer ki, artık o kendi kendine, 'nasıl olsa cehennemdeyim' diyerek ya kendisini dalalet ve küfre salar, ya da Allah'ın (cc) engin rahmetini hafife alır hâle gelir. Oysaki O'nun rahmeti her zaman gazabının önündedir ve her şeyi kuşatmıştır. Demek ki bu ayet aynı zamanda, bir taraftan böylesine sarsıntılarla baş aşağı gidecek kimseler, diğer taraftan da o mevzuda Allah'ın rahmetini hafife alacak duruma düşmüş insanlar için de, tıpkı kurtarıcı bir reçete gibi, 'De ki: 'Ey çok günah işleyerek kendi öz canlarına kötülük etmede ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah dilerse bütün günahları mağfiret eder. Çünkü O, Gafûr ve Rahîm'dir. Çok affedicidir, merhamet ve ihsanı fazladır.' diyerek dertlerini onulmaz görenlere bile umulmadık şekilde ümit bahşediyor. Evet bu denli recâya karşı sarsılmış, havfla ırgalanmış, kurtuluş ümidini yitirme noktasına gelmiş ve sonunda bu ayete sığınmış bir insana bu beyanla yeniden bir diriliş kapısı aralanmakta ve onun ümidini beslemek için hemen bir sonraki ayet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: 'Size azap gelip çatmadan önce, Rabb'inize dönün ve O'na teslim olun, O'na itaat edin. Yoksa yardım göremezsiniz.' (Zümer, 39/54) Buradaki dönüş, normal ve sıradan insanların dönüşü değildir. Zira ayet-i kerimede 'inâbe yapın', yani adeta 'Rabb'inize büyük ve kâmil insanlar topluluğu olan ebrâr ve mukarrebînin yönelişi veya bir mürîdin mürşidine intisabı gibi yönelin, O'na dönün ve O'nun engin rahmetinden katiyen ümidinizi kesmeyin' denilmektedir. Bu ifadeler, onları vicdanında derinlemesine duyabilen insanın ümidini şahlandırıcı ve Rabb'e yönelmeyi kolaylaştırır mahiyettedir. Esasen bu ufku yakalamış olan insanın, Rabb'ine dönüşü de normalin üstünde bir tevbedir. Ayet-i kerimede adeta 'Siz tevbe edenler değil inâbede bulunanlarsınız' denilerek, insanın ruhuna tesellibahş neler neler duyurulmaktadır! Böylece bu üç ayet-i kerime ile farklı farklı anlayışlara sahip olan insanlara ve herkesin kendi mizacına uygun olanını alabileceği üç ayrı reçete sunulmuştur.
Hz. Hamza ve Hz. Vahşi
Burada dikkat etmemiz gereken diğer bir husus da şudur: Hz. Vahşi (ra), zeki bir insandır. Bir dönemde Hind'in menfur emellerine alet olmuş, onun, tesir altına alıcı mantığına yenik düşerek kendi çıkarları uğruna Hz. Hamza'ya (ra) kıymış ve Mekke fethine kadar da dalaletini sürdürmüştür.
Evet Hz. Vahşi, ne yaptığını bilen akıllı bir insandır. Vakıa meğazi yazarı İbn İshak, Hz. Ömer döneminde onun alkolik bir hal aldığına dair rivayetler dolaştığını ve bu rivayetler Hz. Ömer'e ulaştığında, 'Hz. Hamza'nın katilinin başka türlü olacağını zaten düşünmezdim.' dediğini naklederse de, bir sahabi hakkında bu türlü mülahazaları kabul etmek mümkün değildir. İbn İshak'ın meğazi mevzuunda bazı sağlam tespitleri olsa da, hadiste 'hadis ricali' denilen insanları tartacak kriterlere sahip olmadığından, onun itikada, amele ve sahabe kritiğine müteallik meselelerdeki rivayetleri muteber sayılmayabilir.
Cinayetin Büyüklüğü
Hz. Vahşi, hayatının sonuna kadar sadakat ve samimiyetle yaşamıştır. Hep yaptığı büyük hatanın şuurunda olmuştur. Evet, Bedir'de, Uhud'da, Hendek'te kâfir safları içinde bulunmuş ve Uhud'da yaptığı cinayetin büyüklüğü altında her zaman ezilmiştir. Evet bu cinayet çok büyüktü, zira Allah Rasulü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) Hz. Hamza'ya karşı ayrı bir teveccühü vardır. Hz. Hamza, Nebiler Serveri'nin amcası ve süt kardeşi olmasının yanında, temsil ettiği mânâ ve misyon itibariyle de Efendimiz (sav) ile aralarında bizim idrak ve tasavvurlarımızı aşkın bir irtibat ve alaka söz konusuydu. Hatta denebilir ki, Hz. Hamza'nın bizim kriterlerimizle değerlendirilmesi imkansız daha başka yanları da vardı. Bu farklılığından dolayıdır ki, Zeyd b. Harise (ra), Cafer b. Ebî Talib ve Hz. Ali, o şehit edildikten sonra, hemen hepsi de onun çocuklarına sahip çıkmak istemişti.. ve Efendimiz (sav) de, onun ve çocuklarının hüzünlü hallerini görünce çok duygulanarak hıçkıra hıçkıra ağlamış ve gözyaşı dökmüştür.
Evet, Hz. Hamza'nın Efendimizin (sav) yanında öyle farklı bir yeri vardı ki, ne onu, ne de onun kâtilini unutması mümkün değildi. O, en kritik dönemlerde bir kılıç gibi küfrün başına inmiş, bir ok gibi küfrün bağrına saplanmış, Nebiler Serveri'ne (sav) ulaşıp zarar vermek isteyenlere karşı kollarını germiş ve adeta etten kemikten bir kalkan olmuştu. Yine, kükrediğinde arslanların ödünü koparan bu devâsâ kâmet, hayatı boyunca Müslümanlar için apayrı bir ümit kaynağı şeklinde algılanmıştı ki, Allah Rasulü'nün böyle bir insanı unutması mümkün değildi.
- tarihinde hazırlandı.