Efendimizin (sav) Tarifleri İçinde Kur'an-5
9. Madde: 'Ve hüves sıratulmüstakim=O, dosdoğru yolun ta kendisidir.'
İnsanlık, Kur'an'la tanışacağı âna kadar ifrattan, tefritten kurtulamamış ve faidesiz arayışlar arkasında tükenip gitmiştir. Allah'ın (cc) rububiyetini itiraf, vahdaniyetini tasdik ve peygamberin teşrii ve temsili rehberliğini kabulün bir başka unvanı sayılan sırat-ı müstakim, bu hususları aydınlatmadaki misyonu itibariyle Kur'an'ın ayrı bir namı olagelmiştir.
Aslında o, sadece itikad ve ibadete müteallik konularda değil, bütün içtimai, iktisadi, siyasi, idari konularda da insanları ifrat ve tefrite düşmekten siyanet eden bir rehberdir. Bir yönüyle kapitalizm, bir ifrat sistemi, komünizm bir tefrit sistemi; diğer bir yönüyle de komünizm bir ifrat sistemi, kapitalizm bir tefrit sistemidir ki, yerinde sadece mala ve sermayeye önem vermek suretiyle, yerinde de sırf emeğe önem vererek ifratlara tefritlere düşülmüş ve sırat-ı müstakim korunamamıştır.
Bu arada, sırat-ı müstakimin Risalelerdeki tariflerini de hatırlatmakta da yarar var: Evet, insanda had altına alınamayan kuvve-i gadabiye, kuvve-i şeheviye, kuvve-i akliye, kin, nefret, inat ve mantık gibi kuvveler, Kur'an-ı Kerim'le tadil edilmediği takdirde dengesizlikler olacaktır. Halbuki insandaki kuvvelerin her birinde hem ifrat hem tefrit hem de denge söz konusudur.
Mesela şehvet hissinin tefriti, ne helale ne de harama alaka duymama gibi bir humûdettir; ifratı helal haram tefrik etmeden fısk u fücur yaşamaktır. Ortası ve dengeli olanı ise meşru olanına açık gayr-i meşru bulunanından da uzak durmaktır. Yeme, içme, uyuma, konuşma gibi konularda da bu üç durum söz konusudur.
Bunun gibi, öfke, şiddet, hiddet (kuvve-i gadabiye) konularında da aynı durumlar vârittir:
Kuvve-i gadabiyenin tefrit hali, korkaklıktır ki, hiç olmayacak şeylerden bile korku duyulur. İfratı, tehevvür ve saldırganlık şeklinde kendini gösterir ki, tedbiri, temkini ihmale bâdi olabilir. Ortası ise şecaattir ki, dini ve dünyevi hakları konusunda canını feda eder ama gayri meşru ise bir sineğe bile ilişmez. Aynı mülahazalarla akla baktığımızda da bu hususları görebiliriz: Kuvve-i akliyenin tefrit hali gabâvet ve idraksizliktir ki, en basit şeyleri bile doğru dürüst kavrayıp değerlendiremez; hatta hakkı batıl, batılı da hak görebilir. İfratı, herkesi aldatacak ölçüde cerbeze ve diyalektik yapma halidir ki, bu, her zaman hakkı batıl, batılı da hak gösterebilir. Ortası ise hakkı hak bilip imtisal etme, batılı da batıl bilip içtinap etme halidir.
Sırat-ı müstakim o kadar önemli ki, biz Allah'tan günde kırk defa bu yola girmeyi isteriz. Bu mevzu, bütün yönleriyle İbn Miskeveyh'ten Gazzali'ye ondan Bediüzzaman'a kadar pek çok kişi tarafından işlenmiş ve hakkında çok söz söylenmiştir.
10. Madde: 'Vela tezîğu bihil ehvâ=O, kendine uyanları hevalarına uymaktan korur.'
Kur'an-ı Kerim, her zaman kendisine gönül verenlere -bir rehber, bir pusula gibi- hedeflerini gösterir ve onları sapmaktan korur. Bir kere bu Kur'an, habl-i metindir; insan o ipe tutunmuşsa artık sapıtmaz. O, bizi çekip göğe yükseltecek bir ip olarak görülebileceği gibi, inananları hayat bâdirelerinden, berzah gâilelerinden öbür taraftaki bütün dâhiyelerden kurtaran bir köprü olarak da görülebilir. Öyle ki eğer bu ipe tutunur ve bu köprüye ulaşırsak kurtuluruz. Aksine heva ve heveslerimizin seliyle şuraya-buraya sürüklenir dururuz.
Bu itibarla, eğer insanlar bu kitaba sımsıkı sarılırlarsa, istikamete, itidale ulaşır, sırat-ı müstakimi bulur, ifrat ve tefritin dengesizliklerinden kurtulur; fert ve aile planında kendileri olur; devletler muvazenesinde yerlerini alır ve cihan çapında bir muvazene unsuru haline gelirler. Tıpkı seleflerimizde olduğu gibi. Onlar bu coğrafyada dengeyi temsil ediyorlardı, onlardan sonra bölgede ne denge kaldı ne de huzur.
İşte sırat-ı müstakimi yaşayan ve temsil eden bir devlet, devletlerarası dengede ne ise böyle bir duygunun kahramanı bir fert de kendi toplumu içinde aynı şeydir.
Kur'an'da yine aynı kelimeler kullanılarak 'Rabbena lâ tuziğ kulûbena=Rabbimiz, kalblerimizi kaydırma' (Al-i İmran, 3/8) şeklinde bir dua vardır.
Şimdi ister Kur'an-ı Kerim serası, ister atmosferi diyelim; O'nunla Allah'a teveccüh edenler bir koruyucu kalkan altına girmiş olurlar. O'nun koruyucu sistemleri her yönüyle bir kısım dalalet cereyanlarına karşı sığınılacak en sağlam sığınaklardır. Biz ona sımsıkı sarıldığımız sürece, kaymalardan, sapmalardan aşırılıklara girmeden, ifrata-tefrite düşmeden kurtulmuş olur ve selamatle yolumuza devam ederiz. Ne korku ne telaş, huzur ve itminan içinde yaşar ve gider O'na ulaşırız.
Ayrıca burada bir de Allah bize sika (güven) ve ondan biraz beri, istikamette tefviz (her şeyi Allah'a havale etme), daha beride bazılarımıza teslim, bir kadem daha aşağıdakilere de tevekkül telkin ediyor.. ediyor ve 'Allah'a itimad edin' diyor. Acaba ne kadar itimad edeceğiz? Bana göre asgari, nasıl ki, tehlikeli bir yerde çocuğunu kucağına alan anne ve baba, onu yalnız bıraktıkları zaman bile çocuk gayet emindir; çünkü onların kendisini uçuruma atmayacaklarına inanır. Onu havaya atıp eğlendirirken bile sürekli güler. Hatta aşağıya doğru düşerken dahi kahkaha atar; çünkü emindir annesinin, babasının onu yere bırakmayacaklarından.. evet işte burada böyle bir sika telkin edilmekte, böyle bir tefviz vurgulanmakta ve böyle bir teslim ve tevekkül hatırlatılmaktadır.
11. Madde: 'Ve la teltebisu bihi'l-elsine=Lisanlar ve beyanlar onun sâyesinde herhangi bir iltibasa maruz kalmazlar.'
Bu cümleyle de pek çok şey hatırlatılmakta; biz şununla başlayalım: Kur'an-ı Kerim'e sımsıkı sarılırsanız, dininiz gibi dilinizi de korumuş olursunuz. Değişik ayetlerde ifade edildiği gibi Kur'an aynı zamanda Arapları yâd-ı cemil haline getiren ve onları milletler arası en önemli konuma yükselten bir kitaptır. Kur'an olmasaydı ne onların dilinden ne de dinlerinden söz edebilebilirdi. Hepimiz ona çok şey borçluyuz; onlar herkesten daha çok borçlular. Evet, Kur'an olmasaydı, gelip bugünlere ulaşmış bir Arap dilinden söz edilemezdi.
Ayrıca, zannediyorum burada, günümüzde çokca yaşanan mefhum kargaşasına da işaret edilmekte. Her şeyden önce Kur'an-ı Kerim'de Müslümanlığın tarifleri yapılmış, Müslümanlar nasıl isimlendirileceklerse öyle isimlendirilmişlerdir. Kapitalizm, Komünizm, liberalizm, pazar ekonomisi, piyasa ekonomisi vs sistemler Müslümanlığın yerine konamayacakları gibi, Müslüman'ın bunlardan birine nispet çerçevesinde adlandırılması da doğru değildir. Kur'an'da, 'Hüve semmâkümülmüslimin=Allah, sizi Müslüman olarak adlandırdı' (Hac, 22/78) denir ve mefhum kargaşasına, isimlerde iltibasa girmeye meydan vermez.
'Bu Kur'an öyle bir kitaptır ki, her fermanı gayet muhkem (yanlış tevile, yanlış tefsire meydan vermeyecek şekilde) kendi içinden delillerle desteklenmiş; sonra da güzelce açıklanmış (ve iltibaslara, yanlış anlamalara fırsat verilmemiş) tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden haberdar bir Hakim ve Habir tarafından gönderilmiştir.' (Hud, 11/1)
Eğer Kur'an-ı Kerim'i okuyan bir insan, bütünüyle kendisini O'na verir ve sağlam bir konsantrasyona girebilirse, o enbiya-ı izamla sohbet ediyor; hatta maverâ-i tabiatın sesini dinliyor gibi olur. Ben bazılarının bazı ahvalde zaman üstü bir hal aldıklarına inananlardanım.
- tarihinde hazırlandı.