Efendimizin (sav) Tarifleri İçinde Kur'an-8
14. Madde: 'Vela tengadî acâibuhû=İnsanı şaşırtan, hayrete sevk eden güzellikleri bitmez tükenmez.'
Kur'an-ı Kerim'de başdöndüren güzellikler sıra sıradır. Onunla meşgul olurken her an ayrı ayrı sürprizlerle karşılaşır ve başınızın döndüğünü hissedersiniz. Ehl-i ilim ve ehl-i kalbin duyup görüp hissettikleri bizi aşar. Yeri gelince onlara da temas edilebilir. Bizim gibi avamdan insanlar bile her an onun bir büyü ve tesiriyle ürpermektedirler. Sübjektif de olsa onun nûrânî tecellisinin karanlık atmosferindeki bir tesirini arz etmek istiyorum:
Geçen gün bir ayet dilime dolandı. Onu o kadar çok tekrar etmişim ki, kendime geldiğimde hâlâ dilimdeydi. 'Feimma nuriyenneke ba'dellezi naidihum ve neteveffeyenneke...' (Yunus, 10/46) Efendimizi muhatap alan bu ayetin meali, 'Ya onlara vadettiğimiz şeylerin bazılarını sana gösteririz veya seni vefat ettiririz (de senden sonrakilere gösteririz).' şeklindedir; yani sen, umduğun, beklediğin, hayal ettiğin, gönlünü onlara bağladığın şeyleri görmeyebilirsin.
Bu kabil ayetleri, normal tefsirlerde, meallerde okumuşsunuzdur. Ancak siz, her okuduğunuz meal ve tefsirde daha önce size ifade ettiği şeylerden çok daha farklı şeyler duyarsınız. Bir bakarsınız zihninizde çok orijinal bir şey belirivermiş. Hatta bazen Kur'an okurken, yine Kur'an'ın feyzi ve bereketiyle ayetlerle alakalı öyle mülahazalar aklınıza gelir ki, bu mülahazaları en müdakkik alimlerin eserlerinde bile bulmak mümkün değildir.
Kur'an öyle tükenmez bir cevher hazinesidir ki, herkes kabiliyetine göre bundan istifade eder. Bu husus, İmam Rabbani'nin eserlerinde ve Bediüzzaman'ın külliyatında çok zikredilen 'Zalike fadlullahi yu'tihi men yeşa=Bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine ihsan eder.' (Hadid, 57/21) ayetine bağlanarak anlatılır.
Evet oturup, safiyane sinelerle Kur'an'a ait bazı meseleleri müzakere ederken, allamelerin aklına gelmeyen şeyler en âmî insanların kalbine doğabilir ve bunu O'nun kelimeleri ile, o kelimelerin nüanslarıyla telif ederek, Arapça sarfın, nahvin kaide ve prensiplerine göre, siyakla sibakla, sure ile surenin diğer surelerle münasebeti içinde öyle yorumlar ve yerine oturtursunuz ki, zannediyorum tefsirden anlayan allameler dahi hayrete düşerler. Haddizatında bunlar sizin dimağınızdaki cevvaliyetin, anlayışın, idrakin ve ufkun neticesi değildir. Bunu, Allah'ın (cc) lütfunun, Kur'an'da tecessüm etmesi, Kur'an'ın bir acaibler hazinesi olmasında aramak lazımdır. O acayipler o kadar çoktur ki, her köşe başında hayrete düşebileceğiniz bir sürprizle sizi karşı karşıya getirir ve bu hiçbir zaman da bitmez.
'Vela tengadî acaibuh' cümlesi biraz da istikbale matuftur. Demek ki bu söz, istikbalde Kur'an-ı Kerim'in değişik acaiplikleri ortaya çıkacağına işaret etmektedir. İçtimaiyat, iktisadiyat, idare, hukuk adına tahsil edilen şeylere baktığımızda bir hayli gayrete şahit oluruz. Fünun-u müsbete, psikoloji, pedagoji adına da bazı şeylerin karalandığını söyleyebiliriz. Öyle zannediyorum ki yakın bir gelecekte, bu ilimler geliştikçe, Kur'an yeniden ele alınacak, tahlile tabi tutulacak ve yeniden o muhtevasındaki cevherleri insanlığın önüne serecek, serpecek ve her yerde zuhur edecek olan uzmanlar onu, çağın idrakine göre yeniden konuşturacak ve onun ne bitmez bir hazine olduğunu bir kere de onlar vurgulayacak ama, 'vela tengadî acaibuh' fehvasınca istikbale matuf onun inkişafı hiçbir noktada durmayacak, hep salkım salkım açılmaya devam edecektir. İnsanlar hiçbir zaman ondaki söz ve düşünce ufkuna ulaşamayacak, aşamayacak; her zaman onun berisinde kalmanın inkisarı veya inşirahı ile yutkunacak ve 'De ki: Rabbinin kelimelerini yazmak için denizler mürekkep olsaydı; hatta ona bir misli takviye dahi gönderseydik bunlar biter, tükenirdi de Rabbin kelimeleri bitmezdi.' (Kehf, 18/109) Bu varlık alemi O'nun kitabı, tekvinî emirler çerçevesinde O'nun beyanı; bu alemin büyük küçük parçaları, parçacıkları da onun sözleri ve kelimeleridir. Kainatın içindeki canlı-cansız varlıklar, kanunlar-nizamlar, külli kaideler cüz'i disiplinler Kur'an'da birer söz, birer beyan şeklinde yerini alır; imana dönüşür içimize akar, hayrete inkılap eder, dimağlarımızda kaynamaya durur. Hem öyle bir akar ve kaynar ki, insan başka şeylere başvurma ihtiyacını duymayacak hale gelir. Çünkü Kur'an'ın gözlere ve gönüllere sunduğu mana, muhteva bitecek gibi değildir.
15. Madde: 'Hüvellezi lemtentehil cinnu iz semiathu hatta kâlû: İnnâ semi'na Kur'ânen aceben yehdi ilerrüşdi feâmennâ bih=Bu öyle bir kitaptır ki, cinler onu dinlemeye kendilerini saldıkları zaman şöyle demek mecburiyetinde kaldılar. 'Biz acaib bir kitap dinledik. Bu kitap doğruluğa götürüyor. Biz de hemen ona inandık. (Cin, 72/1)'
Buradaki 'acaben' kelimesi üstteki cümle ile de irtibatlı olduğunu gösteriyor. Demek ki cinler bile onu çok acaib bulmuşlar ve ona büyülenmişler. Bu acaib ve harika şeyler, insan, eşya ve yaratıcı arasındaki münasebetten varlığın esrarı ve Kur'an'ın büyüsüne kadar pek çok şeyi ihtiva ediyordu. Buradaki acaiblikler eşyanın tabiatı, insan zihni ve insan mantığı ile telif edilebilecek cinsten acaibliklerdi. Herkes onun içinde kendi mantığı ile münasebeti ölçüsünde bir şeyler buluyordu ki, bir yönüyle ondaki bu acaiblik insan mantığına da acaibler adına bir nâmütenâhilik kazandırıyor. Yani aynı zamanda insan mantığı öyle derinleşiyordu ki, onun mantığı bu kadar acaib olmasaydı, o harikuladelikleri duyamazdı. O acaiblikleri insanın önüne seriyor ve insan mantığı da değişik acaibliklere uyanıyor ve onları seziyordu. Öyle ki bir ölçüde eşyanın perde arkasına muttali olan cinler ona ulaştıkları zaman 'Biz acaib bir Kur'an işittik.' dediler. Ya da 'Okunan bir şey veya hakkı batıldan ayıran tilavet işittik.' dediler ve kendilerini ona salıverdiler. 'Feâmennâ bihi' Öyle büyüleyici bir şey ki bu acaib, sadece ilk duydukları anda ilk defada acaibini duyduklarında bu acaibi duymak onlara kafi geldi de 'âmennâ' dediler ve 'Biz vicdanlarımızda Kur'an-ı Kerim'i kabul ettik.' itirafında bulundular.
Tefsirciler, bu meseleyi şu şekilde naklederler: Efendimize (sav) vahiy geleceği ana kadar cinler gök kapılarını dinlerlerdi. Bir gün taşlanıp kovulduklarını görünce, yerde değişik bir şeyler olduğu düşüncesiyle meseleyi araştırmaya koyuldular. O esnada, Efendimiz de (sav) Mekke halkının tazyiklerinden sıkılarak Taif'e uğramıştı ve dönüşte de Nahil vadisinde ikamet buyurup, sabah namazı vaktinde Kur'an okuyordu. Derken, yeryüzündeki esrarı araştıran Nasîbîn cinlerinin büyükleri oraya uğramışlardı. Kur'an'ı dinlediklerinde, yerde ve gökteki değişikliğin sırrını anladı ve belledikleri Kur'an ayetleriyle kavimlerine döndüler. Bu konuda diğer bir görüş de, Peygamberimiz (sav) insanlara olduğu gibi cinlere de gönderilmiş bir Nebiydi. Cenab-ı Hak (celle celâlühü) onlara da Kur'an okumasını istemişti. O da onlara Kur'an'dan bazı ayetler okumuştu. O, Kur'an okurken de cinler, birbirlerine 'susun' demiş saygıyla dinlemişlerdi ve kavimlerine dönünce de: 'Ey kavmimiz! Doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen ve kendisinden önceki kitapları tasdik eden bir Kur'an dinledik. O, gerçeği ve doğruyu gösteriyor. Ey kavmimiz! Allah yoluna davet eden bu elçinin çağrısına icabet ediniz ki, Allah da sizin günahlarınızı affetsin ve sizi acı bir azaptan kurtarsın...' (Ahkaf, 46/30-31)
Hâsılı, cinler Kur'an'ın bazı surelerini dinlemiş, büyülenmiş ve kendilerini bu İlâhî mesajı başkalarına da duyurmaya adayarak hemen harekete geçmişlerdi.
- tarihinde hazırlandı.