Efendimizin (sav) Tarifleri İçinde Kur'an-6
12. Madde: 'Velâ yeşbeu minhülulemâ=Alimler, O'na asla doyamazlar.'
Düşman ona buğzetse, cahil onu anlamasa da o, ulemanın ışıkları gönüllerde baş ucu kitabıdır. Bir Ebu Hanife, İmam-ı Gazali, bir üstad Bediüzzaman Kur'an'ı hiç ellerinden bırakmamışlardır. Mesela, Üstad, hafız olmadığı halde, Kur'an'la o engin meşguliyeti sayesinde kafası adeta bir fihrist gibidir. Eserlerine baktığınızda, falan yerde şu kelime, filan yerde şu kelime vardır.. o kelime sağındaki, solundaki kelimelerle münasebeti açısından şöyle, altındaki üstündeki kelimelerle münasebeti açısından böyledir.. diyerek hep Kur'an içinde dönüp durduğunu vurgular.
Üstad Hazretleri, İmam Rabbani, Mevlana Halidi Bağdadi, Abdullah Dehlevi, İmam Gazali gibi insanların, sahabe-i kiram, tâbiin-i izam, tebe-i tâbiin-i fihâm, evliya-i kiram, asfiyâ-i fiham efendilerimizin O'na doyması şöyle dursun, onunla iştigalleri ölçüsünde ona karşı daha bir aç, daha bir susuz hale gelmişlerdir.
Kur'an'a Doymayanlar
Evet bazı zamanlar insan Kur'an okurken, doğrudan doğruya O'nun orijinal sesini duyar gibi olur.. sadece peygamberlikle alakalı bazı ayetler istisna edilecek olursa, anlatılan devirleri, dönemleri bile aşarak bütünüyle Kur'an'ın adeta kendisine seslendiğini hisseder.
Eğer gerçekten bir insanın ilimden nasibi varsa, onun dimağ, ruh ve vicdanının hakikate uyanmış olmasının ölçüsü şudur: Böyle biri ilmî derinliği nisbetinde asla Kur'an'dan doymaz. Kur'an'dan zevk almayanlar ya cehalet ya da önyargı içindedirler. Cahillerin O'nu anlamaları, mebadi-i malumatla, yani sadece kendilerine ilk mektepte yapılan ilk telkinlerin tesiri ölçüsündedir. Herhangi bir önyargı ve şartlanmışlık içinde O'na karşı kapalı olan ruhlara gelince, bunlar evvel-âhir O'ndan hiçbir şey anlamazlar. Bu arada ilimlere açık bazı kimseler de O'nu anlamıyorlarsa bunlar da ilmin ruhunu anlamamışlar ve taklitçilik içindeler demektir. Gerçek ulemadır ki, bunlar asla Kur'an-ı Kerim'e doymazlar.
Eğer Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir insan, bütünüyle kendisini O'na verir ve sağlam bir konsantrasyona girebilirse, o enbiya-ı izamla sohbet ediyor; hatta maverâ-i tabiatın sesini dinliyor gibi olur. Ben bazılarının bazı ahvalde zaman üstü bir hal aldıklarına inananlardanım. Onların Kur'an sayesinde, enbiya-i izamla sohbet ettiklerini sahabe-i kiramın meclisine girip oturduklarını, his ve şuur dünyalarında on dört asır önceye gittiklerini düşünür ve hallerine imrenirim. Buna farklı bir zaviyeden Üstad da işaret eder. Evet bazen insan, Cibril-i Emin'in soluklarını kulağının dibinde duyabilir. Bazen de 'kemmiyetsiz-keyfiyetsiz' Mütekellim-i Ezeli'yi dinliyor gibi olabilir. Binaenaleyh Allah'tan dinleyen, Cibril'den dinleyen, Resulullah'tan dinleyen veya aradaki mükalemeye aynı zamanda şahid olan bir insan nasıl ondan doyar ki?
Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de, tarihi vak'alar, karakteristik olarak öyle büyülü anlatılır ki, insan kendini çağlar ötesi alemlerde dolaşıyor gibi hisseder. İşte bu yönüyle de Kur'an, doyulamayacak bir zenginlik sergiler. Ben şahsen, Kur'an-ı Kerim'in bu yönüyle tam tahlil edildiği kanaatinde değilim. Benim görebildiğim kadarıyla, Kur'an'da değişik vak'alar anlatılırken, anlatış tarzı ve verdiği koordinatlarla o vak'a kahramanlarını aynıyla hayallerinizde resmedebilirsiniz. Mesela o, Hz. Nuh'un kavmi ile alakalı konularda konuşurken, o kavmin sesini, soluğunu duyuyor gibi olur ve onu diğer toplumların üslup ve edasından ayırt edebilirsiniz. Hz. Nuh'un kavmi ile konuşma tarzı, Hz. İbrahim'in kavmi ile konuşma tarzından çok farklıdır. İkincisi size biraz daha mütemeddin, biraz daha tarih berisinde yaşayan insanlar gibi gelir. Hz. Musa'yı, kavmi ile aralarındaki muhaverelerinde, onlara inen ayetlerde ve kavminin beyanlarında, ya da Firavun'un konuşmalarının dile getirilmesinde, sımsıcak veya sopsoğuk o hissiyat farklılıklarını duyabiliriz; duyabilir ve bunların Hz. İbrahim ile Allah arasında geçen konuşmalara hiç de benzemediklerini hemen anlarız.
Kur'an'ın Tasvir Gücü
Edebiyat tarihinde Şekspir belli ölçüde bu hususa kapı aralamış sayılabilir. Onu Hamlet'inde, Romeo-Julyet'inde takib ettiğiniz zaman adeta mazinin hortlaklarının konuştuğunu duyar gibi olursunuz. O sizi üslubunun sihriyle çeker ta o dönemlere götürür ve hem konuşma tarzı, hem de üslubuyla sizi bilmediğiniz esrarlı alemlerde gezdirir.
Vicdanın zaman üstü ufkuyla Kur'an-ı Kerim'in bu derinliği her zaman sezilebilir. Ancak, onun bir de bu zaviyeden tahlile tabi tutulmasında zaruret vardır. Merhum Seyyid Kutub o kapıyı yer yer aralıyor gibi olsa da net bir şey yaptığı söylenemez. Tefsirine bakıldığında yer yer bu tür tahlillere girdiği görülür; ancak ciddi olarak bu husus üzerinde durmadığı da bir gerçektir. Biraz edebiyat ufku olanlar, az da kelimelerin karakteristik yanlarıyla yerinde kullanılmasına vâkıf iseler, hem vakaî tarihine, hem kavimler tarihine, hem de peygamberler tarihine baktıklarında, zannediyorum geçmişe ait o sesi-soluğu, kendi karakteristik derinlikleriyle ve renkleriyle hissedebilir ve hiçbir edibin eserinde bulunmayan bir zevki duyabilirler.
Kemal-i samimiyetle arz etmeliyim ki, Kur'an'ın Türkçesinden bu hazzı almamız mümkün değildir. Şekspir, Goethe ve Tolstoy'un Türkçe çevirilerinde orijinal metinlerdeki ruh mana ve zevki duymak mümkün olmayınca, Allah'ın kitabını Türkçe çeviriden duyup anlamanız nasıl mümkün olacaktı? Cemil Meriç merhum, Cevdet Paşa'nın eserinin sadeleştirilmesiyle alakalı, 'Cevdet Paşa bir dil üstadı idi, onu sadeleştirmek suretiyle derisini yüzdü berbat ettiler.' demektedir.
Kur'an-ı Kerim'in lafızları, Üstad'ın tabirine göre, bir urba değildir. O lafızlar cilttir, deridir. Onu soyduğunuzda, muvakkaten bir tazelik hissetseniz de, bu uzun sürmeyecek; sevimsiz bir hal alacak, sizi ürkütecek, kaçıracak ve nazarınızda fevkalade sevimsiz görünecektir. Hatta denebilir ki tercüme meraklılarının gizli niyetlerinde, Kur'an-ı Kerim'in o sihirli derinliklerini sığ göstermek ve bu kabil tercümelerle onu avamileştirip milleti ondan soğutmak için bir kasıt, bir gayenin var olduğu her zaman söylenebilir. Kur'an, mealle ifade edilmesi şöyle dursun, Allame Hamdi Yazır'ın tefsiri gibi en mudekkikâne eserlerde bile -hiç mübalağa yapmadan söyleyeceğim- Kur'an'ın semaviliğinin yarısından çoğu gitmiştir. Bana göre bu yine de iyimser bir yaklaşımdır. Onun, doğrudan doğruya Allah kelimeleri ile ifade edilişinde, tarifleri aşan ve zevk edilip ama söylenemeyen öyle füsunlu bir buudu vardır ki, ne zaman o kendi diliyle ifade edilse insan büyülenir.
İşte bu enginlikteki Kur'an'a elbette ki alimler doyamayacaktır. Hangi alimler? Kur'an'ın ulum-u diniye ve fünun-u müsbeteye taallukunu, zâhirini, bâtınını, şücûnunu, ğüsûnunu, kalbin, vicdanın, sırrın, hafinin, ahfanın esrarını, eşyanın perde önünü perde arkasını, mülkü, melekûtu bilecek ve nazarını şehadet alemi ile gayb alemi arasında gezdirebilecek alimler.
Teveccühe Teveccüh
Evet Kur'an-ı Kerim'i sürekli tahlil eden, her zaman onun engin ufuklarında dolaşıp duran kalb ve kafa insanları katiyen ondan doymazlar.
Bir de bu arada, eğer gerçekten tam bir konsantrasyon söz konusu ise -ki onu da biz Kur'an kendisine inmiş gibi okumak şeklinde anlıyoruz. Evet, peygamberlik meselesine müteallik hususları müstesna kabul edip, o asliyete tebaiyet mülahazası ve o muayyeniyete tecrid tavrıyla insan 'Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve (insanları) uyar!' (Müddessir, 74/1-2) ayetini, herkes kendine göre aynen duyabilir; duyabilir de, inancının, onun içinde renklendirdiği sözler karşısında 'Acaba bu ses tavandan mı duvardan mı yoksa, zeminden mi geldi, ya da vicdanımdan mı yükseldi, yoksa Kur'an'ın derûnundaki kendi sesi midir bu?' der ve hayretler yaşar. Evet insan, tam bir konsantrasyonla kendini Kur'an'a verdiği zaman bunu apaçık duyabilir. Aksine almacı iyi olmayan bir insan, gönderme ne kadar güçlü de olsa bir şey alamaz. Tabii almacı olup da frekansı bulamayan da alamaz. Frekansı bulup da tam kalibrasyon yapamayan kimse de alamaz. Bir de havada şerâreler varsa ve bu almaç o şerârelerin altında ise yine onu alamaz. İnsan, sürekli bir bekleyişle, sürekli volüm ayarlayarak O'nu yakalamaya çalışmalı ve hep ona yönelik bulunmalıdır. Unutmamak lazım ki ancak teveccühe teveccüh olur. Bakarsanız bakarlar size. Yani insan da tıpkı güne bakanlar gibidir. Yüzü O'na doğru müteveccih olduğu sürece ondan istifade eder; eğer O'ndan gelen şualar kesilirse O da kapanır. Ve kapanınca da hiçbir şey alamaz. Rabbim hepimize O Kur'an'ın ruhuna mahsus derinliği, neşveyi duyursun, ibadetler üstü ibadetler sayılan O'nu okumaya karşı içlerimizi aşk u şevkle coştursun.
- tarihinde hazırlandı.